29 Ekim 2024 16:15

Kırmızı çürük bir hap

“Sosyal çürüme” gibi toptancı eylemsizliği yücelten yargılar yerine, sorunların kaynağını sınıf-nesnel nedenlerle analiz ederek, “gerçek” bir dönüşüm için bir araya gelmek gerekiyor.

Görsel: Matrix filminden bir kare

Paylaş

Ece AKIN

Galatsaray Üniversitesi

 

“Bu senin son şansın. Bundan sonra geri dönüş yok. Mavi hapı alırsan – hikâye biter, yatağında uyanırsın ve inanmak istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan – Harikalar Diyarında kalırsın ve sana tavşan deliğinin ne kadar derin olduğunu gösteririm. Unutma, sana sunduğum tek şey gerçek – başka bir şey değil.”

Matrix’in bu ikonik sahnesinde Morpheus, baş karakter Neo’ya iki farklı hap sunarak gerçeklik ve hayal dünyası arasında bir seçim yaptırır. Mavi hap, Neo’yu sıradan hayatına geri döndürecek fakat gerçeklersen uzak tutacak; kırmızı hapsa Matrix’in görünmeyen yüzü, arkasındaki hakikatle yüzleştirecektir. Karakterimiz serüveni başlatacak ya neticede, kırmızı hapı alıp bildiği dünyadan çıkarak aslında sanal bir simülasyonda yaşadığını keşfedecektir. Neo’nun bu iradesi, bunu “özgürce” yapmasının da bir sonucu olarak, fezada tüm malumatın özüne işlenmiş bir gerçeklik arayışını doğuran ilk uyanış olacaktır.

Neo’nun verdiği bu karar, filmin fikri ve felsefesiyle “bilimin bir kurgusu” olmaktan çok daha öte bir yerde konumlandırarak, duymaya çokça alışmış olduğumuz bir simülasyon metaforunun ve belki çiğ bile gözüken kırmızı-mavi pil terminolojisinin kimi kitlelerce sahiplenilmesini beraberinde getiriyor. Çağın yalnızlaştırılmış, kendisine dijital mezbahalardan azade bir yer bulamamış, “gerçeklik” arayışını da bu iki uçtan ibaret gören, toplumdaki konumunu “ayrıksı” muhtelif tasarılarda arayan özellikle genç erkekler sahiplenenler arasında oluyor. Önce internette düşünceleriyle uyumlu alanlar bulup, ardından sanaldan da çıkarak gündelik yaşam içerisinde bu “neredeyse-ideoloji”lerini eyleme döktükleri bir kimlik yaratmış olurlar böylece, bir filmde değil, bizatihi gerçek hayatta yeşeren “red pill”cilerin içinden de kendilerine “incel” diyen şahıslar beliriyor.

İşte inceller, yani “involuntary celibate”lar, genç erkeklere bir aydınlanma vaadi sunarak onlara kendilerini özel ve güçlü hissettirmek üzere söylem üreten ve sosyal medyada toplaşan gruplardır. Bu istemsiz bekarlar*, kadınlarla romantik yahut cinsel bir ilişki yaşamak isteyip bunu başaramadıklarını, ve başarısızlık sebeplerini de toplumdaki yüksek cazibe standartları, sosyal becerilerindeki eksiklik, statü algısı, başarı beklentileri vs. olarak sıralarlar. Öte taraftan çok boyutlu bir incelemeyle, incellerin ayak uyduramadıklarını iddia ettikleri etki-tepki dalgalarından ziyade mahrum kaldıkları belirli şeyler ortaya çıkıyor.

Ekonomik ve sosyal koşullar hayata dair beklentileri şekillendiriyor. En basit haliyle, işsizlik ve ekonomik güvencesizlik, gelecek umutlarını kırıyor ve bu güvensizlikte yeni anlam alanları ararken, bir yandan da dijitalizasyonla ulaşan teoriler, sözde “uyanış” sunan kavramlar ve aidiyet sağlayan gruplarla karşılaşıyor. Bu kaygılara yanıt verir gibi görünerek mevcut sorunlarının suçlusu olarak belirli işaret ediyor. Bu açıklamalar hayal kırıklıklarını bir bakıma meşrulaştırıp “bu sorunları yaşayan yalnızca ben değilim” hissiyle oraya daha fazla bağlanıyor. Bu genç erkeklerin platformlarında “radikalleşmelerine” vesile olan politikalar da açığa çıkıyor. Reddit, 4chan gibi algoritmalar adeta bir yankı odası etkisiyle benzer içeriklere daha fazla maruzla kutuplaştırıyor, onların eksik hissettikleri konularda kolayca manipüle edilebileceğini gösteriyor.

SOSYAL ÇÜRÜME VE İNCEL GRUPLARIN İLİŞKİSİ

Kendilerini toplumsal çürümenin farkında olan elitler olarak görmekten çekinmeyen kırmızı hapı almış erkekler, kadın-erkek ilişkilerini bir güç oyunu olarak algıladıkları gibi ve bu ilişkilerde erkeklere kurnazlıkla üstün gelme gibi hedefler ediniyorlar örneğin, yahut bir sosyalleşme aracı olarak mevcut ekonomik şartlarda yalnız internete kavuşabilmiş bu gençler kendi ağlarını kuruyor, bu toplulukları da bir örümcek ağı gibi genişliyor.

Buradaki bireylerin, hem toplumla hem de kendileriyle kurdukları ilişkilerin, derin yoksunluk duygusundan oluşturdukları ağların nasıl bir materyalle örüldüğü meselesi “sosyal çürüme” tespitleriyle yakından, kapitalizmleyse de doğrudan ilişkili. Dolayısıyla şu sıralar yaygın olarak duyduğumuz sosyal çürüme kavramı, genelde bireylerin yetiştirilme biçimleri, karakter özellikleri ya da “kötücüllüğüne” atfedilse de gayet yapısal bir süreci kavramayı gerektirdiği gibi, planlı bir sosyo-ekonomik tabanda da incelemeyi gerektiriyor.

Toplumsal çürüme terimi, çoğunlukla bireysel kötü davranışların birikip ahlaki yozlaşma yaratımına bağlansa da Terry Eagleton gibi teorisyenlerin kötücüllüğe ilişkin açıklamaları, bireylerin eylemlerini anlaşılmaz ve kaçınılmaz bir fenomen olarak görmeye yol açtığını vurguluyor. Bu bağlamda kötülük retoriği, ekonomik-politik faktörleri göz ardı ederek bireylerin çürümekte olan bir toplumun etkilerinden kaçamayacakları izlenimini veriyor. Bu da inceller de dahil olmak üzere, doğup büyüyüp yaşlanmakta olan herkesin kendi çabalarıyla üstesinden gelebilecekleri bir dizi kişisel başarısızlığı üretirken, pill topluluklarının da sözümüz ona krizlerin şahıslara özgü “değişmeyecek, çözülmeyecek” olduğu bahanesiyle kolektif bir çabanın, birlikte hareketin, iyi bir geleceğin tomurcukları uzakta seyrettiriyor.

Ancak bu bakış açısı zamanla derinleşip radikalleşerek “black pill”çiliğe de evrilebiliyor. Hiyerarşilerin değiştirilemez olduğunu, insanlığın doğuştan gelen bir toplumsal statüye mahkum olduğunu, bu yüzden her türden çabayı anlamsız kılan nihilist bir perspektifi içeriyor. Kırmızı ya da siyah, hapın rengi değişse de bu yozlaş(tırıl)mış insanlar, sorunlarını “toplumun acımasız doğasıyla” ilişkilendirerek, kadercilikle, sorunlarının değişmeyeceği ön kabulüyle hareket ederek hezeyanlarını ve öfkelerini düzene yöneltmek yerine özellikle kadınlara ya da su üstüne çıkabilmiş “başarılı” kimselere akıtıyor. Motivasyonlarını anlayabilmek için başvurmamız gereken bir kılavuz karşımızda duruyor, üretim süreçleri üzerinden değer gördükleri ve konumlandırıldıklarından izolasyona yamalanan genç erkeklerin düştüğü kuyu neoliberalizmin kirli sularından başka bir şey olmuyor. İşte bu yüzden incellerin sıkıntılarına karşı buldukları cevaplar, verdikleri karşılık, düzenin kimler tarafından ve nasıl kurulduğuyla ilişki kurmuyor, bireysel düşmanlıkta kalıyor.

Bu noktada Marx’ın yabancılaşma teorisi, bir toplumsal çürüme varsa şayet, ya da çürümekte olan toplumsa, bu tabanın incelenmesi için önemli bir temel sağlıyor. Emeğin doğası gereği kapitalizmde birey ürettiği ürün, üretim süreci ve nihayetinde kendine yabancılaşırken toplumsal bağları da kökten sarsılmış oluyor. Kendini bir tüketici ya da üretici olarak değil -hatta salt bir red pill ya da blue pill alıcısı olarak da değil- bir yabancı olarak görmeye başladığında; sorunların nereden geldiğine değil karşıtlıklara takılı kalıyor ve hedefi keşfetmeye çalışıp çözüm aramaktansa neoliberalizmin tuzak kurduğu sahte silüetlere saldırıyor. Kırmızı hap talipleri de ekonomik zorluklar, işsizlik, güvencesizlik, kimlik siyasetleriyle yaşadıkları belirsizlik gibi sorunların altında ezilirken toplumda yer edinme mücadelesinde sahte bir silüet aradıkları için hayal kırıklığına uğruyor, kimi zaman ezilip kayboluyor kimi zaman da saldırganlaşıp suça meyilli/suçlu oluyor.

Başka bir açıdan da Mark Fisher’ın tartışmaları geçmişe dönük nostaljik bir özlem ve geleceğe dair inançsızlıkla kısır döngüye saplanmış bir kültürden söz ederken, bu gençlerin de bir “mükemmel geçmişe” yönelik saplantısına dikkat çekiyor. Bu bağlamda, incel topluluklarının birçoğu şimdiki zamanı “çürüme” olarak nitelendirerek, eskinin altın çağını yaratmış oluyor. Bu nostalji, geçmişe dair kurgusal bir ütopya yaratırken bugünkü koşulları dönüştürmek yerine, var olan durumla “barışılmış” bir eylemsizliği de doğuruyor. Red pillcilik de geleneksel rollere dair idealleştirilmiş imgeler yaratarak bu nostaljiyi beslemiş oluyor.

İncellik, aynı zamanda aşırı sağ ideolojilere yedeklenen bir gençlik tabanını da besliyor böylece. Genç erkeklerin yükselen sağ ideolojilerin söylemleriyle kolaylıkla bir bağ kurmasına neden olarak seslerinin buralarda temsil edilmesine kadar uzuyor. Aşırı sağ, bireyci, yıkımcı, ötekileştirici, seçkinci duygularını rekabetin kurucu olduğu bir oyun parkına çevirerek; onları kurban psikolojisiyle toplumun dönüşmesi gereken kesimleri olarak nitelendiriyor. Gençlerin yabancılaşmasını, yalnızlaşmasını örgütlü bir müdahale mekanizmasına dönüştürmek yerine şiddete de yönlendiriyor aynı zamanda, bir yandan yarattığı düşman figürleri ve oraya yönelttikleri gerilim üzerinden kendi aralarındaki çokluğu pekiştiriyor. Çoğu zaman bu düşman figürü, kadınlar olurken sağ popülist ve muhafazakâr söylemlerle de örtüşüyor ve böylece bu topluluklar yükselen sağın çekim alanına daha fazla giriyor.

KIRMIZI HAPI YUTMA CESARETİNDE BULUNMAK

Özetle bu savruluşun arkasında kapitalizmin bireyselleştirdiği, yalnızlaştırdığı ve yabancılaştırdığı dinamikler yatıyor, yeni bir “ben” tanımı yapmaya kadar cazip bir alan yaratılıyor. Bu grupların ideolojik çekim gücünü kırmanın, eğilimi zayıflatmanın ancak toplumsal ağların yeniden inşasıyla mümkün olduğunu ve bu çelişkilerin aşılabileceğine dair inancın ancak geleceğe kolektif köprüler yoluyla kurulabileceğini görmek gerekiyor. “Sosyal çürüme” gibi toptancı eylemsizliği yücelten yargılar yerine, sorunların kaynağını sınıf-nesnel nedenlerle analiz ederek, “gerçek” bir dönüşüm için bir araya gelmek gerekiyor. Ortak bir mücadele amacını yeniden keşfetmekten geçiyor, izolasyona karşı direnci kıracak olan da böylesi bir anlayışa sahip olmak zaruri hale geliyor.

Yani, başa dönmek gerekirse, önümüzdeki yolu belirleyecek olanın kırmızı hapı alma cüretinde görüyorsak şayet, inanmak istediğimizle gerçeklik arasında bir fark olduğunu kavramak gerekiyor.

ÖNCEKİ HABER

Kayıp olarak aranan 13 yaşındaki kız çocuğu; 9 suç kaydı olan erkeğin evinde bulundu

SONRAKİ HABER

Nobel Ödülleri’nin “tarafsız” tarihi ve Acemoğlu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa