‘Keşke Leyla’ kitabının yazarı Ece Gamze Atıcı: Kutsallarımız yanlış yerlerde
Yazar Ece Gamze Atıcı'nın yeni kitabı "Keşke Leyla" Doğan Kitap'tan çıktı. Atıcı, romanında hayal gücü zengin bir çocuğun dünyasını işliyor, aile kavramını sorguluyor.
Fotoğraf: Berksun Küçükkahyaoğlu
Sedef AKÇAY
Ece Gamze Atıcı’nın Doğan Kitap’tan haziran 2024’te çıkan son romanı “Keşke Leyla” Atıcı’nın beşinci romanı. Kitap, bizi hayal gücü oldukça zengin bir çocuğun dünyasına götürüyor. Bu dünyada nelerle karşılaşmıyoruz ki; siyah tavşan, delinen gökyüzü, kara kaplı defter… Kitabın tanıtım cümlelerinde de dediği gibi, çocuk kalbiyle yetişkinlere yazılmış bir büyüme hikayesi aslında bu ve biz de “Keşke Leyla” ile o çocuğun derdine ortak oluyor, birlikte iyileşiyoruz.
Kitabın Yazarı Ece Gamze Atıcı ile kitabı üzerine konuştuk.
Kitapta belki de birçoğumuzun çocukken aklına düşen bir dileğin gerçekleşmesine tanık oluyoruz. Baş kahramanımız annesinin yakın arkadaşı Leyla’yı “Keşke Leyla benim annem olsa” diye içinden geçiriyor. Sonra bu masum dileğin gerçekleştiği bir dünyada buluyoruz kendimizi. Her ne kadar annesi Aysel’in bir anda ortadan kaybolması ve Leyla’nın kendi annesi olması durumu çocuk için kabusa dönse de sence bu dileğin temeli ne? Yani ailelerimizi sevmeme hakkımız yok mu? Ne düşünüyorsun bu konu hakkında?
Sevmeme hakkımız var tabii. Keşke kutsal olan bizim ailemizi sevmeme hakkımız olsa. Bu romandaki anne Aysel, öyle tercih edilmeyecek bir anne değil. Orada karakter üzerine bir oyun var. İşin içinde dilek olması çocuğun içinde bulunduğu durumu dramatik açıdan geliştiriyor. Ama bir önceki romanın bağlamından bakarsak, aile içine düştüğümüz bir tür çete zaten.
'AİLEMİZİ SEVMEME HAKKIMIZ VAR'
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” demiş Tolstoy. Sen de bir önceki romanda, “Aile Geleneği”nde buna bir göndermeyle başlıyorsun. “İyi ailelerde sırlar sonsuza dek taşınır. Daha iyi ailelerde ise sırrınızı en yakınınızdakinden saklamanız gerektiğini bilirsiniz. Bu, soyadınızdan önce öğrendiğiniz ilk şeydir.” “Aile Geleneği” de dürüst ve cesur bir konuyu ele alıyor. Nedir bu aile belası mı desem?..
Aile insanın başına gelen bir kaza gibi. “Aile Geleneği”ndeki “iyi aile ve daha iyi aile” karşılaştırması kitap boyunca devam ediyor ve en basit haliyle iyi aile yoktur diyor. Rızamız dışında bir yere geliyoruz. Bilincimiz kapalı. Fiziksel olarak da duygusal olarak da çok uzun süre bize bakım verenlere muhtacız. Dünya ve hayatla kuracağımız ilişki o ortasına düştüğümüz ailenin vicdanına kalmış. Buraya kutsal dersek çocuklara yönelik cinsel suçların çok büyük bir kısmının aile içinde işlendiğini bilgisiyle ne yapacağız? Kutsallarımız yanlış yerlerde.
Bu kitapta üvey annenin rolüne ve senin yapmak istediğine dair bir soruyla devam edelim…
Kötü üvey anne klişesine de tersten bakmak istedim diyebilirim. “Kafkas Tebeşir Daire”sindeki güzel klişeyle paralel düşünebiliriz.
‘ÇOCUKLAR MARİFETLİ YORUMCULAR’
Keşke Leyla’da bir çocuğun duygularını, dünyayı kavrayışını, yetişkinlere bakışını okuyoruz. Çocuklara dair bilgimizin de yetişkinlere has bir bilmişlikle ön yargılı, eksik olduğunu düşünürsek okurlara ne söylemek istersin?
Çocuk benim için acemi bir dünyalı. Burada yeni yeni. Toy. Dünyanın, medeniyetin kodlarını henüz bütünüyle öğrenip sindirmiş değil. Bu da çocuğu herhangi bir yetişkine göre daha marifetli bir yorumcu yapabilir diye düşündüm. Hepimiz için yanlış olanı, iyi olmayanı ya da tersten iyi olacakken kötü görüneni işaret etmesi açısından da müthiş bir anlatıcı oldu bana. Çünkü yetişkin olma fikri içimizde işe yarar çoğu duygunun ve fikrin bastırılmasından geçiyor maalesef.
Romanı kurgularken fantastik diyebileceğimiz ögelerden yardım aldığını görüyoruz. Anlatımda nasıl yardımcı oldu bunlar sana? Örneğin neden siyah tavşan?
Çocuksu bir anlatım fantastiğe yol açıyor benim dünyamda. Üslup olarak da her zaman hoşlandığım ve farklı ölçülerde faydalandığım araçları barındırıyor fantastik. Siyah tavşan da tabii bir “Alice” göndermesi.
YETİŞKİN OLMA GAYRETİ
Kitapta çocuğun “Hayattan Anladıklarım” adını verdiği bir defteri var. Şimdiye kadar aldığı en büyük dersi de “Hiçbir şey ve hiç kimse kalıcı değil. Duygular da. İnsanın hayatta kalmak için hiçbir şeye alışmaması gerek. Çünkü her şey ama her şey değişiyor. Hem de çok çabuk…” diyerek açıklıyor. Defterin büyümeyle bir ilgisi var mı?
Büyümeyle ilgisi var tabii. Hayata uyum sağlama, ondan dersler çıkarma, bu dersleri kendine hatırlatma, bir tür kontrol çabası da diyebiliriz. Bu çabanın tümüne yetişkin olma gayreti dememizin önünde bir engel yok. Hayata karşı bir tür ehliyet sahibi olma hatta ebeveyn olmakla da ilgisi var. Fazla ipucu olur diye direkt söylemek istemiyorum ama çocuk, annesi ve Leyla arasında dönüp duran ve ancak finalde yerini bulan bir sembol bu defter ki bu da hikayenin çatısını oluşturuyor. Bir tür günlük mü yoksa büyü kitabı mı gibi bir sorunun cevabını karşılıyor. Hayati bir noktada yani. Biraz daha uzaktan bakınca da ölüm kalım meselesi.
Senin sinemayla kurduğun yakın ilişkiyi az çok bilen biri olarak bu kitap bir film olsaydı (ya da birkaç filmin toplamı) ne olurdu?
Editörüm ilk okuduğunda “Aaah Belinda” (1986)’ya benzetmişti kitabı. İki dünya ve gerçeklik arasındaki geçiş yüzünden. Ben de “Pan’ın Labirenti” (Pan’s Labyrinth)’ni düşündüm hep yazarken. İlk izlediğimde çok etkilenmiştim. Özellikle üslup olarak. Bir trajediyi fantastik bir paralelde anlattığı için. “Altıncı His” (The Sixth Sense, 1999) de geliyor aklıma hem anlatım hem atmosfer hem de tema açısından. Okur yorumu olarak “Diğerleri” (The Others, 2001) filmi de gelmişti. Benim de hoşuma gitti düşününce.
Son olarak beni romanda en çok etkileyen şeylerden biri de Aysel’le Leyla arasındaki dostluk oldu. O eskiye dönüşler daha uzun olsaydı dedim. Bu bağı veya başka arkadaşlık hikayelerini anlatmayı düşünüyor musun?
Düşünüyorum. Yazar olarak bu sıra epey iştah duyduğum bir tema. Bir sonraki kitabın odağında olacak. “Keşke Leyla”da başlamış muhtemelen merakım, sen de okur olarak o hissi almışsın. Zaten şu anda çalıştığım kitap Leyla’nın çocukluğunu ve annesi Aslı’nın onu yetiştirme hikayesini de konu alıyor. “Aile Geleneği”nin kaldığı yerden devam eden bir hikaye de diyebilirim.