Cumhuriyet’i kim kazandı?
Latince “res publica”, Türkçe “cumhuriyet.” İkisi de “halkla ilgili” benzeri anlamlara gelir. Ancak 101 yıllık bu yönetim biçiminin halkla ilgisi, halkın müdahalesiyle kurulabilir.
Fotoğraf Wikimedia Commons'dan alınmıştır.
Rıza MUTLU
Boğaziçi Üniversitesi
İyisiyle, kötüsüyle Cumhuriyet 101. yaşını doldurdu. Peki 101 yıl boyunca hizmet ettiği, kazandırdıkları ve tarihi neydi? Yani, bu, kimin cumhuriyetiydi?
1908’DEN 1923’E
Cumhuriyetin kuruluş karakterini ve koşullarını daha iyi anlamak için filmi biraz geriye çevirmek gerekir. 1. Meşrutiyet’e kadar gidebilecek olsak da 1908 bu açıdan yeterlidir. Osmanlı’da zayıf da olsa yavaş yavaş hayatı ele geçiren kapitalist üretim ilişkileri, kapitalizmle birlikte doğan ve gelişen burjuvazinin taleplerini de yaygınlaştırmaya başladığı bir dönemdi bu.
2. Abdülhamit’in yoğun baskı rejimi farklı sınıf, zümre ve uluslardan halk kesimleri ile burjuvazinin ittifakını doğurdu. Meclisin yeniden açılması ve meşrutiyetin geri gelmesi talebi, yalnız bir demokrasi ve özgürlük sorunu olarak görülmesinin aksine hem Türk burjuvazisinin hem de Hristiyan azınlıkların ulusal burjuvazilerinin meclis aracılığıyla iktidarın bir parçası olması ve temsil edilmesi sorunundan doğmuştu.
Burjuvazinin başını çektiği, büyük bir halk desteği ile gerçekleşen 1908 Devrimi’nin en büyük sonucu, kapitalizm hayatı yeniden düzenlemesinin önünde politik bir engelin kalmamasıydı.*
CUMHURİYET BİR GÜNDE Mİ KURULDU?
Kurtuluş Savaşı’nın önder kadroları arasında cumhuriyet fikri 28 Ekim’de zikredilen ünlü sözde cisimleşen ve kimi zaman bir günde alınmış bir karar değildi, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren aydınlar arasında yaygınca tartışılmaktaydı. Kurtuluş Savaşı’ndan iktisadi ve siyasi birliğini sağlayarak çıkmış Türk burjuvazisi, Cumhuriyet’i, 1908’den beri giriştiği rejim inşasına borçluydu.
1913’ten sonra serveti millileştirme adına yapılan kitle katliamları bu inşanın bir yanıydı. Kurtuluş Savaşı sırasında Ekim Devrimi’nin etkisiyle bir şok etkisi olarak tarif edebileceğimiz “Bolşevik” fikirlerin Anadolu’da yaygınlaşmasının suikastlarla son bulması da. Burjuvazinin kendisi dışındaki tüm kuvvetleri elimine ettiği bir süreçte kuruldu Cumhuriyet.
1908’de bu gücün konsolide olmadığı koşullarda yapılamayan reformlar, 1923’ten sonra ardı ardına yapılmaya başlandı. Bu dönemde gerçekleşen reformların işçi sınıfı zoruyla gerçekleştiğini söylemek zordur, bu reformlar kapitalizmin inşa sürecini tamamlamış Batı ülkelerinden örnek alınarak yapılmıştır. Kapitalizmin inşası, doğal olarak ulus devlet inşasını da içerir. Ortak dil ve eğitim, laiklik gibi reformlarla, burjuvazi kapitalizmin kökleşmesini amaçlamakla beraber bu reformlar tabii ki aynı zamanda işçi sınıfının yararına kazanımlardır. Bu, burjuvazinin -bu reformlar yapılırken dahi- işçi sınıfına olan topyekûn saldırılarını eş zamanlı olarak sürdüremeyeceği anlamına gelmez. Örneğin Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun meclisten geçerken Amele Teali Cemiyeti’nin idarecileri, 1 Mayıs 1925 tarihinde düzenledikleri İşçi Bayramı’nda “1 Mayıs Nedir?” adlı başlığa sahip bir broşür dağıtmaları sebebiyle İstiklal Mahkemesi’nce 7 ile 15 yıl arasında değişen cezalar almışlardır.
CUMHURİYETİN SINIFSAL ZEMİNİ
Bu noktada ana soruya dönmekte fayda var: Cumhuriyet kimin cumhuriyeti olarak şekillendi? Hatta, Cumhuriyet bu hâliyle, iddia edildiği gibi yoksul halkın kazandığı ve onun ihtiyaçlarıyla şekillenen, bizim olan bir rejim mi?
Tek parti dönemindeki kimi uygulamalar bu soruyu cevaplayacak niteliktedir. Burada da elimizdeki en önemli dayanak olan halkçılık ilkesi “Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz” ibaresini içerir. Bu görüş, 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu’nda geçen, “Sınıf adına ve temeline dayalı teşkilatlanma yasaktır” ibaresini meşrulaştırır. Bugün bize anlatılan Toprak Reformu gibi hamleler, yerel feodal kalıntılarla yapılan ittifaklar sonucu çoğu yerde ya hiç gerçekleşmemesini ya da gülünç sayılabilecek ölçekte toprakların dağıtılmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı halkçılık ilkesi, sanayicilerin devlet eliyle kendi birliklerini kurmalarını destekler pozisyon almıştır. Ne yazık ki “böyle kazandık” dediğimiz Cumhuriyet, oldukça tek taraflı bir politika izlemiştir. Cumhuriyet, aradan geçen bir asırda da “sınıfsız toplum” perdesinin arkasına saklanan bir burjuva iktidarından öteye geçememiştir.
CUMHURİYET NASIL BİZİM OLUR
Latince “res publica”, Türkçe “cumhuriyet.” İkisi de “halkla ilgili” benzeri anlamlara gelir. Ancak 101 yıllık bu yönetim biçiminin halkla ilgisi, yalnızca halkın müdahalesiyle kurulabilir. Bunun örnekleri de 15-16 Haziran Direnişi “sınıfsız ve kaynamış, imtiyazsız” olduğu iddia edilen halkın; sınıfını bilerek, üretimden gelen gücüyle kendi yönetimine müdahale etmesiyle gerçekleşmiş, 1938 Cemiyetler Kanunu ile bir anda elinden alınan sendikal özgürlüklerini kaybetme travmasının tekrarlanmasını verdiği mücadele ile engellemesindedir. Eğer ki kapitalizmin inşası sırasında burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarları adına geçirdiği birtakım reformlarla yetinmek istemiyorsak, görevimiz bulunduğumuz her alanla olmadığı iddia edilen işçi sınıfının bu tür müdahaleleri gerçekleştirebilmesinin önünü açan olanakları geliştirmektir.
DİPNOT
*Burjuvazi, Osmanlı’da adım adım dağılan feodaliteye karşı ilerici bir kampı temsil etse de, Türkiye’de burjuvazinin iktidar ortağı olduğu bu geç tarih, burjuvazinin dünya çapında gericileşmeye başladığı bir tarih olarak (1909’da çıkacak olan) Tatil-i Eşgal Kanunu ve Cemiyetler Kanunu’nun grevleri ve işçi derneklerini yasaklayan düzenlemeleri gibi baskıcı kanunların da böylesine özgürlükçü bir devrimden sonra meclisten geçmesine yol açmıştı.
KAYNAKÇA:
TOPRAK, Zafer; “Tek Partili Dönemde Çalışma Yaşamı ve Amele Teali Cemiyeti”, Düşün, 1986.
ÇELİK Aziz, Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık (1946-1967), İletişim Yayınevi, 2010.