Öncesiyle sonrasıyla ABD seçimleri
Harris’in cumhuriyetçi konuma yedeklenen siyaseti “Seçimi nasıl kaybettiler?” sorusunun cevabını bize veriyor
Fotoğraf: Dilara İrem Sancar/AA
Enes Kaan TÜRKAN
Kayseri
ABD'da seçimlerin sonucu belli oldu. Cumhuriyetçiler, adayı Donald Trump önderliğinde temsilciler meclisinde çoğunluğu sağladı. Adaylıktan çekilmeler, entrikalar ve suikastlarla yoğun bir gündem sona erdi. Amerika’da yaşanan bu gelişmeler dünyayı, Türkiye’yi ve gençliği nasıl etkileyeceği, şimdilik kesin değil. Ancak sermayenin bir planı olmadığını varsaymak gerçekçi olmaz. Bu tartışmalardan önce sürekli karıştırılan ve “demokrasi şöleni” diye de tarif edilen Amerikan seçimlerine bir açıklık getirelim.
ABD’DE BAŞKAN NASIL SEÇİLİYOR?
Seçimlerin biçimini incelerken Amerika’nın Türkiye’den çok farklı, federal bir yönetime sahip olduğunu söylemek lazım. Belki de bu farklılıkların anlaşılamamasında bir neden de burada yatıyordur. ABD’ye özgü Seçici Kurul Sistemi adında bir sistem uygulanıyor. Kurulu eyaletlerden seçilerek gelen delegeler oluştururken halk aslında doğrudan başkana değil bu delegelere oy veriyor. Ardından delegeler de başkanın seçilmesi için oy kullanıyor. Türkiye’deki Milletvekili dağılımına benzer şekilde eyaletlerin nüfusuna göre delege sayısı belirleniyor. Toplamda bu meclis 538 delegeden oluşurken 270 delegeyi kazanan taraf ise başkanlığı almış oluyor. Dolayısıyla ülkede en çok oyu alan değil kurula en fazla delegeyi gönderen mutlak galip oluyor.
ABD seçimleri, Avrupa ve Okyanusya’daki “batılı demokrasi” örneklerden farklı olarak iki partinin baskın olduğu bir biçimde gerçekleşiyor. Her ne kadar Liberteryen Parti, Yeşil Parti gibi partiler ve bağımsızlar de aday çıkarabilse de bunların oy oranları %1’i aşmıyor. Bunun arkasında iki büyük partinin seçim propagandalarının miktar sınırı olmayan ve vergiden muaf seçim fonları “PAC” larla (Political Action Comittee) finanse edildiği gerçeği yatıyor. Destekledikleri adayların arkasında milyarlara ulaşan rakamlarla duran sermayedarları merkeze alan bir burjuva demokrasisinin gerçek bir halk demokrasisiyle uzaktan yakından alakası olmadığı ortadadır.
SERMAYENİN KORUMACI KANATI: CUMHURİYETÇİLER
Öncelikle medyada daha karizmatik görülen ve dolayısıyla sosyal medyada daha öne çıkan Trump’a gelelim. Program yapımcılığından tutalım birçok ticari girişimi bulunan bir sermayedar. Kültürel bakımdan kürtaj, göçmen sorunu, LGBTQİ hakları gibi konularda çokça milliyetçi-muhafazakâr ve radikal çıkışları bulunuyordu. Belgesiz gelen göçmenlerin doğum hakkıyla vatandaşlık hakkına son vereceğini söylemişti. Yani Biden’ın uygulamadan kaldırdığı yasaları kararlılıkla tekrar uygulama sözü veriyordu.
Trump, kamu harcamalarını azaltmayı merkeze koyan; ekonomik açıdan “yerli üreticileri” koruma amacıyla gümrük vergilerinin yükseltilmesi, ABD’li üreticilerin küresel çapta daha geniş bir pazar alanına ulaşabilmesi açısından doların devalüe edilmesi ve sermayenin büyüyebilmesini sağlamak açısından gelir vergilerinin düşürülmesini içeren “Önce Amerika” sloganında bütünleşen bir ekonomik planla seçimlere çıktı. Tabii ki, Amerika’daki kültürel kamplaşmayla beraber, bu vaatler ve politikalar salt “popülist”, “muhafazakâr endişelere” verilen vaatler değil. Kürtaj karşıtlığı ve çekirdek ailenin öne çıkarılması Amerika’daki azalan nitelikli işgücünü canlandırmak, en azından koruyabilmek için verilen vaatlerdir.
ASKERİ-ENDÜSTRİYEL KOMPLEKS: DEMOKRATLAR
Trump’a karşılık kürtaj hakkın geri getirilmesini ve kapsayıcılık, cinsiyet eşitliği ve LGBTİ haklarının genişletilmesi gibi politikalarla öne çıkan “ilerici” Kamala Harris ise bunların yanında Trump’a özenen bir biçimde “sınır güvenliği” gibi meselelere, azalan işgücüne ve popülist politikalara da değinmek zorunda kaldı. Ana hatlarıyla büyük şirketlere daha fazla vergi getirilmesi ve kamu bütçesinin gerektiğinden fazla azaltılmamasını, günü kurtarmayı merkeze alan bir ekonomik plan vardı. Biden döneminde ABD’deki kamu ve askeri harcamalarının yıkıcı etkisiyle çıkarılan Borç Tavan Yasası ve bununla bağlantılı olarak küresel ABD finansal dolar hegemonyasını “Askeri-endüstriyel kompleks” in Yemen ve Afganistan gibi cephelerden çekilmesi, Demokrat cephenin siyasal desteğinin ve küreselciliğin giderek zayıfladığına zaten işaret ediyordu.
Dünya kapitalizminin girdiği bunalım ve savaşlarla daha da derinleşen çelişkiler, Amerikan siyasetinin de birbirine çok daha zıt kutuplara ayrılmasına sebep oldu. Trump’a gelen en büyük bağış ve destekler genelde üretim veya ülke içi üretimle ilişkili nakliyat ve finans sektörlerinden; Harris’e gelen destekse finans sektörü ve küresel finans sektörüyle ilişkili ticaret ve yüksek teknoloji sektörlerinden geldi. Fakat Demokrat Parti’nin azalan siyasi nüfuzuna denk düşecek biçimde Jeff Bezos, Warren Buffett gibi klasik demokratlar, hatta belirli yatırım şirketleri ve banka CEO’ları “tarafsız kalmayı” hatta Trump’a yanaşmayı tercih etti. Siyasi zayıflamanın somut örnekleri olarak ani aday değişimiyle Harris’in adaylığının geç hazırlanması, Harris’in göçmenler, işgücü ve popülizm gibi konularda cumhuriyetçi konuma yedeklenen siyaseti gibi sebepler bugün “Seçimi nasıl kaybettiler?” sorusunun cevabını bize veriyor.
SEÇİM SONUÇLARI DÜNYAYI NASIL ETKİLEYECEK?
Seçim sonuçları Türkiye sermayesi açısından mutlulukla karşılandığını söylemek yanlış olmaz. Trump, NATO üyesi ülkelerin konumuna dair yaptığı eleştirilerini arttırsa da Türkiye’nin askeri ilerleyişinin olumlu olduğu kanaatinde hâkim. Zaten başından beri devasa vergi indirimlerinin sözünü veriyordu. Bu indirimlerin yükü yine Amerikalı emekçilerin sırtına binecek.
Cumhuriyetçilerin zaferiyle beraber henüz dünya borsalarında ve siyasetinde önemli bir değişim olmamasına rağmen özellikle Rusya-Ukrayna ve Filistin-İsrail savaşı gibi küresel savaşlara; dolar devalüasyonu, gümrük vergileri gibi koruyucu politikaların uygulanması durumunda üçüncü dünya ekonomilerine, küresel ticarete ve siyasi dengelere önemli etkileri olacağı açıktır. Askeri yatırımların bu denli artması, Çin-ABD savaşın postal seslerini andıran söylemler arasında gençliğin yararına bir olumluluk olması mümkün değil. Emperyalizmin ileri günlerde dünya siyasetinde daha yoğun tartışılacağı durumlarda gençliğin anti-emperyalizm meselesini tekrar gündem etmesinde fayda olacak. Beklentiler, ABD’nin İsrail’in askeri operasyonları destekleyeceği fakat Ukrayna-Rusya arasındaki savaşındaki desteklerin eskisi kadar olmayacağı yönünde. Sermayenin iç hesaplaşmalarının karşısında emekçiler ve halk açısından gerçek bir alternatif, sosyalist bir alternatif gereklidir.