Bize bu hayatı reva görenler kadar örgütlü olmalıyız
Son bir ayda kadınlar kampüslerinde, liselerinde, sokaklarda eylemlikler düzenlediler ama bu hareketlerin düzenli bir seyre sahip olması için ne yapmalıyız sorusu önemini artırarak koruyor.
Fotoğraf: Evrensel
Nehir
Bilkent Üniversitesi
Geçtiğimiz hafta Bilkent Emek Gençliği’nin çağrısıyla çeşitli vakıf üniversitelerinden gelen genç kadınlarla “25 Kasım’a Giderken Kadın Mücadelesi” başlıklı bir etkinlikte buluştuk. Emek Partisi Antep Milletvekili Sevda Karaca bizlerleydi. Ülkede artan kadın cinayetlerinden sonra kadınlar arasında korku iklimi artmış olsa da kadınlar Türkiye’nin dört bir tarafında bunca güvensizliğinin, korkunun, öfkenin karşısında “Yaşamak istiyoruz” dediler. Kampüslerde, liselerde, sokaklarda bulundukları her alanda seslerini yükselttiler. Bizler de bu etkinlikte birlikteliklerden umut bulmak, bir çıkış yolu aramak; olanaklarımızı, çözüm yollarımızı birlikte arayabilmek için toplandık.
İKTİDARIN BÜTÇEDE KADINLARA REVA GÖRDÜĞÜ 38 KURUŞ OLDU
Geçtiğimiz dönemde gittikçe radikalleşen “incel” grupların ideolojik bir pozisyona oturtulmasından ve buradan doğru kadın nefretinin körüklenmesinden bahsetti Sevda Karaca. Bu ve buna benzer akımların radikalleşmesinin önünü açan iktidarın kadınlara reva gördüğü ise 2025 bütçesinde kadın başına 38 kuruş oldu. Yani tek adam yönetimi attığı her adımda nefreti körüklemeye devam ederken, kadınların taleplerine kulaklarını tıkadı. Daha sonra Sevda Karaca yeni bir toplumsallık inşasından, egemen güçlerin bu inşanın ilk aşamasında önceliğinin kadınların insan olmaktan çıkarılması, üzerinde hak sahibi olunabilecek bir nesne olarak görülmesi olacağından bahsetti. Erdoğan’ın “Ailenin temeline dinamit koyan hiçbir düzenleme meşru değildir” söylemini çeşitli düzenlemeler için kullandığını belirtti: İstanbul Sözleşmesi, kadının çalışma hayatında var oluşu, kürtaj gibi. Yani iktidar, kadının bir nesne olarak görülmesinin önünü onun için güvenli tek alanın aile içerisinde olduğunu söyleyerek açtı. Peki ne oldu da son yıllarda Türkiye ve Dünya’nın her tarafında kadınlar insan dışılaştı, salt aile içinde bir değere mi sahip oldular? Kadın düşmanlığının yükselmesinin arkasındaki sebep ne?
İKTİDARIN CEZASIZLIK POLİTİKALARI KARŞISINDA AYAĞA KALKMANIN ZAMANI
Son 25 yılda sermayenin kriz içinde olmasıyla yeni bir toplumsallık arayışı içinde. Kadınların toplum içinde yapacağı herhangi bir değişiklik karşısında geçmişin hayaletlerini yeni kıyafetler giymiş haliyle önümüze getiriyor diyerek bu soruyu cevapladı Sevda Karaca. İstanbul Sözleşmesi’nin önemiyse sözleşmenin şiddet toplumsaldır, politiktir demesi ve şiddetin tamamen kaldırılabileceği bir düzen ihtiyacının tartışılmasının önünü açması olduğunu konuştuk. Tam da bu yüzden yasal hak mücadelesi açısından İstanbul Sözleşmesi kritik bir talep olarak mücadelemize yansıyor. Son bir ayda kadınlar kampüslerinde, liselerinde, sokaklarda eylemlikler düzenlediler ama bu hareketlerin düzenli bir seyre sahip olması için ne yapmalıyız sorusu önemini artırarak koruyor. Etkinlikte; örgütlü mücadelenin gerekliliği, korku iklimin dağıtılmasını sağlamak gibi cevaplara ulaştık. Bize bu hayatı reva görenlerin karşısında en az onlar kadar örgütlü olmamızın gerekliliğini vurguladık. 25 Kasım’a giderken yaptığımız bu etkinlikte de gördük ki birlikte yürüttüğümüz mücadelemizin sürekliliği, izlediği politik hattı ve karşılaştığımız şiddet cenderesine karşı müdahale gücü örgütlülüğümüzle somutlaşacaktır. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde herkesi deneyimlerimizin birikimi ve özgüveni ile haklarımız ve hayatlarımız için 22 Kasım’da Bilkent’te beraber yürümeye, 25 Kasım’da alanlarda buluşmaya çağırıyoruz! Yaratılan kadına şiddet ve nefret sarmalını besleyen iktidarın cezasızlık politikaları karşısında ayağa kalkmanın, mücadelemizi büyütmenin tam zamanı!