Elveda üniversite!
Konu YÖK taslağı... Bu ‘elveda’ ile kimse üniversitelerin kapısına kilit vurulmasını kastetmiyor. Ancak üniversitelerin yapısında ciddi değişiklikler olacağı ve bugün bildiğimiz anlamıyla üniversiteye ‘veda’ edileceğine işaret ediliyor.Demokrasi ve özgürlükten yana olanlar, bilimin halk için geliştirilm
Demokrasi ve özgürlükten yana olanlar, bilimin halk için geliştirilmesini ve kullanılmasını isteyenler Türkiye’de üniversitelerin halinden hiç memnun olmadı. Ve bunu değiştirme mücadelesi de hiç bitmedi. Ancak bugün, üniversitelerin geleceğini yeniden biçimlendirmek adına yola koyulan hükümet... Hükümetin desteğiyle YÖK’ün hazırladığı taslak üniversitelerin yapısında çok temel değişiklikler öngörüyor. Üniversitelerin piyasa ve sermaye ile ilişkisinden öğretim üyelerinin çalışma biçimlerine, bölümlerdeki ders müfredatından üniversitelerin ‘işletme’ haline dönüştürülmesine kadar öngörülen bütün düzenlemeler üniversite bileşenleri açısından tartışma ve kaygı konusu. İşte bu kaygı ve değerlendirmeleri Gaziantep Üniversitesi öğretim üyeleriyle konuşuyoruz. Konuklarımız; Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arif Nacaroğlu, Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Bakır ve Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Meltem Karadağ...
Uzun süredir üniversitelerin gündeminde olan YÖK taslağıyla başlayalım.. Taslakta nasıl bir üniversite tarif ediliyor?
Arif Nacaroğlu: Yasa taslağı metninin gerekçesinde söylenen şu: Artık YÖK ve bugünkü üniversite yapımız gelişen dünyada üniversite tanımını karşılayamayacak durumda. Bu düzenlemeyle de daha modern ve dünya standartlarına uygun üniversiteler amaçlandığı söyleniyor. Avrupa’da, dünyada neler varsa onları da ekleyelim denmiş ve böyle arabesk bir tasarı ortaya çıkmış durumda.
Tasarıdaki en önemli noktalardan biri, üniversite konseyleri denilen konseylerin sadece ekonomik olarak kendine yeten üniversitelere dayatılmış olması. Diğerleri eski tas eski hamam. Yani kendi gelirini kendi sağlayabilen zengin üniversiteler ve fakir üniversiteler. Bir üniversite dışarıya dönük gelir getirici hizmetler ve döner sermaye anlamında hiçbir şey yapmayabilir. Ama bu ciddi bir üniversitedir, bilimsel bir üniversitedir. Parasal olarak kendine yetmiyordur, devlet bütçesinden alıyordur. Tasarı, tamamen tepeden belirlenen konsey hakkını bile tanımıyor o üniversitelere. Fakir olduğu için kendini yönetemez diye düşünülüyor.
Kemal Bakır: Taslakta maalesef bilimden çok teknoloji kelimesi geçiyor. Bilimsel bilgiden çok firmalar… Metinde geçen ilginç bir tanım da “Üniversite Konseyi”. Biz de daha çok mütevelli heyetine denk gelen bir şey. Tüm yetkileri onlara devreden bir bakış açısı var ve bu konseyin çoğunluğu üniversite bileşenlerinin iradesi dışında yukarıdan atamayla belirleniyor. Çok az yerde öğretim üyelerine, araştırma görevlilerine veya öğrencilere atıf var. O da göstermelik. Örneğin seçim dediği yerlerde seçimin ardından atanır diyor. Çok ilginçtir; üniversite konseyi oluşan yerlerde daha alt birimleri de üniversite konseyleri atar diyor. Demokrasi kelimesinin ve demokrasiciliğin bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, ısrarla aradım metinde, demokrasi adına az da olsa bir şey var mı diye. Her ne kadar bizim düşündüğümüz gibi gerçek anlamda üniversitede demokrasinin hakim olacağı bir düzenlemeyi zaten beklemesek de, görüntüyü kurtarmak adına bile olsa örneğin öğretim üyeleri derneği veya akademik örgütlere kimi alanlarda söz hakkı veren bir şey girmiş midir diye metni inceledim ama nafile. Üstten ve hegemonik bir yaklaşım hakim. Sadece öğretim üyelerine değil, hani genel olarak kamuya bir artı değeri olacak mı diye sorarsanız, maalesef hiç yok. Paranın daha çok konuşulduğu, ticari bir işletme mantığının daha baskın olduğu bir üniversite tarif ediliyor.
Meltem Karadağ: Bazı değişiklikler önemli. Mesela dekanlığın seçimle olması. Dekanlık için fakülte içinde kurul kuruluyor. Öğrenci temsilcilerine yer verilmesi de önemli. Üniversite konseyini oluşturanlar içerisinde 6 tane profesör var. Ama öğrencilere, yardımcı doçentlere ve idari personele hiç yer verilmemesi problemli. Temelde çıkış noktası olarak, daha ilk sayfada açıklarken rekabet üzerinden kurgulanan bir üniversite tanımı var ve bence asıl sorun da burada başlıyor. Rekabet de özel sektörle ilişkiye dayanıyor. Ancak bu konuda dünyada üniversiteler ve bilim açısından büyük problemler yaşandığı biliniyor.
DÜNYA DENEYİMLERİ ÖRNEK ALINMALI
Meltem Karadağ: Amerika ve Avrupa’daki üniversitelerde konseyler var. Amerika’da üniversiteler ciddi bir şekilde özel sektörle sıkı bir ilişki içerisindeler ama son küresel krizle birlikte bu sorgulanmaya başlandı. Bence bunun dikkate alınması lazım. Çünkü Amerika’da akademisyenler özellikle iletişim, mühendislik ve tıp gibi alanlarda ve finans sektöründe özel firmalarla iş yapıyorlar. Danışmanlık yapıyorlar, sponsor ediniyorlar vs. Fakat hiçbiri bunu çalışmalarında belirtmiyor. Ve bu kriz döneminde şöyle bir soruyu ortaya çıkarıyor. Piyasa sorunlu örneğin, krediyle ev almak riskli ama mesela diyelim ki finans-ekonomi alanında firmalarla bu tür ilişkisi olan hiçbir Prof. “Bu şekilde ev satın almayın, piyasa şöyle” diye bir şey demiyor. Neticede sponsoru ya da danışmanlığını yaptığı bir firma ve bilimsel ve doğru olanı firmanın çıkarlarıyla çelişeceği için söyleyemiyor. Bunun üzerine geçtiğimiz yıllarda Kolombiya Üniversitesi şöyle bir düzenleme getiriyor. Çalışan akademisyenlerine diyor ki, siz eğer bir firmadan destek alıyorsanız bunu mutlaka makalenizde belirteceksiniz. Şimdi oralarda bunlar yaşanırken YÖK taslağı üniversiteyi geriye dönüş üzerinden kuruyor. Ama aslında orada bunun sorunları görülmüş. Artık bir şekilde düzenlenmek isteniyor. Mesela; dışarıda eğer bir firma adına bir şey yapacaksan dekana mutlaka haber vereceksin. Web sayfasında bunları bilgilendireceksin. Bence bu deneyimleri dikkate almak gerekir.
ÇALIŞMA ALANINI PİYASA BELİRLEYECEK
YÖK taslağında tarif edilen üniversite tablosu içinde sosyal bilimlerin
-örneğin sosyoloji gibi- rolü ne olacak? Örneğin bir sosyolog, Gaziantep’te çalışma koşulları ve emek sömürüsü üzerine bir çalışma yapabilir mi?
Meltem Karadağ: Destek alamazsınız. Sanayideki ağır koşullar, cinsiyet eşitsizliği gibi konularda bir çalışma yapmak için sanayiden sponsor bulamazsınız tabii ki. Yani bence destek bulmak önemli ama o zaman objektiflik nasıl sağlanacak? İşte kamusal olması o yüzden önemli.
Arif Nacaroğlu: Mesela arkeoloji bölümü ne yapacak? Hiçbir şey. Kim verecek bunun parasını kamu ortada yoksa? Ya da sosyoloji bir araştırma yapacak. Kim ve nasıl mali destek verecek?
Öyleyse bilimsel özgürlükten nasıl bahsedebiliriz?
Kemal Bakır: Bahsedemeyiz. Çünkü bir şekilde bağlısınız bir yerlere. Oysa bilim insanının üniversitede böyle kaygıları olmamalı.
Arif Nacaroğlu: İş güvencesi yok bir kere. Taslakta da hakim olan bu anlayışın, bu rekabetçi ortamın, yönetime yaranma ve kârlı iş yapma kaygısının, bilimsel tabanı kurutacak bir tehlike olduğunu düşünüyorum.
Meltem Karadağ: Hani kamu yararı deriz ya, taslakta üniversiteleri kamu yararını gözeterek tarif eden hiçbir şey görünmüyor. Yani kısacası, daha çok para kaynağı sağlayacağız. Para kaynağını sağladığımız sürece puanlarımız yükselecek.
Öğrencilerin önemli bir kısmında “Üniversiteyle sermaye iş birliği iyi bir şey, bize iş alanı sağlıyor” gibi bir algı var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kemal Bakır: Bizde (tıp fakültesi) öğrenciler hastanede hizmet veriyor. Komik de olsa bir miktar ücretlendirildi. Bu öğrencinin eğitimi için gerekli bir pratik. Ancak burada sistemin nasıl işlediğine baktığınızda sonuç sadece bu mu? Maalesef hayır, çok daha fazlası isteniyor intörn uygulamasından.
Arif Nacaroğlu: Son 10 yılın postmodern sloganı üniversite sanayi iş birliğidir. Üniversiteyi de bir paradoksa sürüklüyor. Artık her yeni gelen rektörün en önemli sloganı üniversite sanayi iş birliğini geliştirmek oluyor. Örneğin tıpta bir intörn öğrencisi patolojide, kulak burunda, bütün bilim dallarında dolaşıyor. Bir hafta orada iki hafta burada... Yüzeysel de olsa bir şeyler öğreniyor. En önemlisi hocası başında. Çünkü orada organize sanayi bölgesi yok. Bir hastanesi, yani uygulama alanı var. Akademik bir alan. Ama bizim bölümde (mühendislik) öğrenci organize sanayiye gidiyor, mesela plastik terlik yapan fabrikada 4 ay intörn yapacak. Bu adam telekomdan, uydu sistemlerinden anlamaz. Yani tıpta sadece doğumda intörn yapan bir öğrencinin kalp cerrahi olması gibi bir şey.
ATAMAYLA YÖNETİM
Peki bugünkü sistem daha mı iyi?
Arif Nacaroğlu: Tabii ki bugünkü sistemi savunmak mümkün değil. Değişmesi gerekir. Ama bu tasarı, sorunları çözmediği gibi olumsuz ve daha antidemokratik bir düzenleme getiriyor. Şimdiki durumda göstermelik bir seçim yapılıyor, sonra YÖK aday sayısını 3’e indiriyor, sonra da Cumhurbaşkanı atıyor. Bunu savunmak mümkün değil. Peki bunun karşılığında getirilen ne? Bu düzenlemeyle göstermelik olan o seçim bile anlamsız hale geliyor. Rektör de dahil, konseyin yarısı; üniversiteye para yardımı yapanlardan, bakanlar kurulu tarafından vb. atanıyor. Diğer 6’sı fakülte kurullarından güya demokratik yöntemlerden seçiliyormuş gibi ama değil. Şimdi az çok bölümlerde var olan görece özerk alanlar da ortadan kalkıyor. Yani hiçbir idari değeri, söz hakkı olmayan, sadece dersine girip çıkan, hastasına bakan bir öğretim üyesi tanımı var. Bugün de bunu yaşıyoruz. Tam bir amir-memur ilişkisi içinde. Okul arkadaşın, meslektaşın, yan yana odalarımız ama o senin amirin.
Bu yasa taslağına göre üniversiteye para kazandıran öğretim üyesi iyi. Çalışan, ders veren, eğitim faaliyetinde bulunan, bilimsel araştırma yapan, bilimsel yayın yapan ama para kazandırmayan bir öğretim üyesi değersiz. Mesela çok tipik bir madde var. Rektörle rektör yardımcıları döner sermaye kapsamında kazanılan gelirlerden çok büyük oranda haksız bir kazanç elde edebilecek. Tabii şaşılacak bir durum değil. Anlayış bu olunca eşyanın tabiatıyla uyuşuyor. (Gaziantep/EVRENSEL)