8 Kasım 2024 05:29
/
Güncelleme: 12:03

Siyaset Bilimci Dr. Tuncay Şur: İktidar 'makul' aktörler arıyor

Siyaset Bilimci Dr. Tuncay Şur, iktidarın aşiret liderleriyle görüşmelerine dair “‘Konuştuk ortada bir sorun yok’ demenin zeminini hazırlamak dışında bir şeye tekabül etmemektedir” dedi.

Siyaset Bilimci Dr. Tuncay Şur: İktidar 'makul' aktörler arıyor

Fotoğraf: Tuncay Şur'un kişisel arşivinden

Şerif KARATAŞ
Ankara

Kamuoyunun bir türlü isim veremediği “yeni süreç” 1 Ekim’de tokalaşmayla başladı, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan Mecliste konuşsun” çıkışıyla devam etti. Daha önce DEM Partili Hakkâri belediyesine atanan kayyımlar, Bahçeli’nin çıkışıyla birlikte CHP’li Esenyurt Belediyesine sonra DEM Partili Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti belediyeleriyle sürdü.

Siyaset Bilimci Dr. ve “Kürt Aşiretleri” kitabının da Yazarlarından Tuncay Şur; uzun süredir rasyonel manada devlet olma melekelerini tamamen yitirmiş, başta hukuk olmak üzere devletin tüm kurumlarının paramiliterleştirildiği bir kleptokrasi rejimi ile karşı karşıya olunduğunu; iktidarın kayyım politikasında ısrar etmesinin de kendi içinde oldukça “rasyonel” bir devamlılık gösterdiği görüşünde.

Aşiret liderleriyle ilgili ise şöyle diyor: “Çatışmanın sonlanması ve Kürt meselesinin çözümü konusunda olayın merkezinde olan ana siyasal ve askeri organizasyonları görmezden gelerek ya da kabul etmeyerek ilerlemek meseleyi müphemleştirmek ve günün sonunda ‘Konuştuk ortada bir sorun yok’ demenin zeminini hazırlamak dışında bir şeye tekabül etmemektedir.”

DEVLET OLMA MELEKELERİNİ YİTİRMİŞ…

İktidar 1 Ekim’de Mecliste ‘tokalaşma’ ile başladı, sonrasında “terörle mücadele” olarak tarif ettiği süreçte CHP’li Esenyurt’tan sonra DEM Parti’li Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti Belediyelerine kayyım atandı. Kayyım siyasetini üçüncü kez sürdüren iktidarın bunda ısrar etmesini nasıl yorumlarsınız?

Belediyelere kayyım ataması Erdoğan rejiminin icat ettiği bir uygulama değil. Bu uygulamaya 1977, 1979, 1999 gibi farklı tarihlerde de rastlamak mümkün. Yani seçilen pro-kurd belediye başkanları yerine merkezden memur ataması devletin rezervinde olan, zaman zaman başvurduğu bir uygulamadır. Erdoğan rejiminin yaptığı bu “iç-müstemleke” vari uygulamayı 2016’dan itibaren yeniden keşfetmektir. Uzun bir süredir rasyonel manada devlet olma melekelerini tamamen yitirmiş, başta hukuk olmak üzere devletin tüm kurumlarının paramiliterleştirildiği bir kleptokrasi rejimi ile karşı karşıyayız. Bu rejim hem literal anlamda hem de siyasal ve toplumsal manada kendi geleceğini çalışma üzerine kuruyor, başka bir ifade ile varlık nedeni olarak görüyor çatışmayı. Dolayısıyla kayyım politikasında ısrar etmesi kendi içinde oldukça “rasyonel” bir devamlılık. Öte yandan meselenin bir yandan CHP’ye dokunması bunun devamının gelmeyeceği manasına gelmiyor, aksine kuvvetle muhtemel merkezde DEM’in olduğu ancak CHP’yi de kapsayacak yeni kayyım atamaları artarak devam edecektir. Bu saldırganlığın başka bir formu da dışarıya dönük askeri agresyon olarak karşımıza çıkacaktır.

‘KONUŞTUK, SORUN YOK’ DEMENİN ZEMİNİ

Kürt sorununun çözümü için iktidar blokunun Öcalan çıkışından “Muhataplarının Kandil değil Kürt vatandaşlar olduğunu” söylemesi üzerine iktidara yakın medya da harekete geçti. Yapılan haberlerde aşiret reislerinden görüşler alındı, haberler yapıldı. Geçmişte de aşiretler üzerinden Kürt sorununun çözümüne dair girişimler de yaşandığını göz önüne aldığımızda bu durum ne kadar gerçekçi?

Bunun hiçbir sahici yönü bulunmamaktadır. Kuşkusuz Kürt aşiretleri yüzyıllardır Kürt toplumunda onlara yüklenen pejoratif manaların ötesinde hem politik hem de toplumsal aktörler olarak olageldiler. Öte yandan Kürt halkı elbette çatışmanın aktörü, tanığı ve mağduru olarak muhataptır. Ancak çatışmanın sonlanması ve Kürt meselesinin çözümü konusunda olayın merkezinde olan ana siyasal ve askeri organizasyonları görmezden gelerek ya da kabul etmeyerek ilerlemek meseleyi müphemleştirmek ve günün sonunda “Konuştuk ortada bir sorun yok” demenin zeminini hazırlamak dışında bir şeye tekabül etmemektedir. Öte yandan rejim çerçevesini kendi belirlediği “makul” aktörler yaratıp onları muhatap alma yoluna gidiyor, bahsettiğiniz gibi bu daha önce de yapıldı. Yarın korucuları ya da Kürdistan’daki şeyhleri muhatap alıyoruz gibi bir yere de evirilebilir. Sonuç olarak bu yaklaşım sorunu anonimleştirmek, çözüme dair hiçbir planın olmadığı anlamına gelmektedir.

KÜRT MESELESİNİN ‘BÖLGESELLEŞTİRİLMESİ’ ÇABASI

İktidarın Kürt sorununu çözüm tartışmasının başlaması ve ardından “terörle mücadele” bağlamında ele almasıyla birlikte iktidara yakın gazetelerde, Irak Kürdistan Bölgesinde sınır ötesinde operasyon yapan Türk Silahlı Kuvvetleri askerlerinin konumlandığı üslerden ve Suriye'nin kuzeyinde görev yapan özel harekat polislerine ilişkin haberler yapılmaya başlandı. Bu bağlamda neler söylersiniz?

Adı henüz belli olmayan bu dönem için sıklıkla “bölgesel, jeopolitik” bir arka plan söyleminin kullanıldığını görüyoruz. Bu söylemi belirli ölçülerde Kürt aktörler de kullanıyor. Kürt meselesinin ısrarla “bölgeselleştirilmesi” çabası kendi içinde ciddi riskler taşıyor. Daha açık bir ifade ile günün sonunda Kürdistan sorununun Filistinleşmesi olgusu ile karşı karşıya kalma potansiyeline sahip. Demek istediğim Kürt sorununun bir ulusal sorun, bir egemenlik sorunu olduğu gerçeğinden uzaklaşarak onu çoklu aktörlerin içinde yer aldığı bölgesel-jeopolitik bir çatışma düzlemine yerleştirmek Filistin sorununu Gazze bandına ya da Hizbullah ve Hamas’ın elimine edilmesi meselesine indirgemek gibi bir sonuç ortaya çıkarabilir. Türk devletinin Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük, muhtemelen önümüzdeki dönemde giderek artacak, askeri operasyonları içeride ve dışarıda Kürt sorununun kabul edilmediği anlamına geliyor. Ancak şunu da biliyoruz bugün Ortadoğuda, Kafkasya’da ve dünyanın birçok yerinde, belki ikinci körfez savaşından bu yana, savaşlar ya da çatışmalar konvansiyonel bir formdan çıkmış durumda. Yani çatışmalar mekansal boyutta konargöçerleşmekte, zamansal boyutta ise süreklileşmektedir. Aynı durum aktörler için de geçerlidir. Dolayısıyla Türk devletinin Rojava’yı yeninden işgal etmesi veya Güney Kürdistan’da askeri varlığını arttırması emperyal fantezi kırıntılarını da içinde barındırmakla birlikte sadece rejimin bir süre daha ayakta kalmasına hizmet etmektedir.

RASYONEL BİR AKIL GELİŞTİRMEK

İktidar; muhalefeti bölme çabası olarak da gelişen kayyımlar sürecinden istediğini alabilecek mi? Bu baskı, Suriye ve Irak'ta istediği karşılığı almasını sağlayabilir mi?

Öncelikle Erdoğan rejiminin ne istediği sorusu önemli. İran, Rusya ve İsrail örneklerine baktığımızda bu ilkelerdeki rejimlerin mevcudiyetlerini çatışmanın olağanlaşması ve süreklileşen bir kriz ve tehdit paranoyası üzerine kurduklarını görüyoruz. Bu ülkelerde rejimlerin dinamizmini sağlayan temel dinamik, süreklileşen bir yok olma korkusu ve buna karşı süreklileşen bir savaş içinde olma hali motivasyonudur. Bu sosyal Darwinist güdü bu rejimlerin temel hayatta kalma dinamiğini oluşturmaktadır. Bu manada bahsedilen rejimlerden biri olan Erdoğan rejiminin paramiliter ortağı MHP ile varlık-yokluk ikilemi üzerinden kendilerini kurduklarını görüyoruz. İstediklerini almaları ya da alamamaları veya muhalefeti bölüp bölememeleri toplumun bu olgu karşısında rasyonel bir akıl geliştirip geliştirememesine bağlıdır önemli ölçüde. Bunu geliştirebilmenin temel koşullarının asgari bir hukuk devleti gerektirdiğinin farkındayım ancak yine de tek çözüm burada gibi görünmektedir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et