Rehin dükkanı 1: Sağlık sistemi, bebek kıyımı ve çeteler
Sağlık hizmetlerinin serbest piyasaya açılması ve finansal kredilere bağlanması, sistemde çetelerin türemesine fırsat veren ortamı hazırladı.
Fotoğraf: AA
Yağız Alp TANGÜN
Araştırmacı-Doktor
2003’te başlayan ve yarattığı etkileri bugün vahşi biçimde deneyimlediğimiz sağlıkta dönüşüm programı (SDP) AKP’nin her zaman en önemli propaganda malzemesi ve kurduğu hegemonyanın en önemli unsurlarından oldu. Sağlık hizmetlerinin yeni-kapitalist restorasyon sürecinde yürütülen reformu halk gözünde meşrulaştırmak üzere hastane ve ilaç kuyrukları, hastane koğuşları, hasta ziyaretleri ve hekim-yurttaş arasındaki iletişime dair sorunlar AKP tarafından çokça dillendirildi. Bunların yanı sıra bir de sosyal güvenlik sistemine ödenmemiş borçtan dolayı hastanede rehin kalma olayları hatırlatılıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldığı özel hastane ya da sağlık tesisi açılış törenlerinde hastanede rehin kalma meselesinden söz etmeden geçmiyordu. Oysa yıllar içinde SDP ile beraber sosyal güvenlik ve sağlık sistemi birleşiminde halk sağlığını rehin dükkanına bırakan bir model geliştirildi. Bu modelin temelleri 1980’lerden gelip 1990’lardaki hükümetlerin “sağlık reformu” denemeleriyle atılsa da AKP ve SDP bir milat kabul edilebilir.
ÇETELER NASIL TÜREDİ?
Yenidoğan Çetesinin Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) daha fazla ödeme almak için bebekleri yoğun bakım ünitesinde adeta rehin tuttuğu ve ölüme terk ettiği ortaya çıktı. Peki SGK hizmet üretmeyip, sadece hizmet alan konuma neden ve nasıl geldi? Hatta bu konumda, kamu kaynaklarını sermayeye aktarma görevi üstlendiği söylenebilir. Çetelerin nereden türediğini anlamak için, Sosyal Güvenlik Kurumunun SGK çatısı altında tekelleşme/merkezileşme süreci ve özel hastanelere nasıl kaynak aktarıldığı anlaşılmalı.
Çillerli DYP-SHP koalisyonu döneminde (1993-95) Sağlık Bakanlığının rol ve işlevleri sınırlandırılmaya başlamıştı. Aynı dönem, 5 Nisan 1994 ardından Sosyal Sigorta Kurumunun mülksüzleştirilmesi kapsamında hastaneleri kapatılmış, hastane protokolleri değiştirilmiş, ilaç fabrikaları kapatılmış ve çalışanların sosyal hakları gitgide ellerinden alınmıştır. Mülkiyet devri ile özelleştirilen, işletmeleştirilen kamu hastanesi örnekleri gene bu dönemde görülebilir. Ancak esas 2005 yılında çıkan 5283 sayılı Kanun aracılığıyla özellikle SSK ve PTT, Ziraat Bankası gibi kamu kurumlarının sosyal-sağlık tesisleri ‘gasbedildi’. Mecliste bu olayın bir gasp olduğu ifade edildiğinde dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ bu sözün Mecliste telaffuz edilmesinin yakışık almadığını belirtmişti. Ancak her ne kadar bu kurumlar Sağlık Bakanlığına devredilmiş gibi, yani ‘kamudan kamuya’ devredilmiş gibi gösterilmek istense de bu adım merkezi planlamayı kolaylaştırmayı değil, sermaye birikimini mümkün kılacak altyapıyı hazırlamayı hedeflemişti.
2008 SGK İÇİN KIRILMA NOKTASI
Buna paralel biçimde 2006’da yayımlanan ancak 2008’de yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun ile SSK, Emekli Sandığı ve BAĞ-KUR SGK çatısı altında birleştirildi yani tekelleşti/merkezileşti. Yarım asırdır gündeme gelen genel sağlık sigortası (GSS) da nihayet kabul edildi. İşte bundan sonra SGK’nin sistem içindeki işlevi hizmet üretmekten, hizmet satın almaya dönüştürüldü. Bu süreçte, Sağlık Bakanlığı da politika üretimi yönünden kısırlaştırılıp piyasanın denetiminden sorumlu hakem haline getirildi.
Sosyal güvenlik sistemi çalışanların sırtına yüklenmiş bir işleyişe sahip, her zaman öyleydi. Kapitalizmde toplumsal yeniden üretimin sürmesi için emekçiler, sosyal güvenlik sistemleri tarafından zaten çalışma borcu ile kuşatılmıştır. Fakat Türkiye örneği açısından önemli kısım şudur, SDP ve GSS düzenlemeleriyle birlikte çalışanların SGK’ye karşı borçlu durumu özellikle sağlık hizmetlerine erişim açısından daha güvencesiz koşullara bağlandı. Ve daha da önemlisi Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü ve TÜSİAD gibi sermaye bileşenlerinin yönlendirmesi akabinde çeşitli kredi anlaşmalarıyla toplumsal yeniden üretimi mümkün kılan borç ilişkileri (sosyal sağlık, bakım, emeklilik hizmetleri) finansal düzleme çekildi. Halk sağlığı rehin dükkanına bırakıldı.
SERBEST PİYASA, FİNANSAL KREDİLER ZEMİN HAZIRLADI
Çalışanlar köle, hastalar müşteri, yurttaşlar tüketici olarak görülmeye başlandı. Mantığı itibarıyla prim ödemeksizin sağlık hizmeti verme iddiası olan GSS kapsamında pratikte yurttaş hiçbir zaman primden muaf tutulmadı ancak borçlu biçimde hizmet alabiliyordu, artık SGK prim borcu bulunan yurttaşların ocak 2025’ten itibaren sağlık hizmetlerinden faydalanamayacağı ilan edildi. Bugün, tefecinin alacaklısına acımasızca davranmasını normalleştiren şeyleri yaşıyoruz, anayasal sağlık hakkımız tırpanlanıyor. Öte yandan sağlık hizmetlerinin serbest piyasaya açılması ve finansal kredilere bağlanması, sistemde çetelerin türemesine fırsat veren ortamı hazırladı. Peki bebekler küvezde nasıl rehin alındı?
KÂRIN VE KIYIMIN ADRESİ AYNI
2023 sağlık istatistik yıllığına göre toplam 1566 hastanenin 565 tanesi özel. Özel hastanelerin toplam yatak sayısı 55 bin 67 ve bunun 17 bin 332’si yoğun bakım yatağı. Yani özel hastanelerdeki toplam yatağın 1/3’ü kadar! Neden? Çünkü özel hastaneler, yoğun bakım hastaları için SGK’den yüklü miktarda ödeme alabiliyor. Ancak kâr potansiyeli daha yüksek olmalı ki özel hastanelerdeki toplam yoğun bakım yatak sayılarının 7 bin 144 tanesi de yenidoğan ünitesinde.
Yani 1/3’ünden fazlası… Yenidoğan yoğun bakım yatak sayısında özel hastaneler birinci sırada! Kârın ve kıyımın adresi aynı. Artık bu noktada çetelerin ahlakını, insanlığını tartışmak bir kenara bırakılıp başka bir sağlık sistemi hayali gerçekleştirilmeli. Sağlık sektöründeki piyasa mantığı ve çeteler arasındaki ilişkiye karşı kamucu olanakları somutlaştırma yoluna çıkılmalı.