30 Ekim 2024 17:59

Dr. Cuma Çiçek: Rojava için bir uzlaşma sağlanırsa süreç ilerler

Akademisyen Dr. Cuma Çiçek "Rojava meselesinde Türkiye bir siyasi hat değişimi sağlamadan, PKK’nin silah bırakmaya ikna edilmesi zor görünüyor. Masada konuşulan seçenek de bu gibi görünüyor" dedi.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Türkiye’nin bir süredir gündemini belirleyen ‘yeni süreç’ konusunu, Kürt sorunu, çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası konularında çalışan Akademisyen Dr. Cuma Çiçek’le konuştuk. Çiçek, sürecin ilerlemesinin tarafların Rojava siyasetindeki dönüşümlere bağlı olduğunu söylüyor.

Bahçeli’nin çıkışıyla birlikte Kürt sorununda bir yeni çözüm süreci tartışması gündeme geldi. Sizin buna ilişkin değerlendirmeniz nedir?

İlk tabloya baktığımda bunun Cumhur İttifakından öteye bürokrasiyi de içeren bir devlet projesi olduğunu düşünüyorum. Bunun da en önemli göstergesi sürece Erdoğan değil, Bahçeli’nin liderlik etmesi. Bahçeli’nin temsil ettiği siyasi gelenek Cumhur İttifakından öteye bürokrasi içerisinde de güçlü. Bu güç son yıllarda daha da arttı. Bahçeli’nin attığı adımlar, söylemleri anlık bir girişimin sonuçları değil, ucu 2023 mayıs seçimlerine kadar gidiyor kanaatimce. Bundan dolayı da olan biteni bu geniş bağlam içerisinde değerlendirmek lazım.

Niye mayıs seçimleri?

Mayıs seçimlerinde bence Türkiye iç siyasetinde ciddi bir değişim oldu. Ve son bir yıldır, Gazze’yle birlikte buna dış politika da dahil oldu. Hem iç hem dış siyasette mayıs seçimlerinden bu yana kırılma yaşıyoruz. 15 Temmuz’dan sonra AK Parti, Cumhur İttifakı ve onun da içerisinde olduğu devletin Kürt meselesine dair pozisyonu değişmişti. Kürt siyasetinin pozisyonu da... Devlet 15 Temmuz’dan sonra bir türbülansa girdi. Bu türbülansın bence geçmişi de var. Kendi adıma 2010 Anayasa referandumdan sonra Türkiye’de bir devlet krizi olduğu kanaatindeyim. 15 Temmuz bu krizin bir sonucuydu. Görebildiğim kadarıyla mayıs seçimlerinde bu türbülans biraz geride bırakıldı. Çünkü Erdoğan MHP’nin desteğiyle ikinci kez başkan seçildi.

Mayıs seçimlerinden sonra Kürt siyasetinin de pozisyonu değişti. Zira, Kürt siyasetinin iki stratejik hedefi de başarısızlıkla sonuçlandı. İlk olarak, Kürt siyaseti Erdoğan’ın kaybına yatırım yaptı 2015 sonrasında, ama Erdoğan 2023 mayıs seçimlerinde ikinci kez başkan oldu. İkinci olarak, kendisinin de içinde olduğu geniş bir demokratik muhalefet blokunun oluşmasını bekledi, bu da gerçekleşmedi. Bugün DEM Parti’nin temsil ettiği Kürt siyaseti Cumhur İttifakı gibi Millet İttifakı tarafından da dışlandı, ötesi altılı masa bir demokratik bloka dönüşmedi. Zaten mayıs seçimleri sonrası muhalefet bloku da dağıldı. Kürt siyaseti mayıs seçimleri sonrasında 3. yol siyasetine daha fazla yatırım yapmaya ve AK Parti ile diyalog kanallarını kurma arayışlarına girdi. Nitekim, 2024 mart seçimlerinde, özellikle İstanbul seçimlerinde uzlaşıyla sonuçlanmayan kimi diyaloglar ve temaslar da oldu. 

‘TÜRKİYE ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELERİ FIRSAT GÖRÜYOR’

Peki dış politikadaki durumun etkilerini nasıl görüyorsunuz?

1990-91 Körfez Savaşı; 2003-2005’te ABD’nin Irak Kürdistan Bölgesi’ne müdahalesi ve orada 1990’lara kurulan de facto Kürdistan bölgesinin bir de jure bölgeye dönüşmesi; 2011-12’deki Suriye iç savaşı sürecinde Rojava’nın kurulması… Bunlara baktığımızda, Türkiye’nin komşularında rejim değişikliği olduğunda bu, minimum 15-20 yıllık bir belirsizlik ve risk ortamı yaratıyor. Şimdi İran’ın içinde olduğu bir savaş denkleminde bu durum bölgesel ölçekte en az 15-20 yıllık bir belirsizlik ve risk ortamı demek. Geçmişte, bölgesel belirsizliğin ve riskin yükseldiği dönemlerde Kürt siyaseti Irak’ta, Suriye’de, Türkiye’de genel olarak büyüdü. Görebildiğim kadarıyla Türkiye risk azaltıcı, bir tür önleyici bir strateji çerçevesinde yeni bir pozisyon tutmaya çalışıyor. Yani olası bir belirsizlik dönemine PKK’yle ya da bir silahlı örgütle girmek istemiyor. O yüzden bence yeni süreç bir yönüyle risk azaltma, bir ön alıcı strateji bağlamında gündeme geldi.

Öte yandan, savaş büyümese bile şimdiki durumda dahi İran büyük güç kaybetmiş durumda. Kürtlerin yaşadığı dört ülkenin üçünde İran’ın doğrudan büyük etkisi var. Bu koşullarda İran’ın daha da zayıflaması ihtimalini Türkiye bir fırsat penceresi olarak görüyor anladığım kadarıyla. Zaten 1990’lardan bu yana gelişen diyalog süreçlerine baktığımızda, sınır ötesinde bir “fırsat penceresi” açılmadığı sürece içeride Kürt meselesinin çözümünü konuşamıyoruz. Türk devleti ve siyaseti sınır ötesinde bölgesel ölçekte bir ekonomik ve siyasi güç olmaya dair bir fırsat penceresi açıldığında Kürt barışını konuştu bugüne kadar. Bu durum, 1990’larda Körfez Savaşı’nda da 2000’li yıllardan bu yana yaşadığımız üç barış sürecinde de öyleydi.

‘BAHÇELİ DEM PARTİ BİLDİRİSİNE YANIT VERDİ’

Bahçeli, tokalaşma ve Öcalan çıkışının ardından 29 Ekim nedeniyle yaptığı açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır” dedi. Bu ne anlama geliyor sizce?

Devletin temel beklentisi PKK’nin silah bırakması. Burada bir anormallik yok. 1999- 2004 İmralı sürecinde, 2007-2011 Oslo sürecinde ve 2013-2015 çözüm sürecinde beklenti hep buydu. Stratejik yatırımını buraya yaptı devlet. Son olup bitenler, Bahçeli’nin bir adım geriye atması diyelim, bu işin öyle beklendiği gibi kolay olmayacağını gösteriyor. Ankara saldırısını da belki böyle görmek lazım. Yani bu iş beklendiği kadar kolay değil. Yeni sürecin liderliğini Bahçeli yapıyor gibi. Bununla birlikte, bugüne kadar açıklamalar silahsızlanmaya, silahı gömmeye ilişkin. Silahsızlanma meselesi dışında Cumhur İttifakı, Kürt meselesinin çözümüne dair nasıl bir çerçeveye sahip bilmiyoruz.

Yapılan açıklamalar sürecin hem usulünün hem de esasının sınırlarına dair bir tartışmanın olduğunu gösteriyor. O sınırlar üzerine şu an bence bir müzakere yürüyor. Sanırım karşılıklı ‘sınır hatırlatma’ adımları atılıyor. Bundan ötürü Bahçeli’nin “Kürt sorunu yoktur” açıklamasını okuduğumda “Bu iş bitiyor” diye düşünmedim. Orada da sınırlara dair hatırlatmalar var. Aslında DEM Parti Meclisinin yaptığı bir açıklama var. Belli ki ona da bir cevap veriyor Bahçeli. O bildirinin içeriğine dair duyduğu rahatsızlık da yansımış durumda. 

‘KALICI BİR ÇÖZÜM PROGRAMI LAZIM’

Türkiye devletinin Kürt sorunu konusunda hep fırsat siyaseti yürüttüğünü söylediniz... Bunun ötesine geçilemiyor mu?

Benim görebildiğim kadarıyla sürecin nihayete erebilmesi için kalıcı bir çözüm programının olması lazım. Önceki hiçbir süreçte o dönemi yürüten devlet aktörlerin kapsayıcı ve bütünlüklü bir çözüm programı yoktu. Son kertede PKK’nin silahsızlanması, genel af, sürgünde olanların dönüşü, bütün bu başlıkların hepsi, Kürt meselesinde ‘80 sonrasında oluşmuş yarayı iyileştirmeye dönük. Buna normalizasyon da diyebilirsiniz, yarayı iyileştirme de diyebilirsiniz. Ama son kertede bunların tamamı Kürt meselesinin “yıkıcı” sonuçları. Kalıcı çözüm için tam da bu sonuçları doğuran kök nedenlerin konuşulması ve çözümün orada aranması lazım. Yani Kürtlerin bir kimlik talebi var. Kendi dilleri ve kültürlerini koruma, yeni kuşaklara kaygısız devretme talepleri var. Hem merkezi hükümet hem de yerel yönetim vasıtasıyla kendilerini yönetme talepleri var. Kaynak bölüşümü talepleri var. Türkiye’de büyük bir bölgesel eşitsizlik var. Kürtlerin sınır ötesinde yaşayan kardeşleriyle Türkiye’nin dostane ilişki kurmasına dönük talepleri var. Şu an anladığım kadarıyla biraz sürecin usulü inşa ediliyor. Ama esasa dair bir tartışma olmazsa, bu konuda hem DEM Parti’nin hem CHP’nin hem de hükümetin bir çözüm programı ortaya çıkmazsa muhtemelen bu ‘fırsat penceresi’nin de kapanma riski var… Aynı anda herkesin kazanabileceği hem Kürtlerin büyüyebileceği hem Türklerin ve Türkiye’nin büyüyebileceği bir seçenek var. Sınır, içinde ve sınır dışında olmak üzere… Bu fırsat penceresi sorunun çözümü için gerekli ama yeterli olmayan bir şart.

‘İŞİN MERKEZİNDE ROJAVA VAR’

İktidar terör sorunu dediği meseleyi Suriye üzerinden tartışıyor. İktidar medyası da özellikle TUSAŞ saldırısı sonrası Rojava’yı hedef gösteriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başta da söyledim, Türkiye’yi bu viraja yönlendiren temel meseleler hem iç hem dış dinamikler. Ama dış dinamikler biraz daha belirleyici: İsrail’in bölge savaşının Suriye’deki denklemi değiştirmesi, belki İran’da bir rejim değişikliğinin önünü açması… Buralarda da Kürt meselesi var ve Rojava bu işin merkezinde. Önceki sürecin çökmesinin temel sebebi de Rojava idi. PKK’nin silah bırakması meselesi muhtemelen Rojava konusundaki bir politik hat değişimine bağlı olacak. Çeşitli senaryolar var. ABD garantörlüğünde, Rojava yönetimiyle Afrin-Cerablus’taki ÖSO arasında bir ortaklığın kurulması seçenekleri tartışılıyor. Başka bir seçenek olarak Ankara’nın her iki yönetime birden garantör olmasına dair çeşitli spekülasyonlar var... Ama şu net: Rojava meselesinde Türkiye bir siyasi hat değişimi sağlamadan, PKK’nin silah bırakmaya ikna edilmesi -en azından son çözüm sürecini dikkate aldığımızda- zor görünüyor. Doğrusu, masada konuşulan öncelikli mesele bu gibi görünüyor. Rojava şu anki sürecin merkezinde gibi. Rojava’da en azından ABD ve Türkiye arasında bir uzlaşı sağlanırsa ve buna Rojava yönetimi rıza gösterirse, süreç ilerleyecek gibi görünüyor. Rojava üzerinden yapılan tartışmalar uzlaşı çerçevesinin netleşmediğini gösteriyor.

ÖNCEKİ HABER

Batman'da bir kadın ve çocuk katledildi

SONRAKİ HABER

SES Bursa: Eziyet yönetmeliğine karşı mücadele etmeye devam edeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa