Doç. Dr. Arzu Yılmaz: Türkiye dış politikadaki sıkışmışlığını aşmaya çalışıyor | Gündem Özel - “Yeni süreç” tartışmaları
Kürdistan Erbil Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Arzu Yılmaz: “Türkiye ‘diyalog süreci’ ile birlikte Ortadoğu’da yaşadığı dezavantajlı durumu Kürtlerle tersine çevirmeyi amaçlıyor” .
Elif Ekin SALTIK
Diyarbakır
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında başlayan ve haftalardır el artırarak sürdürdüğü açıklamaları sonrası, Kandil’den KCK’den yapılan açıklamalar, Öcalan’ın 44 ay sonra “aile görüşmesi” yapması, akabinde PKK’nin üstlendiği TUSAŞ saldırısı ve tabii Ortadoğu’da süren gelişmeler… Peş peşe gelen açıklamalarla birlikte her kesimin anlamaya çalıştığı bir “diyalog süreci” tartışılıyor. Tüm bu gelişmeleri, Türkiye ve Ortadoğu ölçeğinde gösterdiklerini Kürdistan Erbil Üniversitesinden Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz ile konuştuk.
Pek çok şey konuşuldu bu zamana kadar, Kandil, İmralı ve iktidar nezdinde görüşmelerin bir süredir sürdürüldüğü de söylendi, kimsenin hiçbir şey bilmediği ve Bahçeli’nin kimsenin beklemediği bir çıkış yaptığı da… Öcalan aylar sonra yeğeni Ömer Öcalan ile yaptığı görüşmede “Süreci hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi. İmralı-Kandil-Ankara arasında bir mutabakat olduğuna dair tespitiniz var sizin de bunun nasıl bir mutabakat olduğunu düşünüyorsunuz?
Bir mutabakat olduğuna dair tespitim son üç haftada dökülen bilgilerden, yapılan açıklamalardan kaynaklanıyor aslında, birinci veri bu. İkinci veri ise 2021 yılında KCK’den yapılan bir açıklamayla Türkiye’nin PKK’ye birtakım mesajlar gönderdiği bilgisine ulaşmıştık. Onu takip eden dönemde 2023 yılında açıklamalar peşi sıra geldi. O dönemde Leyla Zana, Ahmet Türk hatta Selahattin Demirtaş da olası bir çözümün taraflarını Abdullah Öcalan ve hükümet olarak adreslediği mesajlar yayımladı ki bu Selahattin Demirtaş’ın 2022’deki pozisyonundan farklı bir yerde durduğuna işaret ediyordu.Bunu özellikle vurgulamamın nedeniyse bunun arka planı olan, hani bazen temasın kurulduğu, bazen bu temasın kesildiği, belli ki bazı konularda anlaşılamadığı için ilerletilemeyen bir diyalog vardı. Ama günün sonunda Bahçeli önce DEM Parti ile Mecliste tokalaşarak daha sonra yaptığı açıklamalarla, henüz adı bir süreç olarak konması erken olsa da bu diyaloğu sahiplenen bir pozisyonu açık etti.
Benim mutabakat dediğimse bu çerçevede öyle anlaşılıyor ki devlet İmralı üzerinden Kandil’i de içeren bir şekilde yürüttüğü diyaloglarda taraflar arası birlikte hareket etme iradesi ortaya konulmuş. Konulmuş ki biz Devlet Bahçeli’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın çıkıp bu konularda bir ihtimali dile getiren hatta ihtimalin ötesinde de birtakım somut adımları işaret eden açıklamalar yaptığını görüyoruz. Bu genel mutabakatsa benim anladığım kadarıyla Ortadoğu’da beraber hareket etme, içeride ise anayasa değişikliği çerçevesinde iç politikada birlikte hareket etme; bir yerel seçim olduğunda da Cumhur İttifakının Kürtlerden yeniden oy alma hedefi güttüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz.
“ORTADOĞU’DA AKTÖR OLMAYI İSTERKEN DIŞARIDA KALDI”
TUSAŞ saldırısı sonrası Türkiye Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik sınır ötesi operasyonunu artırdı. İçeride “bir çözüm tartışması” yaşanırken sınır ötesinde yaşananlar, Erdoğan’ın Esad ile “normalleşmeye” çalışması Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonu açısından ne gösteriyor?2010 ve sonrasından bu yana AKP iktidarının sürdürdüğü dış politika açık bir tercih olarak Türkiye’nin iç politikasını ve bunun da ötesinde rejimini dahi tayin eden bir belirleyici faktör haline geldi. Ancak Türkiye 2020’den bu yana hatta Biden yönetimi spesifik olarak Washington’da iktidara geldiğinden bu politikadaki başarısızlığını ve onun sonuçlarını tamir etmeye dönük adımlar atıyor. Suriye bu işin en son halkası oldu. Ama bu hamlede Türkiye umduğu şeyi bulamadı. Birincisi, bu yolla Amerika’yla ilişkilerini iyileştirebileceğini umuyordu bu olmadı. İkinci hedefi ise Türkiye her ne kadar askeri olarak agresif bir dış politikayla Ortadoğu’da bir oyun kurucu rol oynamaya kalkıştıysa da günün sonunda Ortadoğu’da oluşan denklemde Türkiye’nin çeperde kaldığı faş oldu. Bunu ister Hindistan, Körfez, Ürdün, İsrail enerji koridoru üzerinden tarifleyelim; isterseniz İran’ın önü alınamaz etkisinin Tahran’dan Beyrut’a mutlak bir kontrol sağladığı etkisi üzerinden göz önüne alalım, nihayetinde Türkiye Ortadoğu’da olup biten açısından etkin bir aktör olmayı bırakın, İran, Körfez, İsrail üçgeninde şekillenen yapının dışında ve çeperinde kaldı.
“DEZAVANTAJLI DURUMUNU KÜRTLERLE TERSİNE ÇEVİRMEK İSTİYOR”
Kürt meselesine gelecek olursak, Türkiye 10 yıl önce Ortadoğu’da etkin bir rol oynama çabasına giriştiğinde Müslüman Kardeşler’le ittifak yapma yoluna gitmişti onun sonucunu 10 yılda aldı şimdi de bunu Kürtlerle birlikte yapma niyetini gösteriyor. Bu süreç başlamış olsa bile 2020’den beri Ortadoğu’da olup biteni tersine çevirmesi mümkün değil. Bu süreç eğer başlayacak olursa, sözünü ettiğim mutabakatın aynı zamanda bir süreci içeriden dışarı çalıştırma konusunda da bir perspektifte ortaklaştığını düşünüyorum. Bunu daha açmak gerekirse içeride birtakım anayasa değişiklikleriyle Kürt dili olsun, vatandaşlık tanımı olsun, Kürtlerin bu tür beklentilerine karşılık gelecek. Belki Avrupa Birliği yerel yönetimler şartının kabul edilip efektif olarak kullanılmasına imkan verecek, anayasal değişikliklerle ilk önce içeride birtakım adımlar atmak ama nihayetinde Ortadoğu’da Türkiye’nin düştüğü dezavantajlı durumu Kürtlerle ortaklaşarak tersine çevirme yoluna girmek istiyor. Bu adımın da günün sonunda Amerika’nın destekleyeceği bir pozisyon olduğunu ve bu yolla da dediğim gibi AKP ya da Cumhur İttifakının bozulan ilişkileri, ekonominin belki de battığı ama bunun ilan edilmediği bir aşamada, ilişkileri iyileştirmenin hayati bir önem taşıdığı noktada olduğunu göz önünde tutmakta fayda var.
“ANKARA İLE KAMIŞLO ARASINDA BİR ARA BULUCULUK OLABİLİR”
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde de 2 yıl ertelemeyle sonunda bir seçim gerçekleşti. Seçim öncesi IKBY Başkanı Neçirvan Barzani Türkiye’de bir ziyaret gerçekleştirmişti. Seçim sonrası bir hükümet kurulmadı henüz ancak IKBY’deki gelişmelerin Kürtlere, Türkiye’nin içeride ve dışarıda sürdürdüğü bu politikalara nasıl yansır? IKBY seçimlerinin yansımalarını daha iyi anlayabilmek için kısaca belki seçimlere gidilen süreçte Türkiye’nin aldığı pozisyon ve sahadaki siyasi dengelere etkisini yorumlamakta fayda var. Malumunuz Türkiye hem Suriye hem Irak Kürdistanı’nı birlikte düşündüğümüzde ya da sadece Irak Kürdistanı’nı düşünsek dahi tek bir Kürt siyasi aktörüyle iş birliği yapıyor, o da Kürdistan Demokrat Parti. Türkiye’nin askeri operasyonları her ne kadar Türkiye’den bakıldığında Irak Kürdistanı’ndaki siyasi etkisini de artıran bir faktörmüş gibi değerlendirilse de sahadaki yansıması öyle olmuyor. Bir kere en temelde buradaki kitlenin KDP’nin Türkiye ile iş birliği içinde yürüttüğü politikalara KDP üzerinden tepki göstermesine neden oluyor. İkincisi ise sadece KDP’yle iş birliği yapmak değil, aynı zamanda ikinci parti olan Kürdistan Yurtseverler Birliğini şeytanlaştırmak, hatta terörist ya da bir tehdit ilan edecek boyutta dışlama politikası da Türkiye’nin buradaki askeri operasyonlarına rağmen siyasi etkisini daraltan bir etki yarattı. Burada bir hükümet kurulabilirse İran’ın da Kürdistan’da etkisinin olacağı yeni bir hükümet kurulacaktır ve burada Erbil’in siyasi sahnede olacağı bir hükümet göreceğiz. Bu da otomatikman Türkiye’nin seçimlerden önceki parlamento ölçeğindeki etkisini azaltacak bir faktördür.
Bu çerçevede de belki şunu eklemekte fayda var, eğer İmralı-Kandil-Ankara arasındaki diyalog bir sürece evrilirse bura da önemli adreslerden biri olacak gibi görünüyor. Bu adres olma hali önce Ankara ile Kandil ama daha çok Ankara ile Kamışlo arasında bir ara buluculuk olabilir diye düşünüyorum. Ama bunun da ötesinde eğer o genel irade üzerinden tarif edecek olursak değil sadece ara bulucu, Ortadoğu ölçeğinde Erbil’in bir taraf olarak da konumlanması Türkiye’nin Kürtlerle diyaloğu sürecinde sadece PKK ile bir anlaşma değil, Ortadoğu’da diğer Kürt aktörlerle de anlaşmayı içine alacak bir çerçeveye bürünebilir. Ancak bunlar son derece uzun vadeli projeksiyonlar.
“TÜRKİYE İRAN’I BİR TEHDİT OLARAK GÖRÜYOR”
Ortadoğu’da İran ve İsrail arasındaki kıyasıya mücadeleye bakacak olursak Türkiye’nin aldığı pozisyon ve bu güç mücadelesinin Türkiye açısından karşılığı ne olur?
Bu mevzuda Türkiye pozisyonunu İsrail’e karşı konumlanıyormuş gibi gösteriyor. Ama sahada, Kürtlerle iş birliği üzerinden murat edilen hedeflere baktığımız zaman Türkiye’nin aslında İsrail’den çok İran’a karşı bir pozisyon almasını koşullayacağı çok açık ortada. Bir ikincisi ise biraz hafızalarımızı tazelersek 2017’de Koalisyon güçlerinin yerel güçlerle birlikte Musul’u IŞİD’den özgürleştirme operasyonu gündeme geldiğinde biz Erdoğan’ın aslında o dönemde açıkça sadece Musul’da değil Rakka’da Türkiye’nin ordusunun koalisyon güçleriyle birlikte bu operasyonda yer almasını istediğini ama Türkiye’nin bu taleplerinin reddedildiğini, onun yerine Irak’ta İran’a bağlı Haşdi Şabi güçleriyle Musul’da ortak operasyon yaptığını biliyoruz. Ve o dönemde Erdoğan İran’ı hedef alan açıklamalar yapmıştı. Burada Türkiye’nin tehdit gördüğü şey buradaki petrol ve doğal gaz zengini bölgenin ve Türkiye’de Misakımilli sınırları içerisinde olduğu varsayılan ve bunun üzerinden birtakım siyasi iddialar üretilen bölgenin kontrolünün İran’da olması. Bunun en önemli sonuçlarından bir tanesi Kerkük-Yumurtalık boru hattının kapatılması oldu. Neredeyse iki yıl olacak Kerkük yumurtalık boru hattı açılamadı.
“İRAN-İSRAİL MÜCADELESİNDE AMERİKAN SEÇİMLERİ BELİRLEYİCİ OLACAK”
Tarafların netleştiği bir mücadeleyi düşünürsek Türkiye’nin İran’ın yanında olması cari çıkarlarını bir tarafa bıraksak dahi yapısal olarak çok mümkün değil. Hem İsrail-İran arasındaki güç mücadelesi çerçevesinde hem de Türkiye’nin Suriye politikası çerçevesinde ya da Irak politikası çerçevesinde şunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Bundan bir hafta sonra Amerika’da seçimler olacak. Bu seçimler olduğunda Amerika’da, Washington’da Cumhuriyetçilerin mi, Demokratların mı o koltuğa oturacağı Ortadoğu’da sürmekte olan güç mücadelelerinin neye evrileceğini de tayin edecek önemli bir faktör. Dolayısıyla da bu örneğin İsrail-İran mücadelesinin uzlaşmayla sonuçlandığı bir aşamaya da gelebilir ya da artık bizim doğrudan bir İran-İsrail savaşından bahsettiğimiz bir bölgesel savaş durumuna da gelebilir. Dolayısıyla da bu sürecin neye evrileceği konusunda önümüzdeki en erken gösterge Amerikan seçimleri olacak. Amerikan seçimlerinden sonra bu belirsizlikler hem İsrail hem İran mücadelesi hem de Türkiye’nin burada alacağı pozisyon üzerinden daha net konuşabileceğimiz bir dönem olacaktır.