Cumhuriyet dönemi eğitim ve eğitimin sınıfsal karakteri
Her sistemin yarattığı eğitim o sistemi yeniden üretmek için yaratılır. Kapitalizmin dar çerçevesinden çıkıp eğitimin özgürce gelişebileceği başka bir sisteme ihtiyacımız var.
Görsel: Pixabay
Dağlar Eren TEKŞEN
Boğaziçi Üniversitesi
Cumhuriyetin 101. yılı vesilesiyle Türkiye gençliği için eğitimin değişimi dönüşümü gençliğin ve onun mücadelesinin en önemli konularından birisi olmayı sürdürüyor. Eğitimin de diğer alanlar gibi piyasa açıldığı durum diğer birçok alanda olduğu gibi devam ediyor, sistemin tüm eşitsizliklerinin ve adaletsizliklerinin yansıdığı eğitim alanı da içinde bulunulan sistemden azade değil.
Öncelikle Cumhuriyet öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim, büyük ölçüde dini otoritelerin, özellikle ulema sınıfının kontrolü altındaydı ve feodal yapının devamlılığını sağlama amacı taşıyordu. Merkezi monarşi ve feodal beylerin kurduğu düzen her nasıl babadan oğula geçiyorsa, ulema sınıfı da benzer bir pratik benimsiyordu. Toplumsal tabakalar arasında geçişi sınırlandıran bu sistem, bireyleri mevcut sosyal ve ekonomik rolleri içinde tutmayı hedefliyordu. Eğitimin toplumun geniş kesimlerine ulaşamaması, halkın bilgiye erişimini saray ve eşrafında yoğunlaştırarak sınırlandırıyor, feodal hiyerarşinin sürekliliğini sağlıyordu. Toplumun büyük bir kısmı daha temel eğitimle tanışmamıştı. Eğitim, sadece belirli kesimlerin, özellikle din adamlarının ve bürokrasinin çıkarlarını koruyan bir araç olarak kullanılıyordu. Dünyada 19. yüzyılın sonunda Sanayi Devrimi’yle birlikte artık rüştünü ispatlayan kapitalist üretim biçimi ve ilişkilerden fazlaca kopuk olması, imparatorluğun sonunu getiren etmenlerden biriydi. Gerçekten de medreselerde ilahi düşünce ve pratiklerin tekrarı ya da yeniden üretiminden öte fazlaca bir şey yapılmayan Osmanlı’da, müderris ve suhte takımının yüksek öğretim adına topluma verebildiği fazlaca bir şey yoktu. Osmanlı topraklarında filizlenen yeni kapitalist ilişkiler için gereken işgücü, pratik bilgi, mesleki formasyon, yeni “çağdaş” değerleri bırakın üretmeyi, bunların gereklerini yerine getirecek yapısal ve kurumsal uyumu bile kendi içinde gerçekleştirememiştir.
CUMHURİYET DÖNEMİ: LAİKLİK, MODERNLEŞME VE KAPİTALİST DEVLETE HİZMET EDEN EĞİTİM
Avrupa’da çok daha erkenden burjuva devrimlerinin başlaması, farklı yollarla feodal sınıf yerine geçen burjuvazi ve örgütledikleri devlet biçimleri her alanda olduğu gibi eğitimde de paradigma değişimine sebep oldu. Burjuvazinin kendine yedeklediği toplumsal kesimler ve sınıflar -her ne kadar burjuvazi, devlet aygıtını ele geçirdikten sonra durumun öyle olmadığı anlaşılsa da- özgürlük, kardeşlik ve eşitlik vaadiyle ülkelerindeki monarşiyi ve aristokrasiyi mağlup ettiler. Artık toplumsal tabakalar arası geçişin en azından resmiyette ortadan kalkması kitlesel ve temel eğitimin ilk olanaklarını yarattı. Asıl olarak kapitalist sistemin gelişmiş üretim tekniklerine, ulaşım ve taşıma altyapılarının inşasına koşabileceği daha eğitimli bir işçi sınıfına duyulan ihtiyaç temel eğitimin kitleselleşmesine önayak oldu.
2. Meşrutiyet ve demokratik burjuva devriminin tamamlayıcısı olan Cumhuriyetin ilanıyla dini temelli eğitim yapısı büyük oranda terk edilerek laik ve Avrupa’daki gelişmeleri taklit eden bir inkılapçılık burada da benimsendi. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, kapitalist yolla kalkınma kararı ile pratik/pragmatik eğitim programı hedefi arasında doğrudan bir örtüşme olmuştu. Türkiye’yi acilen Batılı kapitalist dünyayla bütünleştirme, metropolün uygun bir çeperi haline getirme ihtiyacının damga vurduğu İzmir İktisat Kongresi’nde altı çizilen temel noktalardan biri, hem yerli burjuvazinin kendini hâkim kılacak bürokratik kararların alınması, hem de emperyalist tekellerle kurulacak ticari, sınaî ve mali ilişkileri çekip çevirecek yeterlikte elemanların “ulusal eğitim” içinde yetiştirilmesiydi. Eğitimdeki bu dönüşüm, bireylerin Cumhuriyet ideallerine bağlı, milliyetçi birer yurttaş olarak yetiştirilmesine de hizmet etti. Sadık ve üretken vatandaş-işçiler yetiştirmek sistemin ana amacı olarak ayarlandı.
NEOLİBERAL DÖNEM VE EĞİTİMİN PİYASALAŞMASI
’80’lerin Neoliberal politikaların Türkiye’ye yansıması, eğitimin de piyasa koşullarına göre yeniden şekillendirilmesine yol açtı. Türkiye’de kamu hizmetleri hızla özelleştirilirken eğitim de bu sürece dâhil edildi. Özel okulların, dershanelerin ve özel üniversitelerin yaygınlaşması, eğitimi giderek kamusal bir hak olmaktan çıkarıp bireysel bir yatırım alanına dönüştürdü. Bu süreçte eğitim, bireylerin ekonomik hayatta daha başarılı olmalarını sağlayan bir araç olarak tanımlandı; ancak bu, sosyal adalet ve eşitlik ilkelerinden uzaklaşılması anlamına geliyordu. Üniversite eğitimi, kişisel yatırım olarak değerlendirilmeye başlandı ve eğitim hizmetlerine erişim bireylerin ekonomik gücüyle sınırlı hale geldi. Bu, düşük gelirli kesimlerin nitelikli eğitime ulaşmasını zorlaştırırken, eğitimi sınıfsal eşitsizliklerin yeniden üretiminde önemli bir araç haline getirdi. Devlet, eğitimdeki rolünü giderek azalttı; bu, eğitimin metalaşmasına ve daha çok gelir sağlayan bir sektör olarak işlev görmesine neden oldu.
EĞİTİM NASIL ŞEKİLLENİR?
Eğitim ve yüksek öğretim bizzat emek gücü üretim alanı olduğu gibi, üniversiteler bilim, teknoloji, bilginin de üretim alanıdır. Kapitalizm açısından en kritik üretim kuvvetleri! Son dönem yükseköğrenimin geldiği duruma bakarsak dinamiklerin epey değiştiğini görebiliriz. 20-30 yıl öncesindeki gibi işçi-emekçi çocuklarının sınıf atlamasının ya da ortalamanın üzerinde ücretlerle çalışmasının yolu olduğuna inanılırdı. Üniversitelerin sınırlı sayıda ve nitelikli olduğu bir dönemde, küçük bir kesim için bu belki doğruydu. Ancak Marx’ın ortaya koyduğu ve günümüz kapitalizminin yüksek öğretimi de yaygınlaştırma ve yığınsallaştırma süreçlerinin sonuçlarından apaçık görüldüğü gibi, her düzeydeki eğitimin genelleştirilmesi, tam tersine, mevcut vasıflı, eğitimli, yüksek ücretli işçi kesimlerinin de vasıfsızlaştırılması (ya da vasıfların değersizleştirilmesi) yönünde etkide bulundu. Bir yandan da MESEM’ler teknokentler, STEM projeleri TÜSİAD’ın direkt desteklediği eğitim programları olarak eğitim ve üretimin entegrasyonuna yön verdi. Sermayenin pratik ihtiyaçlarına göre liseli öğrenciler temel eğitimlerinden oldu, üniversiteliler müfredatlarına müdahalelerle karşılaştı, kâr getirmeyen araştırma alanları kapandı.
Peki egemen sınıfın kendi çıkarları uğruna bükmediği bir eğitim nasıl mümkün olabilir. SSCB’nin eğitim politikalarının geneli üzerinden bir değerlendirme yapıldığında; yaşamın ve üretimin her alanıyla birleşmiş, kolektif bilincin geliştirilmesine ve bireylerin her türlü yeteneğinin açığa çıkarılıp geliştirilmesine hizmet eden ve halkın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal çok yönlü olarak, yaşam ve bilinç düzeyinin sürekli daha ileriye götürülmesine dayanan bir eğitim anlayışı olduğu söylenebilir. Sosyalizmin zaferi ve komünist toplumun kuruluşu da ancak sosyalist eğitim almış ve sınıf çıkarlarına bağlı devrimci bir ahlakla yetişmiş yeni kadrolar, yeni insanlarla mümkün olduğu açıktır.
Görüldüğü üzere her sistemin yarattığı eğitim o sistemi yeniden üretmek için kritik bir rol üstlenmiş ve sistemin kısa ve uzun vadeli amaçlarına göre şekillenmiştir. Toplumun ve üretimin gelişimi kapitalizmin dar çerçevesinde çıkıp özgürce gelişebileceği başka bir sistemde yeniden örgütlenmesi bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.
KAYNAKÇA:
https://www.ozgurlukdunyasi.org/2013/01/07/pragmatizm-pozitivizm-kemalizm-ve-egitim-bir-egitim-felsefesinin-turkiyede-ideolojik-algilanisi-ve-uygulamasi/
https://sendika.org/2024/09/gunumuz-kapitalizminde-egitimin-uretime-tam-entegrasyonu-uzerine-egitim-ile-uretimde-birlesik-sinif-mucadelesine-dogru-710092