Lübnan’a yönelik Amerikan hamlesi: Ateş altında müzakere
İsrail’in Gazze’de süren katliamları ve Lübnan’a yönelik yoğun hava saldırıları eşliğinde gerçekleşen ABD ziyaretleri, Arap basınında, “ateşle müzakere diplomasisi” olarak değerlendirildi.
Fotoğraf: Houssam Shbaro/AA
Yusuf ERTAŞ
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Joe Biden’in Kıdemli Danışmanı Amos Hochstein geçtiğimiz hafta ABD başkanlık seçimlerinden önceki son Ortadoğu turlarını gerçekleştirdiler. Onlar bölgeden ayrılır ayrılmaz da İsrail’in İran’a yönelik beklenen saldırısı gerçekleşti. İsrail’in Gazze’de süren katliamları ve Lübnan’a yönelik yoğun hava saldırıları eşliğinde gerçekleşen ziyaretler, “ateşle müzakere diplomasisi” olarak değerlendirildi. İsrail saldırısı ise ABD’nin çizdiği sınırlar dahilinde, “İran’ın misilleme yapmasına neden olmayacak şekilde seçilen hedeflere yönelik bir saldırı” olarak görüldü.
İSRAİL’DEN İRAN’A ‘SINIRLI’ SALDIRI
Önce İsrail saldırısına bakalım. İsrail çok sayıda savaş uçağı ile İran’da 20 askeri hedefin vurulduğunu açıklarken, İran ise İsrail tarafından düzenlenen saldırılara “başarıyla” karşı koyulduğunu ancak bazı noktalarda “sınırlı hasar” meydana geldiğini duyurdu. Genel kanı, İsrail saldırısının ABD’nin çizdiği sınırlar dahilinde gerçekleştiği yönünde. İran’ın saldırı karşısında gösterdiği tutumu değerlendiren gözlemciler, İran’ın şimdilik karşılık vermeme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Körfez ülkeleri bu kez saldırıyı kınamakta gecikmediler. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman, Ürdün ve Irak, İran’a yönelik İsrail saldırılarını kınadıklarını ifade ettiler ve ayrı ayrı yayımlanan açıklamalarda gerginliğin azaltılması ve çatışmanın genişletilmemesi çağrısında bulundular. Gözlemciler bu konuda İran’ın son dönemde Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme yönündeki artan çabalarına dikkat çekiyor.
LÜBNAN: ÖNCE ATEŞKES, SONRA MÜZAKERE
İki ABD yetkilisinin son Ortadoğu turuna gelince… Blinken’ın Lübnan’a uğramaması ve Lübnan yerine İran’a odaklanması dikkat çekti. Anlaşılan Lübnan dosyası Amos Hochstein’in elindeydi. Hochstein’in Lübnan ziyareti, İsrail’in koşullarını Lübnan’a kabul ettirmeye yönelikti. Hochstein’ın bu çabası “Savaşın şimdiye kadar başaramadığını diplomatik yolla elde etmeye çalışma girişimi” olarak değerlendirildi. Lübnan ise resmi tutumunu, “önce ateşkes, sonra müzakere” olarak ortaya koydu. Lübnan merkezli Al Ahbar Gazetesi Yazarı Nikolas Nassif, Lübnan’ın resmi tutumunu İsrail’e ileteceğini ve “birkaç gün içinde” geri döneceğini söyleyen Hochstein’a Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin şu yanıtı verdiğini aktardı: “İsrailliler yanıt vermekte acele etmiş olabilir, çünkü yanıtları ertesi gün (salı) bize ulaşmaya başladı bile. Güneyde yaptıkları, özellikle Nabatiye’deki ve tamamen ailelerin yok edildiği olaylar, bize ne istediklerini gösteriyor. Gerçekten inanılmaz bir durum yaşanıyor. Binaları, içinde yaşayan insanlarla birlikte yok ediyorlar.”
ATEŞLE MÜZAKERE DİPLOMASİSİ
Yunus El SAYEDAl
Halic/Birleşik Arap Emirlikleri
Amerikalı Elçi Amos Hochstein, İsrail’in ateşkes şartlarını kabul ettirme konusunda başarısız olmasının ardından Beyrut’tan eli boş döndü. İsrail’in ateşkes koşullarını yumuşak bir diplomasiye büründürmeye çalışsa da Lübnan’a bu koşulları kabul ettiremedi. Lübnanlı müzakerecilerin önce ateşkes, sonra müzakereler yoluyla her şeyin konuşulması yönündeki tutumlarına bağlı kaldıkları açıktır.
Bu başarısızlığın iki nedeni var. Birincisi, ABD Elçisi bu kez Beyrut’a daha önceki gelişlerinden farklı bir şekilde geldi. Önceki ziyaretlerinde Lübnan cephesinin Gazze’den ayrılması ve uluslararası 1701 sayılı Karar’ın uygulanması talebinde bulunmuştu. Ancak bu kez, özellikle Hizbullah’ın aldığı ağır darbeler ve genel sekreterinin de aralarında bulunduğu çoğu liderinin suikasta uğraması sonrasında koşulların değiştiğini göz önünde bulundurarak, bu darbelerin İsrail tarafı lehine siyasi olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündeydi.
İkinci neden ise İsrail tarafının ateş altında müzakere etme konusundaki ısrarı. İsrail daha önce Washington’a bir belge sunmuştu ve bu belgede ateşkesin sağlanması ve savaşın sona ermesi için İsrail’in şartları yer alıyordu. Sızan bilgilere göre, bu şartlar dünyadaki hiçbir ülkenin kabul edemeyeceği türden ve baştan sona ülkenin egemenliğini ihlal ediyor. Bu şartlar arasında İsrail Hava Kuvvetlerinin Lübnan hava sahasında serbestçe faaliyet göstermesine izin verilmesi, tüm kıyı şeridi, limanlar ve kara sınırları üzerinde sıkı kontrol uygulanması, Lübnan’a “ılımlı” bir cumhurbaşkanı seçilmesi gibi talepler yer alıyor. Ayrıca, Birleşmiş Milletlere bağlı UNIFIL güçlerinin görevinde köklü değişiklikler yapılması ve yeni görevler verilmesi de şartlar arasında. Bu, UNIFIL’in misyonunun temelinin değiştirilmesiyle ilgili olarak 1701 sayılı Karar’da önemli değişiklikler yapılması anlamına gelecektir. Sonuç olarak, bu şartlar Lübnan’a tam bir teslimiyeti dayatıyor ve ülkenin egemenliğini zayıflatıyor.
Kısacası, Amerikan müzakerecisi, savaşın sonuçları henüz belirlenmemişken, galibin şartlarını mağluba dayatmaya çalışıyor. İsrail’in güney sınırında başlattığı kara harekatı, başlamasından üç haftadan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ zorluklarla karşılaşıyor ve bu durum İsrail için giderek daha utanç verici hale geliyor. Bu nedenle, savaşın şimdiye kadar başaramadığını diplomatik yolla elde etmeye çalışma girişimi başarısız olacaktır. “Ateş altında müzakere” ve askeri baskı yoluyla sonuç alma söylemi, Gazze’de olduğu gibi burada da başarılı olmayacak. Son sözü yine sahadaki gelişmeler söyleyecek ve nihai kararı da o verecek.
BERRİ: ATEŞ ÇEMBERİYLE ÇEVRİLİYKEN MÜZAKERE YOK
Nikolas NASSİF
Al Ahbar/Lübnan
Berri, Hochstein’a, İsrail’e iletmesi için net bir mesaj verdi. Mesajın içeriği ise şuydu: “Lübnan, 2006 yılından beri herhangi bir değişiklik olmaksızın 1701 sayılı Karar’a bağlı kalmaktadır ve bu kararın ilgili taraflarca tamamen uygulanmasını talep ediyor. Hiçbir ek, değişiklik veya ek madde yok; karar, olduğu gibi geçerlidir. Ben onların ‘plus’ dediklerini tanımıyorum. Karar olduğu gibi kalmalıdır.”
Meclis Başkanına göre, Hochstein, herhangi bir yorumda bulunmadan Lübnan’ın resmi pozisyonunu İsrail’e ileteceğini ve “birkaç gün içinde” geri döneceğini söyledi. Berri, kendisini neyin beklediğini tahmin ederek hemen şu yanıtı verdi: “İsrailliler yanıt vermekte acele etmiş olabilir, çünkü yanıtları ertesi gün (salı) bize ulaşmaya başladı bile. Güneyde yaptıkları, özellikle Nabatiye’deki ve tamamen ailelerin yok edildiği olaylar, bize ne istediklerini gösteriyor. Gerçekten inanılmaz bir durum yaşanıyor. Binaları, içinde yaşayan insanlarla birlikte yok ediyorlar.”
Berri, müzakerelerin şartının “tam ve derhal ateşkes” olduğunu belirtti. Lübnan’ın 1701 sayılı Karar’ı uygulamaya geri dönme konusundaki isteğini ilk belirten taraf olduğunu hatırlatarak, “Ateş çemberiyle çevriliyken müzakere yapmam, İsrail’in istediği gibi ateşkes sağlanmadan da müzakereler olmayacak” dedi.
Meclis Başkanının bahsettiği konudan birkaç önemli gözlem çıkarılabilir:
Birincisi, Berri’nin 1701 sayılı Karar’a bağlılığı, İsrail’in yalnızca Hizbullah’a değil, tüm Lübnan’a karşı savaşını sürdürdüğünü anlamasından kaynaklanıyor. Güç dengesizliği ve İsrail’in ateş gücü üstünlüğü, 2006-2023 yılları arasında uygulanan 1701 sayılı Karar’a kolayca geri dönmeyi engelliyor. İsrail’in de bu döneme geri dönmek istemediği, aksine mekanizmalara ek sınırlamalar ekleyerek kuzey güvenliğini savunma bahanesiyle, Lübnan-Suriye sınırını kontrol etme ve Hizbullah’ın silahlanmasını engelleme hakkı gibi yetkiler talep ettiği görülüyor.
İkinci olarak, başkanlık seçimlerine iki haftadan az bir süre kala Amerikalılarla diyalog hâlâ açık ve devam ediyor. Hochstein, yönetiminin ABD seçimlerinden önce bir ateşkese varma vizyonunda ısrar ederek bunu dile getirmiştir. Ancak ziyaretçi, Lübnan’ı, Hizbullah’ı ve Lübnanlıları azarlarcasına, Beyrut’a daha önce yaptığı ziyaretlerde onları ülkenin geldiği noktaya gelmemeleri konusunda uyardığını hatırlatmaktan da geri durmadı. Ayrıca, İsrail’in güç kullanarak dayattığı yeni askeri gerçekler sonucu Lübnan’ın müzakerelerde, 1701 sayılı Karar’ın farklı bir şekilde uygulanmasına ilişkin herhangi bir koşul öne sürme gücünü yitirdiğini öne sürdü. Meclis Başkanı Berri ise direnişin direncini koruduğu ve İsrail’in güneyde ilerleyemediği, ayrıca Hizbullah’ın İsrail içindeki uzak noktalara acı verici darbeler indirme kapasitesini ve silahlarını kaybetmediğini belirterek “Ne İsrail savaşı kazandı ne de Hizbullah savaşı kaybetti” diyerek karşılık verdi.
Üçüncü olarak, Berri, ateşkesin sağlanması ve Lübnan-İsrail sınırındaki istikrara geçiş için tek referansın 1701 sayılı Karar olduğunu vurguluyor. 1559 sayılı kararı tartışma dışı bırakıyor; bir yandan bunun zamanının geçtiğini belirtiyor, diğer yandan ise 1701 sayılı Karar’da sadece önceki Birleşmiş Milletler kararlarına bir atıf olarak yer aldığını ifade ediyor. Bu şekilde, 1559’un uygulanmasına yönelik çağrıları zayıflatmaya çalışıyor. Berri ve Başbakan Necib Mikati, ardışık hükümetlerin bakanlar kurulu bildirilerinde ortak bir tutum sergilendiğine işaret ediyorlar. Bu bildirilerde, bilinçli olarak 1559 sayılı karara verilen yanıtta, milisler ile direniş güçleri arasında ayrım yapılıyor. Bu tutum, kararda öngörülen silahsızlanmaya karşı dolaylı bir yanıt niteliğinde olup, direnişin meşru olduğu ve milislerden farklı olduğu vurgusunu içeriyor.
Bu görüş, Hizbullah’a dair temel siyasi aktörler arasında süregelen bölünme nedeniyle ulusal çapta tam bir karşılık bulamadı. El Aksa Tufanı operasyonunun başlamasından bu yana, muhalif Hristiyan partiler, Hizbullah’ı Lübnan’ı kaçınılmaz bir savaşa sürüklemekle suçladı; bu savaş, 23 Eylül’den sonra yıkıcı bir gerçeklik haline geldi. Zaman zaman, eski İlerici Sosyalist Parti Lideri Velid Canbolat da bu görüşe katıldı. Hizbullah’ın son müttefiklerinden biri olan Özgür Yurtsever Hareket Lideri Milletvekili Cibran Basil de birkaç gün önce bu gruba katıldı.
1701 SAYILI KARAR’IN YENİ FORMÜLASYONU
İbrahim EMİN
Al Ahbar/Lübnan
Al Ahbar gazetesinin Arap diplomatik kaynaklardan edindiği bilgiye göre, ABD’nin Başkanlık Özel Elçisi Amos Hochstein, Beyrut’a gelmeden önce İsrail tarafıyla yoğun temaslar gerçekleştirdi. Tel Aviv’deki yetkililerden aldığı, “Kendi şartlarını karşılamayan hiçbir anlaşmaya varmayı düşünmediklerini ve tam bir anlaşma olmadan ateşkesin gerçekleşmeyeceği” bilgisini verdi.
Kaynaklar, Hochstein ve ekibinin diplomatik dilde bir “çalışma kağıdı” hazırlamakla meşgul olduğunu, ancak İsrail’in taleplerini Lübnan’a kabul ettirecek bir formül bulamadığını söylüyor. Beyrut’u ziyaretinden önce, diplomatik çevreler ve Beyrut’taki Amerikan Büyükelçiliğinin Lisa Johnson liderliğindeki ekibi aracılığıyla çeşitli Lübnanlı taraflara, Lübnan’ın “Çok fazla tartışacak bir konumda olmadığını” ve öneriyi kabul etmemesinin “Savaşın devam edeceği ve daha da sertleşeceği” anlamına geleceğini iletti. Düşman (İsrail), El-Kard el-Hasan Derneğinin ofislerini yok etme bahanesiyle güney banliyöleri, Bekaa ve güneydeki konutları hedef alan acımasız baskınlarla ABD elçisine bir gece boyunca destek verdi.
TESLİM OLMA TEKLİFİ
Kaynaklar, Hochstein’in 1701 sayılı Karar için farklı prensiplere dayanan yeni bir öneri sunduğunu belirtti. Önerilen değişikliklerin yalnızca uygulama mekanizmasıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda görevin temelini de kapsadığını ifade ettiler. Kaynaklara göre, ABD-İsrail elçisinin sunduğu belgede, karar tasarısının giriş metninin “Lübnan ile İsrail arasındaki sınırda barışın tesis edilmesini ve bu sınıra yakın Lübnan bölgelerinde herhangi bir silahlı varlığın engellenmesini amaçlayan” bir karar tasarısı olarak değiştirilmesi talep ediliyor. İkinci bir noktada ise, “Uluslararası karar alma yetkisinin coğrafi kapsamının, Litani Nehri’nin kuzeyine doğru en az iki kilometre kadar genişletilmesi” talep ediliyor. Ayrıca, “Barış gücü kapsamında görev yapan uluslararası kuvvetlerin sayısında önemli bir artış sağlanması ve o bölgede konuşlandırılması beklenen Lübnan ordusu birliklerinin sayısının artırılması” gerektiği belirtiliyor.
Hochstein’ın belgesinde ek olarak, “Uluslararası güçlerin görevlerinin, içinde silah bulunduğundan şüphelenilen herhangi bir nokta, araç, alan ya da evi arama hakkını, Lübnan makamlarının iznine ihtiyaç duymaksızın karar kapsamındaki herhangi bir bölgede habersiz devriye gezme hakkını ve uluslararası güçlerin kararın coğrafi kapsamına giren tüm bölgelerde sürekli bir insansız hava aracı araştırması yapabilmesini ve özel mülkiyete girmeye karar verirlerse bunu Lübnan ordusuyla iş birliği içinde yapma hakkına sahip olmalarını içerecek şekilde genişletilmesi” de yer alıyor. Aynı zamanda, “Uluslararası acil durum güçlerinin görev alanının güneyden kuzeye Lübnan kıyılarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi, Lübnan limanlarının ve bu limanlara giden gemilerin, özellikle de uluslararası güçlerin konuşlandığı bölgelerde kimlik kontrolü yapma hakkının tanınması”nı da içeriyor. Aktif ya da kapalı sivil havaalanlarında gözetleme ekiplerinin konuşlandırılması ve kuzeyde Akkar’dan güneyde Bekaa ve Raşaya’nın batısına kadar Lübnan’ın Suriye ile olan kara sınırları boyunca gözlem kuleleri ve kontrol noktalarının konuşlandırılması” istenmektedir.
DİRENİŞİN KONUMUNUN ARAŞTIRILMASI
ABD elçisi, duyduğu yanıtların türünü inceleyerek “direnişin zayıflığının boyutlarını” keşfetmeye çalıştı. İlgili kaynaklar, Amerikalıların “Konunun, düşmanın yürüttüğü kapsamlı ve sert bir savaşla eş zamanlı olarak diplomatik bir mücadele olduğu konusunda bilgi sahibi olduklarını” belirtiyorlar. Dolayısıyla, “Lübnan’ın ve direnişin kaderine karar verecek olanların kendileri olduğunu düşünen yerel tarafların tüm söylemlerine rağmen direnişin pozisyonunun temel olmaya devam ettiğini” söylüyorlar.
Edinilen bilgiye göre, Lübnan’ın pozisyonunu destekleyen sabit ilkeler, “Eğer Amerika Birleşik Devletleri, Hochstein’in kendisi aracılığıyla, 1701 sayılı Karar’ın iki tarafça da saygı görmediğini ve uygulanma mekanizmalarında değişiklikler gerektirdiğini açıklamışsa, Lübnan bu prensibe karşı çıkmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletlerin İsrail’in her türlü kara, deniz ve hava ihlalinin durdurulmasını kesin olarak garanti edecek yeni bir mekanizma sunması gerektiğini düşünmektedir” şeklindedir.
Bu ilk ilkeler şunlara işaret ediyor:
Birincisi: Herhangi bir tartışma ya da görüşme, direniş silahlarını 1701 sayılı Karar’ın coğrafi kapsamı dışında ele alamaz ve bu kapsamın herhangi bir bahane ile genişletilmesi mümkün değil.
İkincisi: Uluslararası güçlerin veya herhangi bir yabancı gücün Suriye sınırına konuşlandırılmasının kesin olarak reddedilmesi. Bu her şeyden önce Lübnan egemenliğine aykırıdır. Ayrıca Lübnan Anayasası’nda ayrı ilişkiler olarak tanımlanan Lübnan-Suriye ilişkilerinin niteliği, Lübnan’ın sadece Suriye’nin bilgisi dahilinde değil, onun onayı olmadan bu tür bir adım atmasını engellemektedir. Amerikalıların bu konuyu gündeme getirirken sinsi bir yaklaşım sergilediği, aslında Suriye’deki önemli Rus üslerine yakın bölgelere Avrupa kuvvetlerini getirmek istedikleri biliniyor.
Üçüncüsü: BM Güvenlik Konseyi ya da büyük güçler, Lübnan’ın tam onayını almadan, bu ülkenin kimliği ne olursa olsun uluslararası kuvvetlerde görev alacak yeni bir ülke ekleyemez.
Dördüncüsü: “Kararın uygulanmasının denetlenmesi”nden bahsetmek, açıkça Amerikan tarafının 2006 yılında 1701 sayılı Karar’ın yayımlanmasından önce yapılan müzakereler sırasında önerdiği şeye tamamen geri dönme girişimi anlamına geliyor.
Pratikte bu, uluslararası güçlerin tüm çalışma mekanizmalarının Amerikan ve İngiliz denetimi altında olacağı anlamına gelmektedir. Direniş bunu temelde reddetmektedir ve uluslararası kararın uygulanmasıyla görevlendirilecek uluslararası güçlerin ya da Lübnan ordu güçlerinin çalışmalarının denetlenmesinde Amerikan, İngiliz ve hatta Alman rolünü hiçbir koşulda kabul etmeyeceğini ilgililere bildirmiştir. Özellikle bu ülkeler tarafından denetlenmesi, otomatik olarak İsrail düşmanı tarafından denetlenmesi anlamına gelmektedir ki bu da her iki tarafa da uygulama mekanizmaları dayatan kararın özüne darbe vurmaktadır.