Bulunduğumuz çıkmazdan eğitimden tasarrufla mı çıkacağız?
Çözüm olarak sunulan Kamuda Tasarruf Paketi yoksullaşmayı ivmelendiriyor, gerçek bir çözüm önerisi sunmayı vaat edemiyor.
Memduh BİLGİLİ
ODTÜ
2017’den beri süregelen hayat pahalılığı hız kesmeden ceplerimizi boşaltmaya devam ediyor. Temel gıda ürünlerinden hijyen malzemelerine, barınma ve ulaşıma dek birçok temel hakka erişim Türkiye’nin geniş kitleleri açısından sağlanamıyor. Son bir yıllık enflasyon Eylül 2024 itibariyle ENAG verilerine göre yüzde 88,63’ken asgari ücrete gelen yılbaşı zammındaki artış yalnızca yüzde 49,11 dolaylarındaydı. Aradaki yüzde 40’a tekabül eden boşluğa rağmen temmuzda ara zam yapılmayarak enflasyon altında emekçilerin reel ücretleri baskılanmaya devam etti. Öğrenciler, erişmek istedikleri yaşam standardının yakınından bile geçemiyor. Bütçe kullanımının öğrenciden yana olmayışı, iktidarın verdiği her demeçte yüzümüze çarpmakta. Bir yandan işçi hareketinden, halk eylemlerinden ve sandıktan çıkacak sonuçtan korkan iktidar öbür yandan koltuğunu sarsacak hamlelere karşı kendi propagandasını güçlendirmek için İletişim Başkanlığı’na halkın vergisinden dağıtmaktan geri durmuyor. Ekonomik darboğaz, Erdoğan’ı zor durumda bırakıyor ve AKP-MHP iktidarı bu noktada ekonomi politikalarına dair karşılık bulacak yeni söylem arayışına giriyor.
BİZE “ACI REÇETE” SERMAYEYE TEŞVİK
Bu bunalım haline bir çözüm olarak iktidar tarafından propaganda edilen çözüm önerisiyse 12. Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ve Tasarruf Paketi olarak gözüküyor. 2025 yılı bütçesi de 2024 bütçesi gibi 90’lı yıllardan beri pek meşhur olan mevzubahis “acı reçetelere” uygun biçimde tasarlanarak iktidar tarafından bir yıl boyunca işletilmek isteniyor. Mehmet Şimşek ve ekibi, vergi gelirinin tabana yayıldığı bir ekonomiyle Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulacağını iddia ediyor. Şimşek, verginin sermayeden tahsil edilmediği bir Türkiye’nin daha müreffeh olacağını televizyon programlarında övünerek anlatmakta. Emekçinin ve gençliğin yoksulluğunun çözümünün daha da ivmeli bir yoksullaşmayla sağlanacağı iddiasıysa birçok muhalif iktisatçı tarafından da ne komiktir ki hoş karşılanmakta. Bir yandan %70’e dayanan dolaylı vergilerle devlet finanse edilirken öbür yandan savunma sanayi firmaları, finansal kuruluşlar, büyük tedarik zincirleri burunlarından kıl aldırmıyor. Bayraktar Kardeşler Türkiye’nin vergi rekortmenleri olmakla övünüyorken “Devletten aldığımız bir kaynak yok.” diyerek televizyonlarda açıklamalarda bulunuyorlardı. Halbuki Resmî Gazete’de açıklanan Bayraktar’a gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası ve iadesi, 10 yıl sigorta primi işveren hissesi desteği, 10 yıl gelir vergisi stopajı desteği, Esenyurt ve Çorlu’da yatırım yeri tahsisi Bayraktarların söylediklerine denk düşmüyor. Bizden toplanan vergiler, silah üretimine hibe edilmek için hazineye yatırılıyor. Emekçiler ve öğrenciler için ayrılması gereken bütçe, devlet aracılığıyla sermayenin ve özellikle savaş sanayisinin imdadına koşuyor.
EKONOMİ POLİTİKALARIN ÜNİVERSİTELERİMDE YANSIMASI
Tasarlanan bütçede Türkiye ekonomisi için yapılan planların asıl yansımalarından birisi de üniversitelerde ortaya çıkıyor. Kamuda Tasarruf Paketi’nin yürürlüğe girmesinin hemen akabinde öğrencilerin eğitimlerini sürdürebilmek için gereksinimleri olan materyallere erişimi dahi kasıtlı bir politik tutum olarak karşılanmamakta. Laboratuvarlarında cam pipet, atölyelerinde karton ve kütüphanelerinde kitap olmayan devlet üniversitelerimizde yeni savaş uçaklarının planları için astronomik sayılarda fonlar ayrılmakta. Üniversite revirlerinde maske, yara bandı ve tentürdiyot gibi en acil ihtiyaç olan ekipmanlar dahi “Bütçe yok.” bahanesiyle tedarik edilmiyor. Öğrenci toplulukları etkinlik yapmak istediklerinde idarecilerden hep benzer cevaplar alıyorlar, “Tasarruf paketi kapsamında bütçemiz artırılmadı. Biz de zor durumdayız, anlayışla karşılayın.” Halbuki kariyer toplulukları ve iktidarın lehine proje ve makalelerle çalışmalar yürüten mühendislik toplulukları böyle bahanelerle karşılaşmıyorlar. Tahmin edersiniz ki karton, yara bandı ve kitap gibi temel ürünler pahalı materyaller değiller ama en temel ve ucuz ihtiyaçlara dahi bütçe ayırmayan bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar, maksadı tutumluluk olarak göstererek üniversiteleri istediği gibi şekillendirmek için kollarını sıvıyor. “Yerli ve milli” etkinlikler için bütçe ayırması zor değilken kültür, spor ve sanat toplulukları bütçe eksikliği sebebiyle ciddi bir baskıyla karşı karşıya.
Üniversite bütçelerinin planlarının böyle şekillenmesini iktidarın iş bilmezliği, liyakatsizliği ya da yolsuzluğu olarak ele almak gerçekliği ıskalamamızı sağlar. Gerçeklik, öğrencilerin lehine olan harcamaları engelleyerek o finansmanı sermayenin lehine kullanmak. Gerçeklik, politik bir tercih olarak en ufak gider kalemlerinin musluklarını kapatıp bütçe bahanesiyle yıldırmak ve sindirmek. Yurtlara sabun ve peçete, ulaşım için öğrenci servisleri ve yemekhanelere bir ek öğün koymak iktidarın finanse etmekte zorlanacakları hizmetler değiller. 2025 yılı için ayrılan 14 trilyon 731 milyar liralık bütçede öğrencilerin en acil ihtiyaçlarına yer vermemek ne tesadüf ne de iş bilmezliktir. Sermayeye yönelik vergi afları ve sübvansiyonlara bir yandan bakarsak, diğer yandan sabunu ve kaloriferi olmayan okulları baktığımızda “Bütçe yok” demek gerçeklikle örtüşmez. Öğrencilerin en yakıcı taleplerini yanıtsız bırakmak neoliberal politikaların yürütülmesi, savaş ve sömürü ekonomisinin işletilmesi için elzemdir. Öğrenciye temin edilmeyen hijyen ürünleri, yakılmayan kalorifer bir ülkedeki bütçe açığını çözecek kadar güçlü masraflar değiller. Buradaki amaç, bütçe açığı bahanesiyle eğitim hakkına yönelik saldırıyı kuvvetlendirmektir. Öğrencilerin eğitim hakkına dönük saldırı, Erdoğan-Şimşek Programı’nın bir önceliği olarak gözler önündedir. Türkiye yoksullaşmasının çözümü olarak sunulan Kamuda Tasarruf Paketi yoksullaşmayı ivmelendiriyor, gerçek bir çözüm önerisi sunmayı vaat edemiyor.
-Bu yazım, arkadaşımız Gözde’nin anısınadır. Gözde’nin mücadelesini sürdüreceğiz.
Evrensel'i Takip Et