Sıra arkadaşın terörist olabilir mi?
Egemenlerin bu linç kampanyasını desteklemelerinin sebebi, linçin mücadele birliğine açtığı gedikten, mücadelenin rotasını onlara fayda sağlayacak şekilde kırmasından dolayıdır.
Fotoğraf: Robin Worrall/Unsplash
Hasan Mert
ODTÜ
Baskı, tarih boyunca, egemen sınıfların egemenliklerini korumasının temel araçlarından olmuştur. Örneğin günümüz kapitalist toplumlarında sermayenin çıkarları doğrultusunda sansür ve şiddet icra eden polis kuvvetleri; 19’uncu yüzyıl İngiltere’sinde işçi eylemliliklerini bastıracak ve gelişmekte olan sanayi üretiminin düzenini sağlayacak bir kuvvete ihtiyaç duyulduğu için burjuva sınıfı tarafından ortaya atılmış ve fonlanmıştır. Fakat baskı her zaman kolluk kuvvetleri şiddeti kadar net bir şekilde tesir etmez; toplumdaki sosyal, ekonomik ve ideolojik her unsur egemenlerin baskısını pekiştirmek için kullanılabilir.
ADIM ADIM LİNÇ
Bu baskı yöntemlerinin her zaman egemenler tarafından doğrudan ilişkilerle kullanılmasına gerek yoktur. Aslında hayatının daha iyi bir noktaya evrilmesinin tam karşısında yer alan eylem ve fikirlere, egemenlerin sürdürdüğü propaganda sonucu yedeklenmenin ötesinde sürdürücü bir pozisyon alanlar olabilir. Bugünlerde de tam da bu insanlar sıra arkadaşlarımız olmuşlardır. “Gerçekten sıra arkadaşlarınızın terörist olduğuna inanıyor musunuz” sorusuna yüksek kararlılıkla evet diyen bu sıra arkadaşlarımız, sadece buna evet demeyi geçip sıra arkadaşlarını hedef gösteriyorlar.
İkbal ve Ayşenur’un katledilmesinden sonra Türkiye’nin dört bir yanında irili ufaklı birliklerle taleplerini haykıran kadınların uluslararası kadın mücadelesinde artık simge olmuş “jin, jiyan, azadi” sloganının atılması, egemenlerin bu kadın eylemlerini kriminalize etmeleri yönünde bir hedef oldu. Her türlü hak mücadelesini kriminalize etme amacı taşıyan egemenlerin aparatları burayı hedef gösterince, sıra arkadaşlarımız da zaten yedeklendikleri bu görüşün hedef göstermelerini yürütmeye başladılar.
Linç kampanyası “jin, jiyan, azadi” sloganına olan saldırıyla başladı ve en temel talebe veya en akılcı fikirlere saldırıyla devam etti. Örneğin basit bir empatiyle bile kurulabilecek “Rojava’da hastane ve okulların bombalanması kötüdür” görüşü, o kişinin adresi, ailesi, geçmiş tüm söylemlerinin ortaya “ifşa edilmesi”, okuluna veya iş yerine mail atılarak şikâyet edilmesiyle sonuçlanabiliyor.
Bu “terör propagandasını” yaptıklarını düşündükleri sosyalist örgütlere, sonrasında buradaki kişilere, sonrasındaysa sloganda problem görmeyen arkadaşlarımıza dahi özellikle sosyal medyadan, kimi yerlerde de bizzat fiziksel şekilde saldırmaya başladılar. Bu saldırılar ODTÜ’de Cumhuriyet Bayramı kutlaması sebebiyle çağırılan kalabalığın arkasına saklanarak kadın duvarına saldırıyla, arkadaşlarına Genç Hayat dağıtan bir sıra arkadaşımıza “yurda giremezsin” denmesiyle karşımıza çıktı.
Son süreçte örgütlenen diğer nefret kampanyalarına ek olarak göçmen düşmanlığı, azınlık düşmanlığı, LGBTİ düşmanlığı, kadın düşmanlığı, hayvan düşmanlığı da bugün iktidar tarafından hem doğrudan hem de muhalif kılıflar içerisinde, halkın gerçek düşmanlarına karşı mücadele vermek için ihtiyaç duyduğu bütünlüğü bozmak gayesiyle örgütlenen politikalardandır. Devletin, bu hareketlerin açıktan örgütlenmesini ve faaliyetini önlemek için hiçbir çaba göstermemesi, bilakis desteklemesi bu sebeptendir.
AYRIŞTIRMACILIĞIN KARŞISINDA BİRLİĞE, GERİCİLİĞİN KARŞISINDA MÜCADELEYE!
Gençlik olarak mücadelemizi, mevcut düzenin devamını hedefleyen politik figürlerin peşinden giderek gençlik ve emekçi kitleleri içerisinde düşman arayarak değil ancak bizimle aynı sorunları yaşayan ve aynı düzenin mağdur ettiği sıradaşlarımız, arkadaşlarımız, yurttaşlarımız ile bir araya gelerek verebiliriz. Hep bir ağızdan, Gözde yoldaşın kalemiyle, “Bizler ‘şansına yaşayanlar’ın çocuklarıyız ve doymayanın beslenmesinden bıktık” diyebildiğimiz zaman kazanmış olacağız.