Köle mi, yandaş mı, kamu işçisi mi?
İşçilerin “iş verdi” diye belediye başkanına minnet etmesi beklenemez. Başkanının işe aldığı işçilerden “itaatle” çalışmasını beklemesiyle patronun köylüleri çalıştırmak istemesindeki amaç aynıdır.
Fotoğraf: Midjourney/Fırat Turgut
Satı BURUNUCU
24 Ocak kararlarından sonra ilk özelleştirme alanlardan biri belediye iş kolu oldu. Bunun iki önemli sonucu var. Biri kent halkının belediye hizmetlerine ücretsiz, nitelikli, güvenilir ulaşım hakkını yitirmesi, diğeri belediyelerde esnek ve taşeron çalışma düzenine geçilmesi.
Belediye başkanları 5 yılda bir seçimle iş başına gelse de çeşitli işveren sendikalarına üye olan örgütlü işverenlerdir. Başkanın belediyede çalışan kimi işçilerle aynı partiye üye olması, belki partisinin aynı organında görev alması, kampanya sürecinde kimi partili işçilerle birlikte seçim faaliyeti yürütmesi onun işçilerin patronu olduğu gerçeğini değiştirmez. Üstelik belediye başkanı tek adam düzeyinde bir işverendir. Belediyenin gelirleri, bütçesi, harcamaları, kadrolaşma, toplu sözleşme süreçleri, mesailer, hak ediş ödemeleri konusunda son söz mutlaka başkanındır.
Sonraki seçimleri düşünen başkanın sözde en önemsediği şey hizmetlerdir. Bu hizmetleri veren belediye işçileri de tıpkı herhangi bir fabrika patronunun yaptığı gibi en az maliyetle ve en uzun çalışma sürelerinde çalıştırılmalıdır. Belediye başkanları işçilerin ve hatta memurların hangi sendikaya üye olacaklarına, sendika seçimlerinde hangi listeye oy verileceğine karar verme yetkisini kendinde bulur. Ekonomik, sosyal ve özlük haklarını asgaride tutacak biçimde işçileri kontrol altına alacak yandaş, uzlaşmacı sendikalar ve en iş birlikçi sendika yönetimleri desteklenir. Sendikal bürokrasi ile iş birliği yapan belediye başkanları meclis üyelerini, amir ve müdürlerini, sendika seçimlerinde ya da grev oylamalarında sandık başına dikmekten de geri durmaz. Sonuncusu 7 Ekim 2024’te Kağıthane Belediyesindeki grev oylaması sırasında basına yansıdı.
İŞÇİ KIYIMI VE İŞÇİLERİ BÖLME YOLLARI
Belediyeler merkezi idarenin karşıtı değil, yereldeki kamu gücüdür. İstihdam alanı yaratmak ise görevlerindendir. Adaylıkları sürecinde kimsenin ekmeğiyle oynamayacaklarını ilan eden, belediyeyi emekçiler ve sendikalarla yöneteceklerini söyleyen belediye başkanları her seçim sonrası sayısı on binleri bulacak işçi kıyımları yaparak yeni işçi alımlarına başvuruyor. Kadrolaşmada başlıca iki durum var. Kimi eş, dost ve yakınlara mümkün olan en iyi görevleri vermek. İkincisi seçmeni ve partisinin üyesi işçileri işe almak. İşçi kıyımını haklı göstermek için “tasarruf”, “Belediyenin başka bir partiye geçmesinin doğal sonucu” gibi açıklamalar yapılır. İhale verdikleri şirketler, adrese teslim milyonlarca lira değerindeki hak ediş ödemelerinin sahipleri değişmezken kadrolar önce boşalt sonra doldur yapılır.
İşçiler her seçim sonrasında memleketleri, siyasal düşünceleri, mezhepleri, partileri, partileri içinde birlikte oldukları ekipleri, işverenle ne kadar “uyumlu” çalıştıkları açısından fişlenir. İşçiler arasında oy verdikleri partilere, işe girdikleri dönemlere göre ayrışmalar örgütlenir.
İşe alınan işçilerin minneti hiç bitmesin istenir. Bir belediye işçisinin işe alınmasını hangi referansı sağlamışsa o referans emekli olana kadar işçinin ne yapacağına karar verir. Hangi sendikaya üye olacak, kime oy verecek, hangi toplantıya katılacak, öne çıkıp haklarını savunursa başına neler gelecek, bu referans tıpkı “alo bir dost” kıvamında takipte olur.
Belediye yönetimleri işçilerin künyesiyle birlikte referanslarını da kayıtta tutmaktadır. İhtiyaç dahilinde referanslar işverenin çıkarları için araya girer. Kadın işçilerin bekarsa babasının, evliyse eşinin aranması, belediye meclis üyelerinin çeşitli görevler teklif ederek sendika seçimlerinde mücadeleci listelerden çekilmesinin istendiğinin bizzat yaşamış tanıklarıyız. Kadın işçilerden “Ya boşanacağım ya listenizden çıkacağım; Allah kahretsin bunları” telefonlarını az almadık. Ya da “Beni çavuş, onbaşı yapacaklarmış, kusura bakmayın” diyen erkek işçiler… En sağlıksız koşullarda çalışırken aldığı asgari ücret için belediye başkanına minnet etmesi istenen belediye işçisi kendisiyle aynı işi yapan arkadaşına güvenmesin isteniyor.
İşçileri bölmenin en kullanışlı yollarından biri “iktidar çatışmaları”. Belediye işçileri insanca yaşamak ve çalışmak için harekete geçtiğinde “İktidar partisinin ya da muhalefetin ekmeğine yağ sürmek”le suçlanır. Belediye işçileri eylem ve grev hakkını kullandığında “halka şikayet” ve grev kırıcılığı devreye sokulur. Belediye işçilerinin Bursa ve Manisa’da gerçekleştirdikleri ilk yasal grevlerde belediye başkanları, valilikle beraber grev kırıcılığı yapmış, halkı işçilere karşı kışkırtmışlardır.
Belediye işçileri, her belediye yönetimi değişikliği sonra işten atılacak dönemlik işçiler değildir. Oy verdiği sermaye partisinin ya da kendini işe alan belediye başkanının işçisi de değildir. Belediye işçileri halka hizmet veren kamu işçileridir. Belediye işçilerinin kıyımları ve hak gasplarını önlemek için birleşmekten ve mücadele etmekten başka seçeneği yok. Kazanımla sonuçlanan işçi mücadelelerine baktığımızda, işçilerin birliğini bozmadığını ve birbirlerine güvenle güçlendiklerini görürüz. Elbette birlik ve güven kendiliğinden oluşmuyor. Ancak harekete geçtiği oranda işçiler birliğin önemini kavrayıp birbirlerine güç ve moral veriyor.
Son yıllarda ister AKP’li ister CHP’li olsun; belediye yönetimlerinin işveren sendikaları aracılığıyla toplu sözleşme masasında işçilere açlık ve sefalet dayattıklarını biliyoruz. Buna karşı onlarca belediyede de grev ilanları asılıyor. Bu koşullarda birlik ve mücadelenin önemi de artıyor.
İLK BÜYÜK KAZANIM
Belediye işçilerinin birliğinin önündeki en önemli engellerden biri işçiler arasındaki fısıltının dahi belediye başkanlığının kulağına gitmesi çekincesi diğeri ise ‘Beni işe aldı’ minnetidir. Oysa belediye işçilerinin kanala birlikte indiği, yangına birlikte girdiği, birlikte çöp arabasının arkasına asıldığı, canını emanet ettiği arkadaşına güvenmesi kaçınılmaz. Elbette işçiler arasında çeşitli ön yargılar, kişisel zayıflıklar, hatta güven sarsıcı davranışlar da olabilir. Ancak işçiler ortak taleplerini kazanmak için yan yana gelerek sınıfının parçası olarak hareket etmeye başladığında işçiler içindeki tüm bölme girişimleri işçiler tarafından çarpma işlemine çevrilecektir.
Ayrıca çöpte, kanalda, parkta, yolda, kaldırımda çalışan işçilerin “iş buldu” diye birine minnet etmesi beklenemez. Bir belediye başkanının işe aldığı işçilerden “itaatle” çalışmasını beklemesiyle Ankara ambarlarının çoğunlukla Yozgatlı sahiplerinin kendi hemşehri ve köylülerini çalıştırmak istemesindeki amaç aynıdır: İşçileri etkisizleştirmek.
İşçilerin mücadele birliği ve iş yeri örgütü üzerinde şekillenmeyen bir mücadele baştan yarım kalmaya mahkumdur. İşçiler arasında güven ve birliğin sağlanması ilk kazanımdır. Sonrasını her türlü sermaye partisinden belediye başkanları ve işveren sendikaları düşünsün.