07 Kasım 2024 05:39

Nevzat Tarhan ve şürekâlarının ölü doğan manifestosu

“Yaratılış Manifestosu”nda kullanılan argümanların bilimsel olmadığı gibi defa kez alt edilmiş olması baştan ciddiye alınmaması gereken bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Geçtiğimiz gün Üsküdar Üniversitesi sosyal medya hesabıyla VIII. Uluslararası, Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi’nin bir sonuç metni olarak da “Yaratılış Manifestosu” adı altında artık bayatlamış olan türlü argümanların sıralandığı bir metin yayınlandı. Üsküdar Üniversitesi’nin kurucu rektörü de olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Çok iddialı, devrimci nitelikte bir manifesto! Aklın yolu yaratılışmış…!” sözleriyle de manifestonun imzacısı olmaya davet ediliyorduk.

“Devrimci”, “akıl” gibi kelimelerin böyle bir metinde kullanılmasının trajikomikliği bir yana manifestodaki argümanların bilimsel olmadığı gibi defa kez alt edilmiş olması baştan ciddiye alınmaması gereken bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Manifestoda var olan kaynakça da evlere şenlik… Retoriğe sıkışmış felsefi önermelerden, “bilim(miş)” gibi sezdirilmek için kullanılan ama hiç de öyle olmayan çeşitli kavramlara… Kongrenin katılımcı listesi de bambaşka bir mevzu tabii; bir elin parmağını geçmeyecek kadın katılımcı sayısına sahip olduğu gibi artık uzun senelerdir “repliklerini” ezbere bildiğimiz iktidarın arka bahçesine dönmüş üniversitelerde idari görevleri de kapmış evrim karşıtı “profesörlerin” yer aldığı bir liste görüyoruz. “Körler sağırlar birbirlerini ağırlar” misali her sene düzenli olarak buluşmasının mahiyetinin, buluşmanın içeriğinden daha çok olduğu bir kongre. O yüzden kongre değil ciddiye alınması gereken ya da dikkat etmemiz gereken. Esas önemli olan bu manifesto neden şimdi yayınlandı ve yıllardır sayıklanan argümanlar neden tekrar gündeme getirilmeye çalışılıyor olabilir?

EVRİM KARŞITLIĞI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK

Evrim karşıtlığında, iki temel ideolojik-politik pozisyon alış öne çıkar: yaratılışçılık ve akıllı tasarım. Yaratılışçılık, köklerini daha çok Batı’daki Hristiyan geleneklerinden aldığı gibi 19. yüzyılda Darwin’in evrim teorisine karşı güçlü bir tepki olarak yükselir. Özellikle ABD’de, İncil’deki yaratılış anlatısının bilimsel gerçeklerle çatıştığı algısıyla doğrudan bir karşı duruş şeklinde gelişir. Bu akım evrenin, hayatın ve insanın Tanrı tarafından yaratıldığı inancına dayandırır.

Akıllı tasarım hareketi ise yine benzer cenahtan köken aldığı gibi 1980’lerde yaratılışçılığa bilimsel bir görünüm kazandırma girişimi olarak ortaya çıkmış ve yaşamın karmaşıklığını evrimle açıklamanın yetersiz olduğunu iddia etmiştir. 1996’da Michael Behe’nin Darwin’in Kara Kutusu kitabıyla geniş bir kitleye ulaşan bu akım, doğadaki karmaşık yapıları tasarımcı bir varlıkla açıklama iddiasında bulunur ancak bu “tasarımcının” kim olduğu veya nasıl işlediğine dair somut bir bilgi sunmaz. Tabii bu hareket sadece “düşünsel” düzeyde faaliyetini sürdürmez. Çeşitli vakıflar, oluşumlar ve yayınlar üzerinden faaliyetlerini yürütmeye çalışır. Bilimsel bir teori gibi kabul görmeye çalışsa da akıllı tasarım, test edilemez ve yönlendirici gözlem veya öngörüler sağlayamaz nitelikte olması nedeniyle bilim dünyasında geniş ölçüde reddedilmiş ve daha çok evrim teorisini itibarsızlaştırmaya odaklanan bir yaklaşım olarak kalmıştır.

Yayınlanan manifestoda da her ne kadar akıllı yerine “bilinçli” kelimesi kullanılıyor olsa da bu argümanları kullananların sıklıkla başvurduğu aynı şeyi farklı biçimlerde söyleme işgüzarlarından başka bir şey değil. Kaldı ki yine maddelerin ve referansların çoğunda köktendinci yaratılışçılığın argümanları, akıllı tasarım dahi değil. Argümanlar birçok kez yanlışlığı gösterilmiş ya da ortaya atılmış (örneğin Gupta’nın evrenin yaşının 26.7 milyar olma iddiası) ancak henüz uzlaşılmadığı gibi kanıtlansa dahi yaratılışçılığın “kanıtlanması” açısından bir şey ifade etmeyecek olan söz dizisinden ibaret. Bu sebeple manifesto zaten iddia edildiği gibi “devrimci” ya da “akılcı” olmadığı gibi ölü doğan bir manifesto, yeni bir şey yok.

HAYATI ANLAMLANDIRMAK İÇİN EVRİMİN ANLAŞILMASI ARTIK ZORUNLU

Evrim karşıtları bilimsel bir zeminde olmaması bir yana yeni bir şey söylemediği gibi evrimin gerçekliği toplumsal yaşamımız içerisinde dahi kendini daha sık gösteriyor. Yakın zamanda atlatılmış olan pandemide virüsün sürekli mutasyon geçirmesinden, kimi varyantların ortaya çıkmasından ve aşıların içeriğinin güncellenmesi gerekliliğine; antibiyotik kullanımında da benzer şekilde mikroorganizmaların evrimsel adaptasyon yoluyla direnç kazanmasından ötürü, yeni antibiyotiklerin geliştirilmesini zorunlu hale gelmesine birçok örnek sayılabilir. Keza iklim krizinde bahsedilen çevrenin anormal derecede değişmesiyle beraber adapte olamayan canlıların türünün tehlikeli olması da bir başka örnek olabilir. Bilimsel çalışmaların her an evrimi doğrular nitelikte olmasının yanında toplumsal yaşamda yaşadığımız birçok olay bir olgu olarak evrimin anlaşılmasının getireceği tarihsel bakışı zorunlu hale getiriyor.

Bundan mütevellit evrim ve evrim teorisi karşısında senelerdir aynı argümanlara sığınan, dogmatik düşüncelerin dikkate değer bir tartışmayı gerekli kılması imkansız. Ciddiye almamamız gereken kısmı netleştiğine göre bu gelişmeler neyi gösteriyor olabilir onu tartışalım.

EL ARTIRAN GERİCİLİĞİN ACI REÇETESİNİ BİRLEŞEREK YAZMALIYIZ

Bilimsel tartışmalar yürüten platformların, kulüplerin, atölyelerin vb. çeşitli oluşumların sayısı arttığı gibi evrim karşıtı cenahın da eli armut toplamıyor. Bunu da sadece eğitime müdahaleyle, müfredatla da yapmıyor tabii. Bilimsellikten uzaklaşan, dinci-gerici dogmalarla şekillendirilmeye çalışılan eğitim müfredatı olduğu gibi üniversitelerin demokratik yapısına müdahale de benzer bir amaçla geliyor.

Türkiye’de bilimsel araştırmaların fonlanmasındaki önemli kamu kurumu TÜBİTAK’ın bu kongreyi desteklemiş olması da bir başka önemli nokta tabii. Yayıncılığının bir dönem evrim konusunda kitapları olduğu bir yana evrim karşıtlığında, safsatalara destek verilmesinde vukuatları çok olan TÜBİTAK’ın artık daha açık seçik bu destekleri sürdürüyor olması da ayrıca dikkat edilmesi gereken bir mesele. Zaten verilen bilimsel desteklerdeki ihtiyaçların kimin ihtiyacı olduğu tartışılması gerekirken, bu kurumun “geleneksel tıp” adı altında hacamat, sülük, akupunktur gibi safsatalara destek verecek çağrı açması da yakın zamanda gördüğümüz bir başka gelişmeydi. Evrim karşıtlığında da olduğu gibi durumun pek de değişmediğini gösteren emareler bunlar.

Sermayenin kollarına teslim edilmiş dar uzmanlaşmanın dikte edildiği üniversitelerde araştırmaların içeriği ve finansı yine sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendiği gibi düşünsel boyutta da bütünsel olabilecek her türlü görüşe ya da bu müdahalelerin yapılabileceği demokratik araçların mevcudiyetine de imkân verilmemeye çalışılıyor. Bahsi geçen kongreye katılan isimlerin tamamının iktidarın “arka bahçesi” haline getirilmiş üniversitelerden geliyor oluşu da üniversitelerin ya da akademinin halini ortaya koyuyor.

Üniversitelerin yaratılışçılık gibi bir safsatayla da sınırlı kalmayacak her türlü gerici, bilimdışı görüşlerin taşıyıcısı olan cemaatlere, kişi ve kurumlara teslim edildiği bir süreçten bahsediyoruz. Mesleki bir kazanım elde ettikleri gibi çeşitli idare pozisyonlarda da bulunarak, “müesses nizamdan” sorumlu olan bu kişilerin yaptığı kongre ve imzaya çağırdığı manifesto da “daha büyük” çıkarlar için de bir el artırma aslında. Gülen cemaati sonrasında nemalanmak için iktidarın yanı başında biten cemaatler gibi Adnan “hocalarından” ve Gülen’in de ölümünden sonra yine “Risale-i Nur” referansını bol kepçe kullanan bir gruptan böyle bir çağrının geliyor oluşu da tesadüf olmasa gerek. TÜBİTAK’tan destek alınarak da bu kongrenin gerçekleştirilmiş olması da ağızlarına çalınan balı gösteriyor.

Ağızlarına çalınan balın tadına doyamamış bir tepsi baklavaya daha gözlerini dikmiş olanlara acı reçete de imzaya çağırdıkları manifestoya “nanik” yaparak kesilmez. Evrimin ve evrim teorisinin karşısındaki argümanlar her ne kadar güçsüzlüğünü koruyor olsa da bu fikirlerin sahipleri boş durmuyor. Bu sebeple hâlâ evrimi savunur haldeyiz çünkü karşımızdakiler hâlâ atak halinde. Yine bundan ötürü de bu saldırılara karşı bir arada oluşumuzu güçlü kılmak dün kadar hatta dünden daha fazla zorunluluk bizim için. Şimdilik ciddiye alınması gereken rakiplerimiz ve onların görüşleri yok belki ama ciddiye alınması gereken bir mücadelemiz var.

Dün olduğu gibi bugün de safları sıklaştıralım.

ÖNCEKİ HABER

Yunanistan'da inşaat işçileri ücretlerin iyileştirilmesi için eylem yaptı

SONRAKİ HABER

Frankfurt'ta Evrensel ile dayanışma yemeği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa