Sahte bilim çabası: Yaratılışçılık Manifestosu
Evrim teorisi toplumların dinamik yapıda olduğuna ve toplumsal eşitsizliklerin sorgulanabilir fenomenler olduğuna işaret ediyor.
Asya
Emre
ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü
24-26 Ekim arasında İstanbul’da gerçekleştirilen, TÜBİTAK iş birliğiyle düzenlenen 8. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi’nin çıktısı olarak, kendilerinin “devrimci nitelikte” olarak tanımladığı bir Yaratılış Manifestosu imzaya açıldı. Yükselen eğitime ve bilime bütçe talepleri karşısında iktidarın bütçe ayırmayı seçtiği bu bilim dışı kongre ve manifesto, mevcut din odaklı baskı mekanizmasını güçlendirmeye yönelik bir girişim olarak karşımıza çıkıyor. Bu manifestonun içerisinde geçen bazı söylemlere beraber göz atalım:
“DNA’daki amino asitlerin hep doğru kararlar vererek büyümesi zorunlu yasadır. Bu süreçte tesadüfi mutasyon olmaması gerekir, yoksa çocuk sağlıklı olamaz.” DNA’nın aminoasitlerden oluşmadığını ve moleküllerin “karar verici” aktörler olmadığını es geçelim, her bireyin ailesinde bulunmayan yaklaşık 50-100 de novo mutasyona (eşey hücrelerinde ya da zigotta meydana gelmiş mutasyonlar) sahip olduğunu görüyoruz. Tek yumurta ikizlerinde dahi görülen genetik farklılıklar da bu mutasyonlardan kaynaklanıyor.* Mutasyonlar, çoğunlukla nötr etkiye sahip olurken, bazı örneklerde doğum öncesi ya da doğumdan kısa süre sonra ölüme sebep olacak kadar zararlı genetik hastalıkları oluşturuyor.
“Evrenin büyüklüğüne ve zamanın uzunluğuna rağmen her yıl baharda üç hafta hiç mutasyon olmadan hep doğru kararlar vererek cansız DNA’dan canlı bir eserin çıkması mutlak bir bilinci, zorunlu varlık olarak işaret eder” şeklinde bir başka söyleminde yine moleküllerin karar vermelerinden, hatta doğru kararlar vermelerinden bahsediliyor. Manifestonun kalan maddelerinde, karmaşık sistemleri inceleyen bir bilim dalı olan sibernetiğin “bir dümencinin varlığını zorunlu gören” yasaları olduğu gibi elle tutulur yanı olmayan iddialar doğrultusunda “usa uygun” akıl yürütmenin bir yaratıcının varlığını zorunlu kıldığı çokça tekrarlanıyor.
Manifestonun kaynakçasına baktığımızdaysa içinde Diyanet’ten, rastgele makalelerden ve popüler bilim bile sayılması zor olan kitaplardan seçmeler içeren 132 kaynak gösterildiğini, metin içi referans vermektense metni inşa ederken kullandıkları kaynakları o tezler altında sıraladıklarını görüyoruz. “C- Biyolojik yapılar çok hassas ve kompleks bileşiklerdir, rastgele mutasyonların ürünü olamaz.” iddiasına gösterilen tek kaynak olan makaleyse proteinlerin işlevsel bir şekilde katlanmaları ile gen sekansları arasındaki ilişkiyi incelemek, bu ilişkinin ve bu sekansların kompleksliğini bilimsel birikimin bir parçası olarak ortaya koymakla beraber “rastgele mutasyonların ürünü olamaz” ifadesini destekleyebilecek bir içerik olmaktan çok uzak.** Bunun yanında kimyasal süreçler ve genetik kodun kökenine dair hiçbir bilgimizin olmayışı da hatalı bir iddiadır. Daha 1 hafta önce yayımlanan bir araştırma, protobiont (proto hücre) plazma membranının spontane bir şekilde gelişiminin mümkün olduğunu gösteren yeni bir model geliştirildi.***
KİMİN BİLİMİ IŞIĞINDA?
Buradaki gayemiz, manifestonun teker teker örneklere cevap vermekten ziyade amaçlarının henüz bilinmeyen ya da bilinmediğini iddia edilen herhangi bir fenomeni metafiziksel bir bağlamla “çözerek” sorunun kendisinden kaçtığını göstermek. Manifestonun amacı, doğanın ve toplumun, yani görüntüde kompleks yapıların, bilimsel yöntemlerle kavranamayacağı fikrini yaymaktır. Çözüm üreten, değişen, değiştiren insanlar yerine sorgulamayan bir toplum ve bilim yaratmaktır.
Evrim teorisi, ortaya atıldığından beri örgütlü bir şekilde saldırıya uğruyor, ancak bu saldırı evrime özel de değil. Kapitalist bilim anlayışının, her yeni bilimsel gelişmeyi kendi ideolojik egemenliğini güçlendirici ve örgütleyici şekilde sunması ve bu yönüyle incelemesi, bilimsel gelişmenin önünü kestiği gibi bugün bilim karşıtlığını siyasi açıdan kritik bir yere oturtuyor. Türkiye'nin de son örneği, MEB’in yeni müfredattan bahsederken, Adnan Oktar’la başlayan “yaratılış” odaklı olmayan bir biyolojinin Türk aile yapısı ve değerlerine uygun olmadığının altını çizmesi, “Kindar ve dindar nesiller yetiştireceğiz” diyen Erdoğan’ın Türk-İslam sentezini üniversitelerde örgütlemesi ve zorunlu öğretim müfredatını değiştirmesi bilim karşıtlığının kendi ülkemizdeki karşılığı olurken; bilim karşıtlığı, dünyadaki çoğu sağcı ajandada da yer alıyor. Trump, çevredeki kimyasalların insanları eşcinsel yaptığını iddia eden aşı karşıtı bir adamı Sağlık Bakanlığının başına getirmek istediğini söylüyor. Arjantin ve Hollanda gibi aşırı sağ iktidarlara sahip ülkeler, bilime ayrılan bütçe kesintileriyle gündeme geliyor.
Evrim teorisinin toplumların dinamik yapıda olduğunu ve tutucu kesimin “değişmez” iddia ettiği sosyal normların değişebileceğini göstermesi, toplumsal eşitsizliklerin sorgulanabilir fenomenler olduğuna işaret ediyor. Bu da sermaye sınıfının varlığına karşı önemli bir tehdittir. İktidarın manipülasyonunun temelinde bilimsel bilginin kitlelere ulaşmasını engellemek ve kendi saray düzenlerini korumaktan başka bir şey bulunmamaktadır. Anaokulundan yüksek öğretimei her kademede bir baskı aracı olarak kullanılan yaratılışçılık ve metafiziğin örgütlenmesi için yoğun girişimlerde bulunulmaktadır. Yakın zamanda düzenlenen “8. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi” de bu düzenin korunmasındaki en yeni atılımlardan biri.