Cesareti büyütmek için bir adım öne!
Artan ve vahşileşen şiddete, ihtiyaca karşı yaşadığı endişeyi ve tedirginliği geri plana atan kadınlar var. İçinde söküp atamadığı bir korku hâlâ kalsa da ağır basan cesaretle hareket eden kadınlar.
Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel
Cemre KAVUKER
Son günlerde sosyal medyada dolaşan bir video var. Küçük bir kız çocuğu korkup bağırarak evinin kapısına doğru koşuyor. Bir şeylerden kaçtığı çok belli. Kapının önüne gelip geri bakıyor ve kaçtığı şeyin geldiğini görüyor. Geçen saniyeler izleyicilerin gerginlik seviyesini iyice artırıyor. En sonunda kızın kaçtığı şeyler giriyor kadraja. Dört-beş tane ördek. Gerilimle başlayıp gülümseme ile biten bir video olarak kaydırıp geçiyoruz. Ancak gerçekler pek de öyle değil. Çünkü neredeyse her an hissettiğimiz tedirginlik ve korkunun bir yansımasını videoda da yaşıyoruz. Küçük bir kızı kovalayan, korkup kaçmasına neden olan bir şey bizi endişelendiriyor. Binbir çeşit senaryo oluşmaya başlıyor videonun sonuna gelene kadar. Bu senaryolar günlük yaşamımızın bir parçası olmuş durumda artık.
Ayşenur ve İkbal’in vahşice katledilmesinin ardından çok uzun bir zaman geçmedi ama kadınlar için yaşam artık anlık bir zaman dilimine sıkıştı. Korku, tedirginlik ve endişe giderek arttı. Bir yerden bir yere yürümek, geç saatte eve dönmek, boş sokağa girmek ve daha pek çok şey daha fazla tedirgin ediyor artık. Kişisel koruyucu ekipmanlara olan ilgi arttı. Yetmedi evde biber gazı yapma videoları yaygınlaştı. Konum takip etme programları telefonlara birer birer inmeye başladı. Belli zaman dilimlerinde ihtiyaç duyulan plaka alma alışkanlığı artık bir sürekliliğe dönüştü. Gündüz ya da gece, taksi veya dolmuş fark etmeksizin binilen aracın plakası alınmaya başlandı. Tek başına ya da gece vakti yapılan yolculuklarda canlı konumlar paylaşılmaya başlandı. Artık bir rutine dönen telefonla konuşmanın, bir eve veya boşluğa doğru el sallama hareketlerinin üstüne yeni yöntemler eklenmeye başladı. Bunlar ve daha fazlası kişisel olarak alınmaya çalışılan önlemlerden. Her biri biraz tedirginlik azaltıcı, biraz güvende hissetme çabası.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet yalnızca son haftalarda artmadı. AKP iktidarının politikaları ile kadına yönelik şiddeti önleyici mekanizmalar birer birer ortadan kaldırıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre Türkiye’de 2017-2023 yılları arasında şüpheli kadın ölümleri yüzde 82 arttı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun kurulduğu 2010 yılından 2024 yılının ekim ayına kadar geçen sürede 4255 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. Yani kadın cinayetleri sadece bugünün değil, uzun yılların sorunu olarak verilerle de ortaya duruyor. Peki kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet sadece bugünün sorunu değilse neden kadınlar daha tedirgin hissediyor?
Ayşenur ve İkbal’in öldürülme şekilleri başta kadınlar olmak üzere toplumda büyük bir endişe yarattı. Başvurulan ancak alınamayan uzaklaştırma kararları, genç kadını suçlayıcı cümleler, katilin zaten ‘normal’ biri olmadığı söylemleri. Sadece bu olay özelinde değil, ülke gündeminde yaşananları da birleştirince tedirginlik yeni bir deri olarak eklenmeye başladı vücutlara. Bu vahşi katledilme olayından kısa bir süre önce 19 yaşında 26 ayrı suç kaydı bulunan genç bir erkek, bir kadın polisi öldürdü. 19 yaşında 26 ayrı suç kaydı ile sokakta elini kolunu sallayarak gezebiliyordu. Bir cezalandırma söz konusu değildi. Üstelik bu genç sadece gündem olanlardan biri. Yazıyı yazmak için haberleri araştırırken ‘suç kaydı’ kelimelerini arattığımda ülkenin dört bir yanında farklı yaşlardan, farklı suç kaydı sayılarına sahip kişilere ilişkin haberler çıktı önüme. Pek çoğu da yakın tarihli. Bu haberler şunu düşündürdü bana, sokakta karşılaştığımız herhangi biri onlarca suç işleyip karşımızda duruyor olabilir mi? Buradan suç kaydı olduğu için sonsuza kadar hapiste kalmalı anlamı çıkmamalı. Ancak suçun niteliğine göre bir ceza ve rehabilite sistemi oluşturulmalı. 15, 26, 54 suç kaydı olan bir kişi topluma karışabilecek hale geldi mi? Bu suç kayıtlarının niteliği toplumla bir araya gelmesine engel mi? Suçlu, suç niteliği, cezalandırma, topluma uygun hale getirme süreçleri işlemediğinde biz Ceren Özdemir’i göz göre göre kaybediyoruz.
Aynı zamanda kadına yönelik şiddeti engelleyici mekanizmaların bir bütün olarak iyi işletilmesi gerekiyor. Halihazırda var olan 6284 sayılı Kanun, kanunda yer alan koruyucu önlemlerin her birinin alınması bile bugün kadına yönelik şiddetin önüne geçmek için bir adım olacaktır. Ancak bugün kanunun uygulanmadığını, kadınların başvurduğu kamu kurumlarından ‘Barışın, anlaşın’ diyerek evlerine gönderildiklerini hepimiz biliyoruz artık.
Tüm bunlar birleşince kadınların yaşadığı tedirginlik ve endişe daha anlaşılır oluyor elbette. Son aylarda artan şiddeti, alınmayan önlemleri, uygulanmayan yasaları, artık şiddet faillerinin herhangi biri olabilmesini birleştirince her güne başlayıp bitirmek yeni bir ‘level atlamak’ gibi oluyor kadınlar için. ‘Bugün eve rahat ve sağlam dönebilecek miyim?’ düşüncesi sabah gözleri açar açmaz belirip gece gözleri kapatana kadar duruyor aklın en belirgin köşesinde.
Tüm bunlar yaşanırken bir de yaşadığı endişeyi ve tedirginliği geri plana atan kadınlar var. İçinde söküp atamadığı bir korku hâlâ kalsa da ağır basan cesaretle hareket eden kadınlar. Birkaç örnekle bu korkuyu bastıran cesaretin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışalım. Urfa’da bulunan Özak Tekstil işçileri haklarını aramaya kalktığında karşılarında valiyi, jandarmayı hatta müftüyü buldu. Direnişleri biber gazıyla, TOMA’yla, gözaltılarla bastırılmaya çalışıldı. Ama bu direnişin ön saflarında yan yana duran kadınlar geri adım atmadı. Belki hayatlarında ilk kez devlet aygıtları ile bu denli karşı karşıya gelmişlerdi. Devlet, sopasını göstermişti çoktan onlara. Üstelik yaşadıkları bölgede kadınların önde olması onlar için bir ilkti. Özak direnişçisi Funda o süreci “Her halükarda biz kazandık çünkü değiştik. Kadınların çok baskılandığı bir yerde kadınlar kendilerini ifade edebilmeye, röportajlar vermeye başladılar. Bu bizim için bir kazanım. Şehri de değiştiriyoruz” diye anlatıyor. Sadece işi için direnen değil, kendini, arkadaşlarını ve yaşadıkları yeri değiştiren bir deneyime dönüştü onlar için bu direniş. İstanbul’da bulunan Polonez gıda fabrikasındaki işçilerin de çoğunluğu kadın. Sendikalı oldukları için 146 işçi işten çıkarıldı. Direniş alanına şiddet öyle bir boyuta ulaştı ki işçilerin çocuklarının da bulunduğu direniş alanına polis biber gazıyla müdahale etti. Ancak işçiler direnişinden vazgeçmiyor. Çünkü Polonez İşçisi Bedriye’nin dediği gibi: Polonez markasını onlar yarattı, onlar büyüttü. Yine İstanbul’da bulunan MKB Rondo işçileri patronun yüzde 45 zam dayatmasına karşı yüzde 80 zam talebiyle greve çıktı. Aldıkları ücretlerin artık hiçbir ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğini söyleyerek direnmeye devam ediyor işçiler. MKB Rondo’da da kadın işçiler var. Kadın işçilerin talebi basit ve net: “İnsan olarak görülmek”. Kadın işçiler kadın olmanın başlı başına bir direniş olduğunun farkında. Ancak işçi arkadaşlarıyla birlik olmanın ve grevin onlara güç verdiğini, gururla gezdiklerini anlatıyorlar.
Memleketin üç yerinde birbirini görmemiş, duymamış, tanımamış kadınların yaşamlarından kısa birkaç andan bahsettik. Bu anlar önemli çünkü kadınlar karşılarında devletin tüm mekanizmalarını bulmasına rağmen vazgeçmemişler. Hepsinin üzerinde pek çok kaygı var: Evin geçim derdi, mahalleli ne der, babam/ağabeyim/eşim arkamda olacak mı? Tüm bunlara rağmen insanca bir yaşam için düşünceleri geride bırakarak bir adım öne çıktılar. Kimi zaman biber gazı yediler, kimi zaman ters kelepçeyle gözaltına alındılar, kimi zaman evde ‘Ne işin var senin o alanda?’ soruları ile karşılaştılar. Çünkü MKB Rondo işçisinin söylediği gibi: “Kadın olmak başlı başına bir direniş.” Bu direnişi sürdürürken yeni bir direnişe atılıyor kadın işçiler. Hepsi içinde tedirginlik, endişe, korku taşısa da haklı bir mücadele sürdürmenin gururuyla cesaretlerini tüm bu duyguların önüne koyuyorlar. Çünkü yalnız değiller, tek başına değiller. Birlikte hareket edeceği, onunla yan yana duran işçi arkadaşları var. Grevleri duyulduğunda onların yanında olan, ziyarete giden, mesaj gönderen onlarca dostları var. Bu örnekler de gösteriyor ki bugün yaşam mücadelesi veren, sadece yaşamak istiyorum diyen kadınlar tek tek olduklarında içlerindeki o cesareti çıkaramıyorlar. Ancak yan yana geldiklerinde, birlik olduklarında, tek olmadıklarını bildiklerinde cesaret duygusu korkuya ağır basmaya, kadınları bir adım öne atıyor.