Türk-İş mitingi ve sonrasına dair
Şimdi fabrikalarda, iş yerlerinde tartışmalar yürütmek, sendikacıların kafa karıştırıcı söylemleri yerine işçilerin basit olanı yani kendi komitelerini kurması ve gidişata müdahale etmesi zamanıdır.
Fotoğraf: Emin Sansar/AA
Ömer YALÇINTAŞ
Gazetemizde geniş yer bulan Türk-İş mitingi ve işçilerin taleplerinin nasıl karşılanacağı üzerine tartışmalar sürüyor. İşçiler içinde yaygın olarak süren yoksullaşma ve nedenleri üzerinden yaşanan öfkenin yansıması olarak yapılmak zorunda kalınan ve 1 Mayıslar sayılmazsa son 20 yılın en büyük mitingi yapıldı diyebiliriz. Ekonomik talepler üzerinden gelişen ve büyüyen öfkeler sonucunda yapıldı. Ama aynı zamanda taleplerin iletildiği yerin siyasal iktidar olması, “hükümet istifa”, Ankara Ankara duy sesimizi bu gelen işçinin ayak sesleri”, “Hükümet şaşırma sabrımızı taşırma” türünden sloganlarla uzun yılların ardından, en azından Türk-İş açısından istemese de siyasi iktidarı eleştiri dozu yüksek sloganların genişçe işçi grupları tarafından dillendirildiği bir mitinge de dönüştü diyebiliriz. Bürokrasi miting tercihi yapmak istemezdi elbette ama zorunda kaldı. Öyle ki; son kertede ülkede burjuvazinin ve siyasetçilerinin sıkıştıkları bir sır değil. Emekçileri sandıkla kandırabileceklerine dair oluşan kanaatin ortadan kalkmaya başladığı, iktidarın sorgulandığı hatta ciddi tepkilerle karşılaşmaya başladığı da biliniyor, görülüyor. Aynı zamanda arka bahçesi haline getirdikleri sendikal bürokrasiye de yönelen bu tepkiler son tahlilde bu merkezi miting öncesi tartışılan olgulardı.
Başta Türk-İş bürokrasisi olmak üzere, yapılan kimi mitingler de ortaya çıkan işçi öfkesinin boşaltılması hep akıllarında olagelmiştir. Aynı zamanda, son 20 yıldır tepkilerin en azından siyaseten emildiği ve kitle tepkisinin tabiri caizse felç edildiği bir dönem yaşanmamıştı. Bu geçmişi düşününce son miting bu dönemin kapatılmak istendiğinin de belirtilerini taşımasıyla da ayırt edici oldu.
İşçilerin yaşam koşulları, ekonominin ve yönlendirici siyasetinin bu denli baskıcı olduğu bir dönemden geçse de AKP’li yılların sorgulanarak tepkilerin artma eğiliminde olduğunu gördüğümüz örnekler artmaya başlamıştı. Ve sorunlar yardımlarla vs. halledilemez biçimde boyutlanırken; artık bıçağın gerçek anlamda kemiği delip geçtiği bu dönemde öfkelerin değişik, lokal, zayıf ama yaygın biçimler alarak ortaya çıkması da kaçınılmaz oldu.
Öyle ki; son aylarda sermaye örgütlerinin TÜSİAD, TOBB gibi ağa babaları da tabanda gelişen öfkenin boyutlanabileceği kokusunu almış olmalılar ki kendi toplantılarında bile; işçilerin vergi vb. konularda rahatlatılmasını bizzat destekledikleri iktidardan talep eder duruma gelmişlerdir. Elbette uygulanan ekonomik programın devamını da isteyen bu büyük kapitalist örgütler, aynı zamanda kendilerine de yeni teşvikler, kolaylıklar istemekten de geri durmadılar. Kârlarını katlamak adına işçileri ve öfkelerini de rölantiye alıp soğutmanın planlanmasını istediler, istiyorlar.
ŞİMDİ TARTIŞMA ZAMANI
İşçiler ne yapacak da haklarını alıp, yeni saldırılara karşı koyacak? İşçi sınıfı tarihinin en temel sorularından olan ve çözümünün sayısız kez ispatlandığı bir şeyden bahsediyoruz. Patronlardan, kamu işverenlerinden çoğunlukla habersiz ve en geniş işçi onayıyla sağlanabilecek iş yeri işçi birlikleri (komiteler) ile çözüme ulaşmak kolay olacaktır. O kadar ki bu birlik sağlanabildiğinde hiç kuşkusuz patronların, hükümetlerin bir dediğini iki etmeyen sendikal bürokrasiyi de alaşağı etmek kolaylaşacaktır.
Kuşkusuz bunu yaparken işçilerin önüne sayısız engel çıkarılmaktadır. İşten atma tehditleri, sürgünler, ispiyonlanmak, tazminatsız atılma korkusu vb.
Elbette mücadeleye atılmadan da bu sorunları tekil olarak yaşıyor işçiler. Destek ve birliği olmayınca “Her koyun kendi bacağından asılır” misali işini sadece adliye koridorlarında halletmeye çabalayıp, şahit bulmak için kılı kırk yarıyoruz. Bu bir mücadele yöntemi olsa da en etkilisi olan birlik sağlayarak patronların ve her türden sendika bürokrasisinin karşısına dikilmek, haklarını birliğini sağlayıp söküp almak olmalıdır elbette. İşçiler sınıf olma duygusu ile harekete geçince patronlar ve hükümetleri için de tehlike çanları çalar. Öyle ki harekete geçen, örgütlü birliğini az çok sağlamış bir işçi sınıfı siyasi olarak da iktidarları zora sokar ve kendi siyasetini kavramaya yönelir. İşçilerin bu anlamda pratik mücadelesi öğreticidir, ama bu mücadelesinde onun en büyük yardımcısı, yol göstericisi işçilerin partisidir, olmak zorundadır.
BASİT, İŞ ÇÖZEN, İŞ YERİ İŞÇİ BİRLİKLERİ İÇİN MÜCADELEYE
Sendika bürokrasisi, ağaları bahsettiğimiz bu tehlikenin farkındadır. Harekete geçen işçi sınıfının çok hızlı öğreneceğini, sınıf siyasetiyle buluşabileceğini tarihten öğrenmiş ve buna yönelik dersler çıkarmışlardır. Bu anlamda; bulup uyguladıkları en önemli derslerinin başında işçilerin gazını alacak, “Yaptık olmuyor” dedirterek umutsuzluk yayacak, üretim sürecini etkileyen iş durdurmalar, genel grevlerden kaçınacak, “doldur boşalt” eylemler/mitinglerdir. Burada söylediklerimiz işçileri, “Bu mitinglerin yapılmaması gerekir” sonucuna götürmemelidir. Çünkü her eylemin içinden geçilen ekonomik siyasi koşulların sorgulanmasını kolaylaştıracağını da bilmek gerekir. Yoksa sendika bürokratları eylem, miting yapmak ister mi? Burada görev; olup bitenin doğru kavranabilmesi için, ileri ve öncü işçilerle işçilerin partisine düşmektedir.
Son mitingin yapılmasını sağlayan da kuşkusuz başta söylendiği gibi işçilerin dalga dalga yayılan ama henüz birleşik güçlü olmasa da yaygın öfkeleridir, direnişleridir. İşçileri yıllardır hareketsiz bırakarak, sadece yasalarla ve kurumlarıyla iş tutarak işçi sınıfının sorunlarının çözüleceği beklentisini yaratan sendikal bürokrasi bu anlamda başarılı olmuştur. Ama son yıllarda işçilerin yayılan öfkesi, direnişleri önümüzdeki dönem bürokratların işlerinin kolay olmayacağını gösteriyor. Şimdi yerellerde, illerde, fabrikalarda, iş yerlerinde tartışmalar yürütmek, sendikacıların kahredici, kafa karıştırıcı söylemleri yerine işçilerin basit olanı yani kendi komitelerini kurması ve gidişata müdahale etmesi zamanıdır. Zira süren toplu iş sözleşmeleri, 1 milyonu aşan kamu işçilerinin başlayacak sözleşmeleri, süren grev ve direnişler, ülke içi ve dışını kavuran, kapitalistlerin, emperyalistlerin çıkarından başkaca işe yaramayan savaşlar devam ederken işçilerin birliği en önemli sorunumuz olmaya devam ediyor.
Ülkenin siyaseten de başrolde olması gereken işçi sınıfının hakları, talepleri temelinde girdiği mücadelesinin bu alana genişlemesi hiç kuşkusuz ihtiyaçtır. Gerçek anlamda iş ekmek mücadelesi ile barış ve özgürlük mücadelesinin birleşmesi gerekiyor ki; burjuva sınıfı ve siyasi temsilcileri ile koltuk değnekliği yapan sendikal bürokrasiyi de etkisiz kılalım.
Son miting sonrası doğru dersler çıkararak bu yolda ilerlemeyi görev bilmek gerekmektedir.