Büyüyen savaş tehdidi ve sermayenin iç cephe taktiği
İsrail’le ticarete devam eden Erdoğan, İsrail’e karşı cephe olalım deyip Kürecik Radar Üssü’nden Siyonist İsrail’e istihbarat verilerinin aktarılmasında da bir sorun görmüyor!
Fotoğraf: Murat Şengül/AA
Deniz TEPE
Eskişehir
İsrail’in, ABD ve batılı emperyalistlerin desteğiyle Gazze’de başlattığı saldırı ve işgalin sınırları, bugünlerde Lübnan ve Suriye’ye yayılarak genişliyor. ABD’nin Ortadoğu karakolu İsrail, yerleşim alanları, mülteci kampları demeden yoğun hava ve kara harekatlarını sürdürüp direnişiyle karşılaştığı güçlerin yönetici kadrolarına dönük suikast ve sabotajlar dizisiyle, ayak bastığı yerlere beraberinde yıkımı taşıyor.
Gelinen noktada önce Ukrayna üzerinde süren ABD emperyalizmi ve müttefikleriyle, Çin-Rusya kampı arasındaki çatışmalar, Ortadoğu’ya gölgesini düşürmeye devam edecek gibi görünüyor. Çin’in son yıllarda Afrika’dan Ortadoğu’ya sermaye ihracını ulaştırdığı birçok noktayla, Hint okyanusu ve BAE üzerinden Avrupa ve Afrika’ya uzanacak meta tedariği koridoru planına karşılık, ABD’nin Avrupalı emperyalistlerle birlikte Çin’e uyguladığı ambargo ve Rusya-Ukrayna savaşının ahvali emperyalistler arasında yeni çatışmaları körükledi. Çin’in özellikle son yıllarda tedarik zincirlerini palazlandırdığı Ortadoğu’da, barut fıçısının ABD tarafından patlatılmaya çalışılması, Siyonist İsrail’in saldırganlığının anlam kazanmasında başlangıç noktası olmaya aday.
ABD GÜÇTEN DÜŞMEYİ BU BÖLGEDE GÖZE ALAMAZ!
O ki tüm emperyalistlerin gözünü diktiği, mali olarak bulunduğu Ortadoğu, petrol ve doğalgaz rezervleri ve özellikle vazgeçilmez ilan edilen bu kaynakların sevkiyat ve kıtalararası geçiş yollarıyla, ABD emperyalizmi için güçten düşmenin göze alınabileceği bir bölge değildir. Geldiğimiz noktada emperyalist kampların birbiriyle ve kendi içlerindeki çelişkilerini hesaba katıp ama bu yazıya daha fazla dökmeden devam edersek, ABD’nin, Türkiye’den Bahreyn’e başlıca silah tedarikçisi konumuyla birçok askeri üssü, bölgeye gönderdiği filoları ve ileri karakol rolünü üstlenmiş İsrail’iyle; çıkarlarını tesis edebilmek ve savaşın hareket alanını genişletmek arasındaki ilişkiyi hem İsrail’in saldırganlığı ve hedeflerinin aklına esen gelişigüzel sıralanmadığının anlamını hem de Gazze’deki savaşın Ortadoğu’ya sıçramasının pH metresi olarak kullanabiliriz. Tam da burada meteorolojik bir uyarı yapmalıyız. Üretim temelli krizlerin emarelerinin daha görünür olmaya başlaması, pazar ve etki alanları üzerindeki güçler ilişkisinin değişmesiyle Orta Doğu’nun yeniden paylaşılmasının ürünü olarak ortaya çıkan savaşın, halihazırdaki fırtınaları kasırgaya dönüştürebileceğinin sinyallerini görebiliyoruz.
Çeşitli burjuva ideologların, tartışma programlarındaki lafazanların savaş kışkırtıcılığı yapmaktan dahi geri durmayıp İran’ın bekledikleri gibi büyük tepki vermemesine içerlenmelerinden, Siyonist İsrail’in provokasyonlarının hedeflerine kadar eklektik şablonlarının tartışma sonuçları ise; savaşların sorumlusu emperyalist-kapitalist ülkelerin yöneticilerinin anlaşmaya varması, ancak onların iyi niyetleri temelinde yıkımın bitebileceğini hesaplıyor.
Ne elimizde savaşın hareket alanının genişleme rotasını belirleyebilecek verilere sahip olmadığımızı unutmadan ne de bahsettiğimiz varyantları komplo teorisine dönüştürecek kadar somut koşullardan uzaklaştırmadan denilebilir ki bölgedeki başlıca “tehdit” ilan ettikleri İran’a yönelik olası saldırı planları, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı açısından kritik bir eşikmiş gibi görünüyor.
Peki, Erdoğan’ın dediği gibi gerçekten sırada Türkiye mi var ya da daha ciddi ve yerinde bir soru, Erdoğan bu temelde ortaya attığı iç cephesiyle kimleri, hangi hedefle sıraya koymak istiyor?
SERMAYEDEN ÇİÇEĞİ BURNUNDA İTTİFAK ÇAĞRISI: İÇ CEPHE
Yeni yasama yılı, etkileri bir süre daha süreceği anlaşılan, Erdoğan’ın “iç cephe”si ve Cumhur İttifakı’nın sözcülüğüne soyunmuş görünen Bahçeli’nin sözleri, elleriyle başladı. Sermaye temsilcilerinin gündemi, bir yanıyla, Türkiye’nin son yıllarda bölge üzerinde yağdırdığı kurşun yağmurlarını da hesap ederek “aktif dış politika” naraları ve bölgede bir NATO üyesi olarak da İran’ı dengeleyici aktör olarak hazırlıklarının yeni görünümü olarak; Erdoğan’ın Lübnan’dan sonra sırada Türkiye var sözü oldu. Diğer yanıyla sermayenin üretim temposunu koruyarak orta vadeli programın tüm ağırlığıyla işçi-emekçilerin sırtına yüklediği ekonomik zoru tesis etmek ve bu programa karşı koyan hareketlerin de bastırılmasının yeni formülasyonu olarak karşımıza çıkıyor.
Yani Erdoğan’ın “dışarıdaki tehdit”e karşı iç cephe çağrısı, dışarıda Türkiye sermayesinin yukarıda ifade ettiğimiz bölgedeki rolünü ve savaşın yayıldığı alanlardaki çıkarlarını -tedarik ve lojistik zincirlerini- garanti altına alırken; içeride ise yeni anayasa tartışmalarını da yoğunlaştıracakları sürece, işçi sınıfı hareketini baskılamanın, Evrensel Gazetesi’ndeki köşesinde İhsan Çaralan’ın da dediği gibi muhalefet ve emek güçlerine arkamızda hizalanın çağrısıdır.
İç cepheyi kurma ve tahkim etmenin taktiğini de hiçbir adım atmadan Kürt halkını beklentilere sokarak yeni bir çözüm süreci sosuyla servis eden iktidarın, kayyum politikasından vazgeçilmesi ya da tutuklu siyasetçileri serbest bırakmak gibi adımları dahi dillendirmek gibi bir niyeti yok. Gündemlerinde, Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik çözümü değil, sıkışmış olduğu hareket alanını içerde ve dışarda değiştirme hamleleri, tekelci burjuvazinin yeni fırsatlar eşliğinde bölgesel çıkarları var. Bu yüzden zayıf karnı dillendirdirmek, seçenekleri içerisinde en makbulü olarak gözüne batıyor. Kısaca salt bir manipüle girişimi olamayacak kadar iktidarın ihtiyacı olan iç cephe manevrası, bir yandan işçi-emekçilerin karşısında konumlanacak sermayenin araçlarının yeni maskesi, diğer yandan da Suriye başta olmak üzere savaşı kışkırtma hamlesidir.
İŞÇİ-EMEKÇİLERİN, HALKLARIN CEPHESİ
Yukarıda savaşların seyri ve durdurulması açısından çözüm önerilerinin ilk adresinin, emperyalistlerin bir uzlaşı etrafında bir araya gelmesiyle sınırlandırıldığına değinmiştik. Unutuluyor ki savaşların bitmesini, askeri harcalamaların azaltılmasını gündemine alanların dünyasında değil; milyarlarca doları silah sanayiye harcayıp gerekçe olarak da diğer ülkelerin silahlanmasını gösterenlerin, bu tablonun tüm ağırlığını da zamlarla işçi-emekçilerin sırtına yıkanların, uluslararası tekeller ve onların işbirlikçilerinin pek çok alana egemen olduğu dünyada yaşıyoruz.
Elbette tek adam rejimi açısından da görünmektedir ki ABD’nin askeri-sınai bloğunun birlikteliğine İsrail’i neredeyse dolaysız dahil ettiği bugünlerde, NATO üyesi olmakta ya da İsrail’e destek için gelen Doğu Akdeniz’de konuşlanacak savaş gemilerinin limanlarımızda konaklamasında bir sorun yok! 7 ay boyunca açıktan, şimdilerde ise üçüncü ülkeler üzerinden İsrail’le ticarete tam hız devam eden Erdoğan iktidarı, İsrail’e karşı cephe olalım deyip Kürecik Radar Üssü’nden Siyonist İsrail’e istihbarat verilerinin aktarılmasında da bir sorun görmüyor!
Öyleyse diyebiliriz ki çözümün adresi, emperyalist paylaşım savaşının vekilliğine bürünen İsrail’le ilişkilerinde es vermeyen sermaye devletlerinin değil, işçi-emekçiler ve onların genç kuşaklarının yaratması gereken kendi cephesidir. Bu cephenin ilk mevzisi ise, sermaye iktidarının iki yüzlü tutumuna karşı, İsrail’le kurduğu ticari, askeri, diplomatik tüm ilişkilerinin son verilmesini sağlamaktır. Ortadoğu’yu paylaşım mücadelelerinin alanına dönüştürenlere karşı kuracağımız cephe, anti-emperyalist karakteri ve NATO’dan çıkılması, ülkedeki askeri üslerin kapatılması, tüm emperyalist güçlerin bölgeden çekilmesi gibi talepleriyle başta Filistin halkı olmak üzere, bölge halklarının umudu olacaktır. Giderek büyüyen tehdide karşı halklar bekleyerek değil, siyonizm ve emperyalizmle iş birliği içinde olan kendi burjuva devlet yönetimleri ve politikalarına karşı set örerek hareket etmelidir. Bugününe savaşın gölgesi düşmüş, ölüm ve yoksulluk girdabında sürüklenmek kaderiymiş gibi görünen halklar, ancak böylelikle geleceğini tayin edip kazanmak için adım atmış olur.