TÜRK-İŞ Ankara mitingi: İşçilerin öfkesi gençlerin öfkesi
İşçilerin Ankara’da sarı sendika ve iktidara yönelttiği öfke ve bu öfkenin oluşturacağı kazanımlar, öğrencilerin sisteme biriktirdiği öfkelerinin yol açacağı kazanımıyla içkindir.

Fotoğraf: Evrensel
Hacettepe Üniversitesi
Doğa BAYBUĞA
20 Ekim Pazar günü Ankara Tandoğan’da TÜRK-İŞ’in çağrısı ile yüz binden fazla işçi “zordayız, geçinemiyoruz” mitinginde buluşmuştu. Mitingde pek çok farklı talep öne çıkarken vergide adalet, taşeron işçilere kadro, ücretlerin arttırılması talepleri ön plandaydı. Yükü işçilere yüklenen ve keskinliği giderek artan ekonomik kriz, işçi sınıfının yoksullukla boğuştuğu, güvencesiz ve baskıcı ortamlarda çalışmak zorunda kaldığı, sendika korkusundan toplu işten atmaların gerçekleştiği bir süreci de beraberinde getiriyor. İşçiler bu sorunlar karşısında oldukça pasif olan sendika yönetimine ve bu sorunların yaratıcısı olarak gördükleri iktidara yönelik öfkelerini istifa talepleriyle yansıtıyorlardı.
Sendika ve iktidara yönelik öfke bir anda ortaya çıkmadı. Bundan dolayı mitingin önceki TÜRK-İŞ, HAK-İŞ mitinglerinden çok daha kuvvetli geçmesinin sebebini aramamız gerekiyor.
ÖFKENİN KAYNAĞI
Şimşek programı süreci olarak adlandırabileceğimiz süreç, iktidarın seçim sonrasında kuvvetlendirdiğini düşündüğü pozisyonuna güvenle başladı. Örneğin seçim öncesinde ara zam yapılması tartışılmaksızın yapılırken, bu yıl ara zam talebi yükseltilmesine rağmen yapılmadı. Bunun yanındaysa iktidar sanayici ortaklarının vergi borçlarını affederken oldukça rahattı. Yani genel olarak iktidarın seçim öncesi sürdürdüğü programın yükü emekçilere yüklendi.
Bu noktada da sendikaların rolü oldukça kritik. Yoğun saldırının karşısında Türkiye en aktif grev/direniş dönemlerinden birini geçiriyor. Sektör fark etmeksizin işçiler vergi borçları affedilen o patronların kolluk kuvvetlerine, grev kırıcılık gibi hukuksuzluklara karşı oldukça aktif bir şekilde mücadele de veriyor. Sendikalarsa bu kritik dönemeçte işçilerin zorlaması dışında -hem doğal olarak, hem de iktidara olan yakınlıkları sebebiyle- hareket etmiyorlar, hareket ettiğindeyse işçilerin taleplerinin “gazını alır” pozisyonda oluyorlardı. Örneğin Ankara mitinginin öncesinde yapılan mitingler, birçok sendika temsilciliğinde, fabrikalarda duyurulmamış, eylemi başka şekilde duyan işçiler kendi inisiyatifleriyle katılmıştı. Bu ve toplu iş sözleşmelerinde işçi katılımının önemsenmemesi, koltuk sevdası olan yöneticiler ve daha birçok etmen sendikaya olan öfkeyi doğurdu.
Dile kolay yüz binlerce işçinin Türkiye’nin dört bir yanından gelip yaptığı görkemli buluşma işte buradan doğan öfkeyle yapıldı.
İŞÇİLERLE GENÇLERİN BAĞLANTISI NE?
Bugün gençliğin talep ve özlemlerini göz önünden geçirdiğimizde de hemen hemen tamamının sınıfsal bir zeminde ortaklaştığını görebiliyoruz. Gelecek kaygısı, ekonomik zorluklar, sosyal imkansızlıklar, eğitimin her gün egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda yeniden üretilmesi, genç kadınların toplumsal yaşamda yaşadıkları sorunlar gibi pek çok örnek kapitalist güç ilişkileri ekseninde hâkim sınıfın çıkarları doğrultusunda şekillenmekte. İşçilerin ücretlerinden kesilen vergiler, üniversitelerin bütçelerinin öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda harcanmaması, her gün daha da artan işsizlik oranları bir yana dursun, patronların silinen vergi borçları, verilen teşvikler, ihale yolu ile yandaş firmalara sunularak özelleştirilen fabrikalar ve araziler, bize devletin de hangi sınıfın safında durduğunu açıkça gösteriyor.
Bugün Ankara mitingine gelen mühendisler bir yandan geçinemediklerinden, ülkenin savunma sanayine her gün yeni yatırımlar yaparken mühendislerin darda olduklarından bahsederken bizler üniversite sıralarında çok çalışırsak ileride rahat edeceğimiz avuntusu ile eğitime devam ediyoruz. Bugün hayatı üretenler Ankara meydanlarında yan yana gelen, greve çıktıkları için gözaltına alınan emekçiler, üniversitelerinde ve liselerinde bir sıra arkadaşını daha kaybetmemek için mücadele eden öğrencilerken; Hayatı yaşayanlarsa kürsülerde naralar atan patronlar, o patronların karşısında işçisini gözetmeyen memurlar ve sermayeden başkası değil. İşçiler üretim araçlarını ellerinde bulunduran hâkim sınıfı zengin etmek için sömürülürken bizler; yani geleceğin ve bugünün üreticileri de egemen sınıfı yarın daha da zengin etmek için yetiştiriliyoruz. Emekçi halk kesimlerini gençliği her gün daha da sömürerek kendini var etme zorunluluğu taşıyan burjuvazi karşısında gençliğin kurtuluş yolu da ancak işçi sınıfının mücadelesinin kazanımları ile mümkün.
Evrensel'i Takip Et