Sezin Seda Altun: Doğa, şiirimi besleyen birincil kaynak
Şair ve Akademisyen Sezin Seda Altun’la ilk şiir kitabı Beethoven’ın İyimserliği'ni konuştuk. Şiirindeki doğayı ve akışı anlatan Altun “Doğa benim şiirimi besleyen birincil kaynak diyebilirim" dedi.
Fotoğraf: Sezin Seda Altun'un kişisel arşivi
İsmail AFACAN
Şair ve Akademisyen Sezin Seda Altun’un ilk şiir kitabı Beethoven’ın İyimserliği okurla buluştu. Lirik bir söyleyişin hakim olduğu kitapta; insan ve doğa ilişkisi iç içe geçiyor. Bunu yaparken şairin iyimserliği öne çıkıyor. Varacağı yerden öte yolculuğun kendisine odaklanıyor. Tüm acılara ve engellere rağmen şiirle yeniden yeşermek için…
Sezin Seda Altun ile Beethoven’ın İyimserliği’ni konuştuk. Şiirindeki doğayı ve akışı anlatan Altun “Doğa benim şiirimi besleyen birincil kaynak diyebilirim rahatlıkla” ifadelerini kullandı. Şiire yüklediği anlamı ise şu sözlerle açıkladı: “Şiir benim gerçeğim, umudum, hayatta sürüklenirken çıkardığım ses.”
Kitabın ismi “Beethoven’ın İyimserliği”. Bu iyimserlikle başlayalım… Bu iyimserliği nasıl anlatırsınız?
Kitap adını aynı isimli şiirden alıyor. Beethoven duyma yetisini sonradan kaybetmiş, buna rağmen de harikulade besteler yapabilmiş bir sanatçı. Kafasının içindeki mutlak sessizliğin ona daha büyük bir yaratma gücü verdiğini düşünüyorum. Az önce “rağmen” diyerek bağladığım cümleye tersinden yaklaştım aslında şiiri yazarken, ismi verirken… Bir de Beethoven’ın bireyliğindeki acizlik ve çaresizliği; buradan doğurduğu sanat üzerinden onun bize benzerliğini vurgulamak istedim. Hepimiz kayıplar yaşıyoruz, yas tutuyoruz ve sonunda iyileşemeyiz sandığımız yerden yeniden yeşeriyoruz, sanat ve özelinde şiir sayesinde.
"YOLCULUĞUN KENDİSİNE TESLİM OLMAYA ÇABALIYORUM"
“Panta Rhei” isimli şiirinizde “Suya değil akışa sor” diyorsunuz. “Akış” sizin için ne anlam ifade ediyor?
“Panta rhei” Eski Yunancada “Her şey akar” anlamına geliyor. Herakleitos görünür dünyadaki fenomenlerin sürekli değişimini vurgulamak için “panta rhei” aforizmasını kullanmış. Her şey akar ve hiçbir şey kalıcı/sabit değildir. Ben de yaşam içinde bu dinamizme, akışa yani yolculuğun kendisine teslim olmaya çabalıyorum. Diğer bir deyişle bu şiir için, değişimden korkmamayı, değişip dönüşmekteki gücü ve güzelliği, kendime de unutturmamanın şiiri diyebiliriz.
“Değişmeden Kalanlar Var” başlıklı şiirinizden bir dize: “Seni özlediğimde Ritsos okuyorum”. Değişmeden kalanlar ve Ritsos’un kesişim kümesini sormak istiyorum. Bu birleşim hakkında neler söylersiniz?
“Değişmeden Kalanlar Var” şiiri Ritsos’un Alışkanlıklar Da Değişir kitabına üstü kapalı bir selam gönderiyor. Ritsos’un şiiri beni çok etkilemiştir. Hayatın içinden aldığı hikayeleri, duygu ve yaşam deneyimlerini son derece vurucu ve sarsıcı kesitler halinde sunabilen Ritsos, deyim yerindeyse insanın ve insan ilişkilerinin karmaşık ve derinlikli doğasının, duyguların kalıplara sığdırılamaz, indirgenemez, nereye döküleceği bilinmeyen bir nehir gibi akıyor oluşunun ve “an”ların fotoğrafını çekiyor şiir yoluyla. “Değişmeden Kalanlar Var” da bir anın anıya dönüşmesinin şiiri aslında.
"DEĞİŞİM EN İHTİŞAMLI HALİYLE DOĞADA İZLENEBİLİYOR"
Şiirinizde; “güneş”, “gökyüzü”, “dağ”, “deniz”, “su”, “göl”, “ağaç”, “çiçek”, “yeşil”, “mavi” gibi sözcükler dikkat çekiyor. Doğayı betimleyen kavramlar sık sık karşımıza çıkıyor. Doğa şiirinizin, şiiriniz doğanın neresine düşüyor?
Hakikaten öyle. Doğa benim şiirimi besleyen birincil kaynak diyebilirim rahatlıkla. İnsanın kendi beniyle kurduğu ilişki onun doğayla, dış dünyayla olan etkileşimiyle belirleniyor bana kalırsa. Yüzümü ne kadar doğaya, varlığımı kuşatan bu engin çağrışım denizine dönersem o kadar çok yaklaşıyorum nasıl bir benlik kurmak istediğim bilgisine de. Kendimi dinlemenin, kafamın içindeki sesleri ayırt etmenin, arzu ve isteklerimle yahut istemediklerimle yüzleşmenin yegane yolu doğayla ilişkilenmekten geçiyor kısacası. Az önce sözünü ettiğimiz akışkanlık ve değişim de en ihtişamlı haliyle doğada izlenebiliyor. Mevsimler, günün değişen saatleri, benim dışımdaki tüm canlıların kendi yaşam döngüsü içindeki devinimi benim için ilham kaynağı oluyor.
"ŞİİR BENİM HAYATTA SÜRÜKLENİRKEN ÇIKARDIĞIM SES"
Şiirde biçim meselesine dair akademik bir çalışmanız var. İsmi “Servet-i Fünun’dan İkinci Yeni’ye Yeni Türk Şiirinde Biçim Arayışları”. Şiirinizi biçimsel anlamda nasıl açıklarsınız?
Evet, sözünü ettiğiniz çalışma benim doktora tezimin kitaplaşmış hali. Bu çalışmanın bana en büyük katkısı modern Türk şiiri geleneğine, bilhassa biçim konusundaki serüvene hakim olmamı sağlaması. Dönemler, eğilimler, zaman zaman şairlerin dönemden ve döneme ilişkin temayüllerden etkilenmeyen kişisel yönelişleri üzerinden şiirin içeriğinin/‘ne’liğinin ‘nasıl’ kurulduğunu anlamaya çalıştım.
Ben şiir dilinin güçlü imgeler yoluyla sezgiye ve çağrışıma hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorum. Böylece şiir, okurun içinde, o zamana dek orada olduğundan haberinin dahi olmadığı bir taşı kımıldatabilir. Bir de her şiir kendi biçimini dayatıyor. Serbest tarzda yazsam da ses yahut kelime tekrarları yoluyla bir ahenk ve ritim kurmaya çalışıyorum mutlaka.
Hayata, insana, ilişkilere, anlara, kesitlere, durumlara, geçmiş deneyimlere ve gelecek umuduna ilişkin bir şiir kurarken imgeye yaslanan, anlatımcı değil ama bir hikayesi olan, inceliklerin, kırılgan anların, hepimizin kişisel serüveninde ve duygu dünyasında karşılığı olan hislerin, umutsuzluğun ve dolayısıyla da en çok umudun şiirini yazıyorum. Yaşama tutkunum, yaşam gözlerimi kamaştırıyor. Bu çok ağır bir şey aynı zamanda. Bir şeyi çok sevmenin ağırlığı. Bu ağırlıktan kurtulmak için yazıyorum. Çok sevdiğim bir yazar olan Andrey Platonov’un Can romanında rastladığım, Rusçada ‘tarlada sürüklenen’ anlamına gelen perekati pole, bir tür rüzgar çalısı. Kendimi rüzgarda yuvarlanan bir perekati pole’ye benzetiyorum. Etrafımdakileri kendime katıp büyüdüğümü hissediyorum hayat içinde. Perekati pole hem çölün gerçekliğidir hem de ona, orada yaşayana -su ve besin ihtiyacını karşıladığı için- bir umuttur. Şiir de benim gerçeğim, umudum, hayatta sürüklenirken çıkardığım ses.
Beslendiğiniz şiirsel kaynaklardan bahseder misiniz?
Fransız şiirinin öne çıkan isimleri, Baudelaire, Verlaine, Valery, Mallarme vb. şiir zevkimin oluşmasında önemli bir yere sahip… Bunun yanında, lisans yıllarımda İngiliz Dili ve Edebiyatı da okuduğum için, özellikle Shakespeare’den, Wordsworth, Blake, Milton gibi şairlerden etkilendiğimi de söylemeliyim. Bunlara 20. yüzyıl Yunan şiirini, Kavafis’i, Ritsos’u ekleyelim. Türk şiirinden sayacağım çok isim var. Ahmet Haşim, Tanpınar, Dıranas, Tarancı, Âsaf Halet… Nâzım Hikmet, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın bilhassa ’60’lar ve sonrasında yazdıkları, Gülten Akın, Behçet Necatigil, Turgut Uyar, Metin Altıok, İsmet Özel, Cevat Çapan, Didem Madak… Bunlar bir solukta sayacağım isimler…