26 Ekim 2024 04:10

İnsanları hareket ettirenlerle ilgilenen bir dansçı: Pina Bausch

Pina’yı Pina yapan en önemli unsur yaşadığımız dünyayı ve onun dertlerini sahneye taşırken kullandığı yöntemler ve sanatsal anlamda yaptığı seçimlerdi.

Pina Bausch | Fotoğraf: Wilfried Krüger

Paylaş

Ekim Deniz AKARSLAN

“İnsanların nasıl hareket ettiğiyle değil; onları hareket ettiren şeyle ilgileniyorum” diyordu Pina.

Pina Bausch 27 Temmuz 1940 yılında Almanya’nın Solingen kentinde dünyaya geldi. Folkwang Academyde dans eğitimine başlayan Pina ardından dünyanın en prestijli okullarından birisi olan Juilliard Schoolda öğrenim görmek üzere burs kazandı. New York'tayken Paul Sanasardo and Donya Feuer Dance Company ve New American Ballet topluluklarında dans etti, Metropolitan Opera Ballet Company üyesi oldu. 1962 yılında Kurt Jooss tarafından kurulan Folkwang Ballett Companyde dansçılığa devam etti. Ardından Tanztheater Wuppertal Pina Bausch olarak adlandırılacak olan Wuppertal Opera Ballet'nin sanat yönetmenliğine başladı.

‘HAREKET ETMEK NEYSE ODUR’

Yazının başında Pina’nın söylediği sözün önemi büyük. Dansı tek başına masallar ve mitler üzerinden kurmayan Pina, eserlerinde teatral ögelere yer vererek kendinden önceki koreografların aksine hislerin gerçek hayatta insanlara neler yaptığını sahneye taşıdı. Hareket etmeyi, sadece bacaklarını en yukarı kaldıran ya da en çok zıplayan bedenler olarak tariflemekten uzaklaştı. Eserlerinde yaşamın, doğanın ve insanlığın gerçekliklerini eğip bükmek ve estetik bir şekilde ortaya koymak yerine, Pina’nın “Hareket etmek neyse odur” düşüncesini benimsemesi, seyircide gerçek hayatta yaşanılan duyguların dans yoluyla aktarılması olarak karşılık buluyor. Yine seyirciye “Aa evet ben de böyle hissediyorum, bunu yaşıyorum” dedirtmek oluyor.

Pina’nın koreografiyi çocukluğundan gençliğine ve sanatçı olduğu günlere kadar kafasında beliren imgeler üzerinde kurması ve bunları salt “kişisel deneyimlere” indirgememesi de hâlâ adından bahsettiriyor. Özellikle çocukluğu 2. Dünya Savaşı dönemine denk gelen Pina, o günkü şiddet ortamını birçok eserinde kullanarak mesajlar vermek istiyor. Bununla birlikte sahne üzerinde oluşturduğu dramaturji ile koreografilerinde en çok yer verdiği şey ise kadının ezilmişliği sorunudur. Buna örnek olarak belki de birçok kişi tarafından bilinen Cafe Müller örneğini vermek yanlış olmayacaktır. Zira bu örnek çocukluğundan imgeler taşıyarak ilerleyen Pina’ya ve onun dert ettiği şeylere dair birçok şey söylüyor.

CAFE MÜLLER’DE BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ

Pina bu eserde ailesinin işlettiği kafenin atmosferini sahneye taşımakla kalmaz aynı zamanda kafe içerisindeki çeşitli dansçı kişilerin birbirleriyle kurdukları ilişkileri hareketle ortaya koyar. Birçok sandalyenin bulunduğu sahnede engel aşmaya çalışan dansçılar görürken bir yandan da kadın erkek ilişkilerinde ve toplumda kadının yerine ve bütün bir bağımlılık ilişkilerine dikkat çeker. Şiddeti eserlerinde tartıştığı yerlerden birisi de tam olarak burasıdır. Bu bağımlılık ilişkisini eser başında estetize ederek ortaya koyan Pina, aynı hareket dizilerini art arda yaptırıp tekrar ederek beden hareketlerini sertleştirir.

Pina’nın öncülüğünü yaptığı dans tiyatrosu ve işlediği konular, dönemi açısından yarattığı tartışmalara baktığımızda dans sanatı için de oldukça ilerletici bir yerde durmuştur. Dansta teatral ögelerin kullanılması o dönem içerisinde oldukça tartışma yaratmıştır. Amerika’daki dans alanında tartışmalar biçimsel bir yere sıkışmış olsa bile Avrupa’da artık dansta da içerikle ilgilenilmesi gerektiği kanısı güçlenmiştir. Bu da pek tabii Pina gibi dansa toplumcu bir perspektiften yaklaşan birçok dansçının toplumsal meseleleri anlatma konusundaki ısrardan kaynaklıdır.

Pina toplumsal meseleler üzerine çalışmakla da kalmaz. Aynı zamanda dans tarihi boyunca türlü biçimlerle işlenen doğa anlatılarına da gözlemleri yoluyla yeni bir soluk getirir. İnsanların nasıl hareket ettiklerinden ziyade insanları hareket ettiren şeylerle ilgilenen Pina doğayı ve onun hareketini de bu şekilde ele alır. Bunun en iyi örneklerinden birisi 2011 yılında sinema perdelerinde gördüğümüz "Pina" belgeselinin açılışındaki “Seasons March” adlı koreografisidir. Dört mevsimi de kolektif bir şekilde senkronlu bir şekilde belirlenmiş imgelerle yürüyerek dans eden dansçılara Louis Armstrong’un “West End Blues” adlı eseri eşlik etmektedir. Özellik sahne sanatlarını göz önünde bulundurduğumuzda seyircinin sahnede kendi hayatından anlar görmesi, tanıdık olana reaksiyon verdiğini de düşününce müzik seçimleri dahi Pina’nın anlayışını bize gösterir.

Pina’nın mekanlarla kurduğu ilişki de dans sanatı için oldukça ilerletici bir yerde durmuştur. Dans tiyatrosunun öncüsü Pina sahnede, eserlerinde yarattığı atmosferi aynı zamanda ekibiyle birlikte yürüttüğü çalışmalardan beslenerek geliştirmektedir. 2003 yılında İstanbul’da sahnelenen “Nefes” adlı eseri için İstanbul’un mimarisinden, hayatın akışına şehrin ve yaşamın dinamiklerini, zorluklarını araştırmıştır. Tam da bu noktada yukarıda bahsettiğimiz dansın biçimi ve içeriği tartışmalarında artık içeriğin belirleyici bir hal alması ve Pina’nın deneyimlerini başka ülkelere de taşıması dansın ve dans tiyatrosunun gelişimi kadar bu alandaki araştırmaların da artmasına olanak olmuştur.

DÜNYAYI VE ONUN DERTLERİNİ SAHNESİNE TAŞIDI

Şüphesiz ki Pina’yı Pina yapan en önemli unsur yaşadığımız dünyayı ve onun dertlerini sahneye taşırken kullandığı yöntemler ve sanatsal anlamda yaptığı seçimlerdi. Brecht’ten ve Jooss’tan aldığı ilhamla bir dünya savaşına ve sonrasına tanıklık etmiş Pina, sanatını aynı zamanda politik kaygılarla inşa etmiş ve bunu dansçı bedeninde somutlamaya çalışmıştır. En özgün yanıysa bunu yaparken birçok disiplinden yararlanarak bütünlüklü hikayeler ortaya koyabilmiştir.

Tam da yazının başlangıcında Pina’dan yaptığımız alıntıya Pina ile cevap vermek Pina’nın bu dünyaya ve dans sanatına bıraktıklarını düşününce anlamlı olacaktır…

İnsanları neyin hareket ettirdiğine kafa yoran ve insanların gündelik yaşamdaki bedenleriyle ilgilenen bir koreograf, bu bedenleri görüntüsü, yaşı fark etmeksizin dans ettirir. Gündelik yaşamdaki hareketle, dans etmenin kendisi arasında bir hiyerarşi kurmadan ilerlemeye çalışır. Ve der ki bizlere: “Dans et, dans et. Yoksa yok olup gideceğiz.” Tıpkı hareket etmeyen her şey gibi.

ÖNCEKİ HABER

Kayyum Başkan Beyoğlu'na 3 yıl 9 ay ceza

SONRAKİ HABER

Son görüntülerinde Narin'in camiye doğru koştuğu görülüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa