12. Sosyal Hizmetleri Yeniden Düşünmek Konferansı gerçekleşti
İstanbul'da "Çoklu Krizler Çağında Sosyal Hizmetleri Açmak: Mücadele ve Dayanışma" konulu iki günlük konferans düzenlendi.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezi'nde, "Çoklu Krizler Çağında Sosyal Hizmetleri Açmak: Mücadele ve Dayanışma" konulu konferans gerçekleşti. İki gün süren konferans, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi ve Friedrıch Ebert Stıftung tarafından gerçekleştirildi.
Açılış konuşmasının Friedrıch Ebert-Stıftung Türkiye Temsilcisi Yasemin Ahi, Konferans Düzenleme Kurulu Başkanı Uğur Tekin tarafından gerçekleşen konferansa araştırmacılar, sosyal hizmet uzmanları ve sivil toplum aktivistleri katıldı. Ekolojik kriz, afetler, ekonomik kriz ve savaşlar karşısında sosyal hizmetlerin neler yapabileceğinin tartışıldığı konferansın birinci gününde özellikle dayanışma ekonomileri, toplumsal hareketler ve müştereklerin savunulması üzerinde duruldu. İkinci günde ise Maraş depremleri sonrası sosyal hizmet uzmanlarının deneyimleri ve kooperatifler tartışıldı.
"KENTİN KRİZİ VE MÜŞTEREKLERİN İMKANI"
Konferansın ilk gününde, İzmir Ekonomi Üniversitesi'nden Dr. Deniz Yükseker'in moderatörlüğünde "Müşterekler ve Dayanışma: Kuramsal Yaklaşımlar" başlıklı oturum gerçekleştirildi. Bu oturumda, farklı üniversitelerden akademisyenler ve uzmanlar müşterekler kavramına dair farklı perspektiflerden değerlendirmelerde bulundu. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Dr. Fırat Genç, "Kentin Krizi ve Müştereklerin İmkanı" başlıklı sunumunda, şehirlerdeki krizlerin toplumsal dayanışma pratikleri üzerinde yarattığı etkileri ele aldı. Genç, kriz dönemlerinde ortak alanların nasıl daha kritik hale geldiğini ve kentlerde dayanışmayı mümkün kılan unsurları vurguladı. Genç, tarihsel olarak ortak tarım arazilerinin varlığının köylüleri yükselmekte olan piyasa toplumundan kısmen korumuş olması gibi, güncel kentsel müştereklerin de toplumsal yeniden üretim alanının tamamen piyasaya bağımlı hale gelmesini engellediğini belirtti. Genç, ancak Türkiye'de özellikle 2001'deki ekonomik krizden bu yana mahalleler ve kamusal alanlar gibi kentsel müşterek alanların hızla bu niteliklerini kaybetmekte olduğuna işaret etti. Genç, son yıllarda üniversiteli gençlerin oluşturduğu "Barınamıyoruz" hareketinin de bir bakıma müşterekler için mücadele etmekte olduğunu belirtti.
DAYANIŞMA EKONOMİLERİ GELECEK İÇİN NE VAAT EDİYOR?
Ege Üniversitesi'nden Dr. Aslıhan Aykaç Yanardağ ise "Dayanışma Ekonomileri Gelecek İçin Ne Vaat Ediyor?" başlıklı sunumuyla müşterek ekonomilerin sürdürülebilir bir gelecek açısından taşıdığı potansiyele değindi. Konuşmasında kooperatifler, takas pazarları, gıda toplulukları, çalışan dernekleri gibi dayanışma ekonomilerinden söz eden Aykaç, yaşlanan, afetlerle, iklim değişikliğiyle ve ekonomik krizlerle başa çıkan toplumlarda dayanışma ilişkilerinin artan önemini vurguladı. Sadece üretim için değil, artan bakım ihtiyaçları için de dayanışma ekonomileri oluşturulabileceğini, ancak Türkiye'de uygulandığı şekliyle kooperatiflerin sürdürülebilirlik ve ölçek sorunlarının olduğunu söyledi.
BİREYLERİN KOLEKTİF OLARAK İYİ YAŞAMASINI HEDEFLEYEN ANLAYIŞ
Panelin kapanışında, yazar Thomas Fatheuer, "Buen Vivir Kavramı: Latin Amerika'da Müştereklere Bakış" başlıklı sunumuyla, Güney Amerika'da yaygın olan Buen Vivir anlayışının müştereklere nasıl katkıda bulunduğunu anlattı. Fatheuer, Buen Vivir'in sadece bir kalkınma modeli olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve ekolojik bir adalet arayışı olduğunu ifade etti. İlk kez Bolivya ve Ekvador gibi And Dağları ülkelerinde ortaya çıkan Buen Vivir hareketinin toplum içindeki bireylerin kolektif olarak iyi yaşamasını hedefleyen bir anlayış olduğunu ifade eden Fatheuer, kalkınma anlayışı ve ekolojik kriz karşısında Güney Amerikalı yerlilerin geleneksel bilgilerini, biyoçeşitliliği, paylaşmayı ve dayanışmayı vurguladığını kaydetti. Öte yandan, Fatheuer, Güney Amerika'da da yerli topluluklarla devletlerin Buen Vivir anlayışlarının aynı olmadığını da belirtti.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
"Müşterekleri Savunmak: Mücadele Pratikleri" başlıklı ikinci panelde çevre ve sosyal hizmetler bağlamında yerel direniş örnekleri ve dayanışma pratikleri masaya yatırıldı.
"YOKSULLAR DAHA FAZLA ETKİLENİYOR"
Boğaziçi Üniversitesi'nden Dr. Sinan Erensü, "Yerel Mücadeleler Işığında Çevre ve İklim Adaleti" başlıklı sunumunda, çevre hareketlerinin yerel düzeydeki mücadelesine dair örnekler verdi. Erensü, yerel toplulukların çevresel adalet arayışındaki rolüne ve iklim krizine karşı mücadelede müştereklerin önemine dikkat çekti. Erensü, ekolojik adalet kavramına odaklanan konuşmasında, çevre hareketlerinin sadece "el değmemiş" bir doğaya dönüş talebi olarak görülmemesi gerektiğini, yaşadığımız kentsel çevredeki sorunların da ekolojik sorunlar olarak görülmesi gerektiğini anlattı. Erensü, aşırı sıcaklar, ırmakların, yeraltı sularının ve içme suyunun kirlenmesi, madenciliğin yarattığı kirlilik gibi olguların, farklı sınıflardan ve sosyal gruplardan insanları eşit etkilemediğini ve yoksulların ve çalışan sınıfların bu sorunlara daha fazla maruz kaldıklarını vurguladı.
TERMİK SANTRALİNE KARŞI DİRENİŞ
Kırklareli Üniversitesi'nden Dr. Sibel Vurkun Çavdar, "Yerel Çevre Mücadeleleri ve Güçlenme: Kırklareli Termik Santral Mücadelesi Örneği" başlıklı konuşmasında, Kırklareli'nde termik santrale karşı verilen mücadeleyi anlattı. Çavdar, bu mücadelenin yerel toplulukların dayanışma ve güçlenmesine nasıl katkı sağladığını vurguladı. Kırklareli'nde termik santral inşasına karşı bir direnişin seyrini anlatan Çavdar direnişin sadece doğayı korumaya ilişkin bir hareket olmadığını, aynı zamanda bu topluluk içindeki dayanışmayı güçlendiren bir yönü olduğunu ifade etti. Çavdar, sosyal hizmet mesleğinin yereldeki çevre mücadelelerini ve yerel toplulukların güçlenmesini nasıl destekleyebileceğini düşünmesi gerektiğinin altını çizdi.
"KADINLAR DOĞRUDAN ETKİLENİYOR"
Bağımsız araştırmacı Dr. Gaye Yılmaz ise "Sosyal Bir Hizmetin Temel Kaynağı Olan Su Varlıklarının Ticarileştirilmesine Karşı Su Mücadeleleri" başlıklı sunumuyla, su varlıklarının özelleştirilmesine karşı verilen mücadeleyi aktardı. Yılmaz, suyun temel bir insan hakkı olduğunu ve bu hakkın savunulması için yerel düzeydeki dayanışma ağlarının önemine değindi. Yılmaz da konuşmasında suyun ticarileşmesine karşı harekette özellikle kadınların yer aldıklarını, çünkü temiz suya erişimin ailenin bakımını üstlenen kadınları doğrudan ilgilendiren bir konu olduğunu belirtti.
Günün son oturumu olan "Toplumsal Hareketler ve Dayanışma Pratikleri" başlıklı panelde uluslararası dayanışma hareketleri ve toplumsal mücadelelerin örnekleri tartışıldı.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
ALTERNATİF YAŞAMA BİÇİMLERİ
Kahire Amerikan Üniversitesi'nden Dr. Gerda Heck, "İşgaller, Kentsel Müşterekler ve Alternatif Yaşama Biçimleri: 1990'larda Almanya'daki İşgal Hareketine İlişkin İçgörüler" başlıklı sunumuyla, Almanya'daki işgal hareketlerini anlattı. Heck, alternatif yaşam biçimlerinin toplumsal müşterekler üzerindeki etkilerini ve bu hareketlerin kentsel dönüşüm süreçlerine olan katkısını ele aldı. 1990'larda Almanya'daki ev işgalleri hareketine katılan Heck, göçmenler, mülteciler, öğrenciler, LGBTİ+ bireyler ve evsizler gibi farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği bu harekette, kullanımda olmayan binaların işgal edilerek konuta veya kamusal alanlara çevrildiğini anlattı. Heck, ev işgallerinin o dönemde Almanya'da kentsel yenilenme projeleri kapsamında kiraların artması ve emlak spekülasyonuna karşı, konut hakkını ve kent hakkını savunmak üzere oluşan bir hareket olduğunu belirtti.
NEOLİBERAL POLİTİKALARA DİRENDİ
Emekli öğretim üyesi Dr. Sibel Özbudun Demirer, "Toplumsal Hareketler ve Sosyal Hizmetler: İmkanlar ve Sınırlıklar (Latin Amerika Örneği)" başlıklı konuşmasında, Latin Amerika'daki toplumsal hareketlerin sosyal hizmetlerle ilişkisini değerlendirdi. Özbudun, 1990'larda ve 2000'lerde Meksika'da, Brezilya'da ve başka ülkelerde yükselen yerli, işçi ve topraksız köylü hareketlerinin neoliberal politikalara direndiğini, ancak bazı hareketlerin kadrolarının daha sonra devletlerin geliştirdiği sosyal yardım program bürokrasilerine katıldıklarını anlattı.
ADALETSİZLİKLERE SES ÇIKARMALI
Son olarak, Batı Attica Üniversitesi'nden Dr. Vasilios loakimidis, "Çatışma Zamanlarında Sosyal Hizmet: İnsani Yardımın Ötesine Geçmek" başlıklı sunumunda, çatışma bölgelerinde sosyal hizmetlerin rolünü inceledi. loakimidis, sosyal hizmetlerin sadece insani yardım değil, aynı zamanda çatışma çözümlerinde de kritik bir rol üstlenebileceğini ifade etti. Savaşların yaşandığı süreçlerde sosyal hizmetin rolünü tartıştı. Avrupa'da Ukrayna ve Gazze'deki savaşlardan etkilenenler ve mülteciler hakkında bir çifte standart oluştuğunu belirten Ioakimidis, sosyal hizmet uzmanlarının insani yardım yapmakla yetinmek ile altta yatan toplumsal eşitsizlikler ve zulüm karşısında ses çıkarmak arasında bir ikilem yaşadıklarını belirtti. Bunun üstesinden gelmek için "eleştirel barış" kavramını ortaya koyan Ioakimidis, sosyal hizmet mesleğinin tarihsel adaletsizliklere, zulme, devletlerin savaşlardaki rolüne ve adil olmayan savaşlara karşı çıkması ve savaş karşıtı hareketi desteklemesi gerektiğini vurguladı. Bireysel olarak sosyal hizmet uzmanlarının bunlara itiraz ettiklerinde kişisel riskler aldıklarını söyleyen Ioakimidis, örgütlenmenin ve mesleki ve uluslararası dayanışmanın, bu risklerle başa çıkmak için tek seçenek olduğunu anlattı.
MARAŞ DEPREMLERİ SONRASI SOSYAL HİZMET UZMANLARININ DENEYİMLERİ
Konferansın ikinci gününde, Maraş depremlerinden sonra Adıyaman, Hatay, Gaziantep ve Suriye'de görev yapan sosyal hizmet uzmanları ve aktivistler konuştular. Adıyaman'da 21 metrekarelik konteynerlerden oluşan kentlerde hijyen, sosyal alan eksikliği ve sağlık sorunlarından söz eden sosyal hizmet uzmanı İbrahim Halil Ekin, SHUDER'in kurduğu toplum merkezindeki faaliyetleri anlattı. Yine Adıyaman'da Bebek köyünde Suriyeli mülteciler için kurulan kampta ise konteynerlerin tek bir odadan oluştuğu, mutfak ve banyolarının olmadığı, çok daha ağır hijyen, mahremiyet yoksunluğu yaşandığını, jandarma denetiminde dikenli tellerle çevrili bu kampa sivil toplumun giriş çıkışının kısıtlandığını söyledi.
IRKÇI SÖYLEMLER YAYGINLAŞTI
Gaziantep'deki Kırkayak Derneği'nden Kemal Vural Tarlan, 2011'den beri Suriye'den gelen mülteciler arasında Domların hep ayrımcılığa uğradığını anlattı. Depremden sonra ise Domlara yönelik ayrımcılığın daha da arttığını, yardımlardan yararlanamadıklarını, yaşadıkları çadırların koşullarının çok kötü olduğunu ve "kenti Çingeneler bastı" şeklinde ırkçı söylemlerin yaygınlaştığını söyledi. Tarlan, sosyal yardımların bahşetme olmadığını, depremde barınma yerlerini yitirenlerin yardım almasının insan hakkı olduğunu vurguladı. Tarlan Türkiye'de insan hakları hareketinin de mülteciler konusunda "sınıfta kaldığını" söyledi.
CAN GÜVENLİĞİ RİSKİ YAŞADIK
Hatay'da görevliyken kendisi de ailesiyle birlikte depremi yaşayan sosyal hizmet uzmanı Ali Yunusoğlu, 200'den fazla konteyner bulunan kentte hala 165 binden fazla insanın yaşadığını belirtti. Yunusoğlu, kadınlar ve çocuklara yönelik psiko-sosyal destek programlarının olduğunu, ancak erkeklere yönelik hiçbir program olmadığını söyleyerek, ailelerini koruma ve geçindirme sorumluluğu hisseden erkeklerin aslında büyük bir travma yaşadıklarını vurgulayarak, bunun önemli bir eksik olduğunu belirtti.
4 yıl boyunca sınır ötesi görevlendirmeyle çalışan sosyal hizmet uzmanı Sinan Turunç, deprem sonrasında Suriye'nin kuzey bölgelerinde uluslararası kuruluşlardan gelen yardımların depremzede hak sahiplerine gitmesi için yoğun bir çalışma yaptıklarını, zaman zaman can güvenliği riskleri de yaşadıklarını anlattı. Turunç, zorluklara rağmen sosyal hizmetin temel ilke ve değerlerine bağlı kalarak çalışmaya önem verdiklerini belirtti.
ÇAY ÜRETİCİLERİNİN DURUMU
Konferansın son panelinde, Hopa Tarımsal Kalkınma Kooperatifinden temsilciler, Hopa Çay'ın kuruluş serüvenini anlattı. Çaykur'un üreticilerin ürünlerinin sadece küçük bir bölümünü satın aldığını belirten Gökhan Şimşek ve Serhan Doğan, çay üreticilerin çok düşük fiyatlarla ve uzun vadeli ödemelerle çay satın alan özel sektörün sömürüsüyle karşı karşıya olduğunu vurguladı. Köylerde oluşturulan üretici meclisleri aracılığıyla her üreticinin eşit temsil edildiği bir yapıya sahip Hopa kooperatifi ise, bu döngüyü kırmak amacında. Hopa kooperatifi, yereldeki üreticilerle büyük kentlerdeki tüketicileri, tüketici kooperatifleriyle ve belediyelerle işbirliği içinde buluşturmaya çalışıyor.
Nişantaşı Üniversitesi'nden Bengü Kurtege Sefer, yaptığı araştırmada incelediği kadın kooperatiflerin çoğunda, ortaklar ve yöneticiler arasındaki hiyerarşik ilişkiler bulunduğunu anlattı. Kurtege Sefer, bu haliyle kadın kooperatiflerinin piyasa ilişkilerine alternatif oluşturacak dayanışma ekonomileri oluşturamadığını vurguladı.
Eyüpsultan Belediyesi Sosyal Destek Hizmetleri Müdürü Öznur Sarıahmetoğlu ise, belediyelerin kooperatifleri desteklemek için neler yapabileceğini anlattı. Belediyelerin kadınları güçlendirmek için, kooperatiflerin nasıl kurulabileceği hakkında eğitimler verebileceğini, ayrıca kooperatiflere mekân ve altyapı desteği verebileceğini anlattı. Sarıahmetoğlu, kooperatiflerin sadece gıda ve tarımsal üretim için değil, çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri için de kurulabileceğini belirterek, sosyal hizmetlerle dayanışma ekonomileri arasındaki ilişkiyi vurguladı. Ayrıca, epeden inme şekilde belediyelerin kadınlara kooperatif kurdurması yerine, yerindenliğe öncelik veren bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini söyledi. (İstanbul/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et