Diyarbakır Barosu Başkanı Abdülkadir Güleç: Kürtlerin tamamını kapsamayan çözüm mutlak çözüm değil
“Bütün Kürtler muhatap ama Kürtler kendini nasıl ifade edecek? Kurumlarıyla, siyasi partileriyle, aydınlarıyla, ifade mekanizmaları var. Bunun es geçen hiçbir çözüm mutlak bir çözüm değil.”
Diyarbakır Barosu Başkanı Abdülkadir Güleç | Fotoğraf: Elif Ekin Saltık/Evrensel
Elif Ekin SALTIK
Diyarbakır
Kürt sorununa dair demokratik ve barışçıl çözüm önerilerini her platformda dile getiren ve bu yönde çağrılar yapan Diyarbakır Barosunun yeni yönetimi “diyalog” tartışmasının yapıldığı sıcak bir gündemle görevine başladı.
Yine tüm toplumun dikkatinin üzerinde olduğu Narin Güran cinayeti davasında da baro taraf ve 4 sanıklı dava 7 Kasım’da görülmeye başlanacak. Böylesi iki önemli meselenin bir gündem olarak önünde durduğu Diyarbakır Barosu Başkanı Abdülkadir Güleç’le yeni dönemi, Diyarbakır Barosunun üzerine düşen sorumlukları ve yapacaklarını konuştuk.
Diyarbakır Barosu bölge illerindeki barolar açısından önemli bir yere sahip. Herkesin gözünün kulağının üzerinde olduğu bir baro. Bu durum Diyarbakır Barosunun yeni yönetimine nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Diyarbakır aslında çok önemli bir kent. Dolayısıyla o kentin barosu da önemli. Ama bu baronun önemli olmasının tek nedeni bu değil kuşkusuz. İnsan hakları mücadelesi uğruna Baro Başkanımız Tahir Elçi’yi kaybettik. Deyim yerindeyse taşın hakkını savunurken kameraların gözü önünde kaybettik. Diyarbakır Barosu başkanlarımızın biriktirdiği bir miras var. Biz de o mirasın takipçisiyiz ve o mirası koruyacağız. Tıpkı Avukatlık Yasası’nın bize yüklediği insan haklarını koruma görevi gibi. O mirasın tamamı da o insan haklarını koruma, kollama görevinden kaynaklı biriken bir miras.
Yeni yönetim olarak da toplumun hak, hukuk, adalet mücadelesinde yol gösteren, hukuki destek sağlayan bir yerde durmaya devam edeceğiz. Cezasızlık politikalarının egemen olduğu bir dönemde toplumsal tüm davalara ilişkin mücadele edeceğiz. Zaman aşımına uğratılmak istenen, temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği ne kadar dava varsa takipçisi olmaya çalışacağız. Tıpkı Narin Güran dosyası gibi, Cemal Temizöz dosyası gibi…
Kentte 8 yıllık bir kayyım dönemi bitti ancak kayyım sopası hâlâ sallandırılıyor. Hakkâri sonrası Esenyurt Belediyesi kayyım atanması sıcak bir gündem, hem de “diyalog” tartışmasının yapıldığı bir zamanda. Kayyım bu kentte neler bıraktı?
Bir halkın en temel haklarından biri kendi belediye başkanı, kendi meclisinin seçmesidir. Kayyım politikası halkın seçme hakkına bir müdahale, seçme hakkını engellemedir. Aynı zamanda seçilme hakkına da bir müdahaledir. 8 yıl sürmüş bir kayyımın büyük tahribatları var, hepimiz bunu en önce açıklanan borçlarla görüyoruz. Maddi tahribat çok yüksek, ortada görünen bir şey de yok. Ya da örneğin Sur ilçesinde o kentin hafızasına uygun olmayan, tarihsel dokusuna uygun olmayan yapılar yapıldı. Bu da ciddi bir tahribat. Bir halkın, kadim bir ilçenin hafızasını silmeye dönük uygulamalar bu dönemde gerçekleşti. Bunun tahribatlarının üç beş yılla bile giderilebileceğine ihtimal vermiyorum, ciddi bir çalışma yapmak lazım.
Yine kayyım döneminde belediye içerisinde yer alan pek çok insan kendini maalesef o kayyım politikalarına çok izole edemedi. Ona belki dahil oldu, dahil olmak zorunda kaldı. İnsanları adeta açlıkla terbiye ettiler. Nitekim binlerce insana ihraç edildi o dönem, o anlamda da ciddi bir tahribat yaratıldı. Kentin doğası, tabiatı çok zarar gördü diyebilirim. Halkın iradesi ile seçilen tarafından seçilen bu belediye başkanları ve belediye meclisi umarım görev süresince bu görevde kalırlar ve asla bölgemiz bir kayyımla daha tanışmaz. Umudumuz devletin bu politikalardan vazgeçmesi yönünde.
“ÇÖZÜMDE SORUMLULUK ALMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Adına “diyalog” denilen bir gündemimiz var bir süredir. Diyarbakır Barosu da aslında uzun zamandır Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin bir söz kuruyor, çağrı yapıyordu. Bu adıma dair ilk tespitleriniz neler?
Devlet ya da hükümet böyle bir girişimde bulundu ve bunun siyasi nedenleri var bize göre. Siyasi bir seçim gibi de analiz yapmak istemiyoruz ancak Ortadoğu’da birçok şey değişiyor. Gündem daha çok İsrail, İran, İsrail-Hamas, Lübnan’daki, Libya’da gelişmeler. Ayrıca Ukrayna-Rusya savaşı… Bunların nereye varacağı noktasında da pek çok belirsizlik var. Kürtler bu bölgenin yerleşik halklarından, toplamda 25 milyon Kürt var bu bölgede yaşayan. Devlet bu zor konjonktürde Kürtleri yanında tutmak istiyor. Değişime dair ibarelerin anlamı bana göre bu. Biraz da o sebeple devleti en kutsal gören bir siyasetin genel başkanı, DEM Parti’lilerin elini sıktı. Siyasette istişarenin, dayanışmanın olması, kapıların açık tutulması çok önemli.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu halk tarafından belirlendi. Bu halkın temsilcileri, bütün gruplar elbette ki Türkiye’deki bütün meseleler gibi Kürt sorunuyla ilgili de diyalog kurabilirler, çözüm önerileri geliştirebilirler. Bu adımı anlamlı buluyorum, devamı keşke gelse. Sonrasında talihsiz şeyler de yaşandı, TUSAŞ saldırısı örneğin. Rojava’ya dönük saldırılar arttı, sivil can kayıpları oldu. Bunlar da “yeni” dediğimiz şeyi biraz sönümlendirdi gibi. Belki bir diplomasi yürütülüyordur, kamuoyuna yansımadığı için bir şey diyemem. Ancak biz tabii ki sorumluluk almaya devam edeceğiz.
“SADECE AK PARTİ İÇİNDEKİ KÜRTLERİ Mİ MUHATAP ALACAKSINIZ?”
Devlet Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DEM Parti’yi, dışlayan bir tutumu var. Böylesi dışlayıcı, tek tarafta tutumla bir süreç yürütülebilir mi? Nasıl bir somutluk olmalı?
Yeni yönetimi tebrik ziyaretleri bir süredir devam diyor. AKP’den ziyaretimize gelenler de oldu, onlara da söyledik. Eğer bu halkı ikna etmek istiyorsanız, bir çözümün gelişmesini istiyorsanız yapılması gereken çok basit şeyler var. Sayın Demirtaş’ın, Sayın Kavala’nın tahliye olmasının önünde hiçbir engel yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları var. Bu kararlar uygulanırsa bir yumuşamadan söz edilebilir. 500’den fazla hasta mahpus var. Onların tahliyesinin önü açılırsa bir yumuşamadan söz edilebilir. Cezaevi İzleme Örgütü denilen ucube, içerisinde hiçbir hukukçunun etkin olmadığı kurul, hukukçuların olduğu bir kurul haline getirilirse, 30 yıldan fazladır cezaevinde yatan mahpusları tahliye edilirse o zaman belki bir sürecin başlangıcından söz edebiliriz. Bunlar halkı ikna etmek adına atılacak basit, somut adımlar. Yeter ki devlet bu konuda bir irade ortaya koysun. Bunlar yapılmadan söylenen sözün çok kıymet yok. Bu halk artık söz dinlemek istemiyor, icraat görmek istiyor. Kürt sorunu çözülecekse hangi yöntemlerle çözülecek açık açık söylemeliler. Kürtler adım bekliyor. Kürtlerin temel hakları, temel talepleri var. Bunlara dair yasal, anayasal güvenceler olacak mı, olmayacak mı? O tartışmayı da Kürtler kendi içinde yapıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı açıklama yaptı, “Bizim muhatabımız Kürtlerdir” diye. Kürtler 25 milyon. Tek tek Kürtleri mi muhatap alacaksınız, yoksa sadece AKP içinde siyaset yapan Kürtleri mi muhatap alacaksınız? Kürt halkının da sivil toplum örgütleri, siyasi partileri, temsilcileri, kanat önderleri, hukukçuları, aydınları, yazarları var. Bunlar muhatap alınmadan Kürtler adına siz tek başınıza mı karar vereceksiniz? Burada da bir belirsizlik var.
Bütün Kürtler muhatap ama Kürtler kendini nasıl ifade edecek? Kurumlarıyla, siyasi partileriyle, aydınlarıyla, gazetecileriyle ifade mekanizmaları var. Sistemi var. Bunun es geçen hiçbir çözüm bana göre mutlak bir çözüm değil. İnandırıcı bir çözüm olmaz.
Çözüm süreçlerinden elde edilmiş deneyimler var. Bir önceki süreç ya da dünya deneyimleri… Buralara bakmak da önemli sanırım…
Dünya bu nasıl çözmüş, örnekleri var evet. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Güney Afrika bunu nasıl çözmüş? Çatışma çözüm deneyimleri var. Biz o deneyimleri kendi bölge koşullarımıza uyarlayıp bir çalışma, bir yöntem olarak önümüze koyabiliriz. Bununla alanda çalışan çok saygın akademisyenler, bilim insanları var. Bunlardan yararlanabiliriz. Geçmiş dünya deneyiminde aktör olarak rol alanların halen hayatta olduklarını biliyoruz, bunların katkısını isteyebiliriz. Bu toplumda gerçekten bir vicdan var, inanıyorum. O vicdanı temsil eden çok ciddi kanat önderleri var. Onları çalışmalara katarak yapabiliriz. Tabii ki bütün aktörleri de katmak gerekir ki çözüm geçmiş dönemde nasıl akamete uğradı, bir daha akamete uğramasın ve Kürt sorunu sonuç alıcı bir yöntemle, barışçıl demokratik yöntemlerle çözülsün.
“TEMEL SORU NARİN CİNAYETİ ÖNLENEBİLİR MİYDİ?”
Narin Güran cinayeti davasının ilk duruşması 7 Kasım’da görülecek. Narin’in ölümüyle birlikte ortaya çıkanlar daha çok spekülasyonlar oldu. Ancak ailenin siyasi bağlantılarına dair açığa çıkmayı bekleyen başkaca iddialar var. Eksik soruşturmayla hazırlanan iddianame…
Tutuklu olan diğer sanıkların ve soruşturmaya tabi tutulan diğer şüphelilerin dosyası tefrik edildi, dosyalar ayrıldı, o başka bir davanın konusu yapılacak. Anne, ağabey, amca ve Nevzat Bahtiyar, önümüzdeki perşembe günü Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinde bu dört kişinin kasten bir çocuğu öldürmekten dolayı yargılamasını izleyeceğiz. Toplumum çok ciddi beklentiler var. Komisyonumuz klasörler üzerinde çalışıyor, ben de zaman zaman iştirak ediyorum çalışmalara. Önemli tespitler de var. Bunlar zaten yargılama sırasında. Yürütülen soruşturma neticesinde dört kişiyle ilgili savcılık makamının yaptığı bir tespit var. HTS kayıtları, dar HTS analizi çalışmaları sonucunda dört kişinin Narin ile evde olduğuna dair tespitler var ve son Narin’in son görüntüsünden 20-25 dakika sonra evden cesedi çıkıyor. Bu temel bir tespit aslında. Narin’in kaybolmasının üzerinden geçen 19 günde bazı şeylerin eksik yapılması gibi bir sonuç ortaya çıkardı ancak savcılık makamının bu tespitini de yargılama bakımından çok önemli görüyorum.
Soruşturma aşamasında itirazlarımız, eleştirilerimiz oldu. Bulunma süreci uzun sürdü. Ancak ‘Neyi tam yapsaydık Narin hayatta olurdu, Narin’i kaybetmeyebilirdik?’ diye soruyoruz en çok. Ne eksik bırakıldı, başka çocuk katliamlarında da benzer şeyi kendimize sormalıyız. Başka çocukların bunları yaşamaması için adım atmalıyız. Kuşkusuz önleyici şeyler var. Çocuklar, kadınlar şiddete maruz kalıyorlar, her gün katlediliyor. Biz bunu ne kadar önleyebiliriz? Ben bir baro başkanıyım, icra organı değilim. Bu önlemleri alacak olan devlettir, hükümettir, Adalet Bakanlığıdır. Buna dönük eleştirilerimizi de dile getireceğiz.