14 Kasım 2024 10:40

Britanya sömürgeciliğine edebi bir başkaldırı: Babil

Babil romanı, spekülatif bir kurgu eseri olduğundan, tarihi gümüş işleme tarafından tamamen değiştirilen Oxford’un 1830 yıllardaki fantastik bir versiyonunda geçiyor.

R. F. Kuang'ın "Babil" kitabı

Paylaş

Fatih POLAT
İstanbul

R.F. Kuang’ın, son romanı Babil, yazarının da ifadesiyle, “Spekülatif bir kurgu eseri olduğundan, tarihi gümüş işleme tarafından tamamen değiştirilen Oxford’un 1830 yıllardaki fantastik bir versiyonunda geçiyor.”

Güneş Becerik Demirel’in çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan Türkiyeli okuyucuyla buluşan Babil, kolonyalizme karşı sürükleyici bir edebi direnişin hikayesi. Romanın bütününe, bir dönemde dünyanın yaklaşık dörtte birine hükmeden Britanya İmparatorluğu’nun geçmişine bakışta, postkolonyal teorilerden, oryantalizmden esinlenen eleştirel bir perspektif damgasını vuruyor. Romanın başkahramanı Robin Swift’in çocukluğundan başlayan serüveni üzerinden bir imparatorluğun sömürgeci geçmişini izlerken, Babil olarak da bilinen Oxford’daki Kraliyet Çeviri Enstitüsündeki birkaç profesörün, Britanya’nın sömürgeleriyle ilişkilerinde nasıl kritik bir yerde durduklarını ve savaş süreçlerini hazırlamaya kadar varan eylemlerdeki rollerini okurken, romanın büyülü fantastik kurgusu, bir ‘gümüş imparatorluğunun’, tüm bir sistemi gümüş etrafında nasıl kurduğunu da gösteriyor.

GÜMÜŞ İMPARATORLĞU

Ülkenin en büyük köprülerinden, tarihi mimari yapılara, savaş gemilerine ve gündelik hayatı düzenleyen bir dizi mekanizmaya kadar her birinin kimyasına gümüşü, harekete geçirici ya da o hareketi durdurucu güç olarak yerleştiren yazar, gümüşün diğer ucunu da Britanya’nın sömürgeleriyle kurduğu ilişkiye bağlıyor. Yani fantastik kurgu romanda, sömürgeciliğin sorgulanışının, okuru heyecanla sürükleyen büyülü kimyası olarak yansıyor.İngiltere’nin ekonomik yapısı içinde Hindistan’da üretilen ve Çin’e satılan afyonun tuttuğu yer ve Babil profesörlerinin, çocukluklarından itibaren bir robot gibi yetiştirmeye çalıştıkları Robin Swift ve arkadaşlarının bu ilişkilerin içinde bir savaşı kolaylaştırmak üzere nasıl sahaya sürüldüklerini görüyoruz.

Romanın kahramanı Robin Swift, annesini kolera salgınında kaybettikten sonra henüz küçük bir çocukken Kanton’dan Prof. Richard Lovell tarafından alınarak İngiltere’ye getirilir. Lovell, özel öğretmenlerden dersler aldırarak onu sıkı bir programla Oxford’daki Kraliyet Çeviri Enstitüsüne hazırlamaya giriştiğinde küçük Robin, önceleri geldiği yerle kıyaslayarak kendisine çoğu insanın imreneceği bir hayatın sunulduğunu düşünür ve minnet duyar. Ama bir yandan da, biraz kaytardığında Prof. Lovell’den yediği hiç unutamayacağı dayak, kendisine sunulan imkanların bir bedeli olarak yüzüne çarpar. Bu aslında gizemli profesörle arasındaki ilişkinin sadece bir vasilikten ibaret olmadığını öğreneceği, öğrendiği her yeni şeyde de biraz daha şaşıracağı gizemli bir yolculuğa çıkarır onu. Romanın sonlarına doğru, Robin’in, Prof. Lovell ile yüzleşmesine ve büyük hesaplaşmasına tanıklık ederiz.

BEYAZ, IRKÇI VE ERKEK BİR PİRAMİT

Latince, Çince, Yunanca öğrenirken, farklı diller arasındaki ses ve sözcük benzerliklerine kadar uzanan incelikler onun günlük hayat ritmi haline gelir. Bir dili tam anlamıyla öğrenme ölçüsünün o dilde rüya görebilecek kadar mükemmel olması gerektiği gerçeği, kendisine İngiltere’ye gelirken Prof. Lovell tarafından verilen Swift soyadının bir devamıdır.

Robin, Oxford’a gelip, ondan sonraki hayatının hem şekillendiği hem de noktalandığı yer olan Babil’e geldiğinde ilk olarak Hinsdistan’dan devşirilmiş olan Müslüman Rami ile tanışır. Rami onun hem sırdaşı ve hem de yabancı olduğu bu yeni dünyadaki sancılı hikayesi boyunca aşkla bağlı olduğu kişidir. Haitili Victoire ve Letty de bu küçük arkadaş grubuna katılır ve onlar Babil’in kristalize biçimde temsil ettiği dönemin egemenlik sistemi içinde birlikte büyürken, bir yandan da tüm ayrımcılığıyla karşılarında duran sistemi keşfetmeye başlarlar. Beyaz, ırkçı ve erkek piramit, kendi egemenlik sistemini üretmeye razı olmayanı çok sert bir biçimde elerken, aynı zamanda bir tercihe zorlar. Hayati sonuçları olan bu tercih, önceleri kader birliği yapan küçük arkadaş grubunu da bölecektir.

SÖMÜRGECİLİĞİN KİLİDİ VE ANAHTARI OLARAK BABİL

Bir gizli örgüt olan Hermes Cemiyeti, bu büyük sömürü dünyasının çarkıyla mücadele etmektedir. Babil, sömürü çarkının gümüşten yapılmış çekirdeği olduğu için, Hermes Cemiyetinin odak noktası da Babil’dir. Babil sömürgeciliğin kilidiyse, ona karşı mücadelenin de anahtarıdır.

Kuang’ın, yirmi altıncı bölümün girişinde yer verdiği, Frantz Fannon’un (Yeryüzünün Lanetlileri) şu sözleri, Babil’in de manifestosu sayılabilir: “Sömürgecilik düşünebilen bir makine, akılla donatılmış bir yapı değildir. Çıplak bir şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetle karşılaştığında teslim olur.”

Bu sömürü sistemiyle baş etmenin mümkün olup olmadığı ve mücadelenin yönteminin reformcu mu, yoksa şiddeti de içeren devrimci bir yöntem mi olması gerektiği karakterlerin tartışmalarında ve tercihlerinde yansır.

Robin’in tercihi de, Frantz Fannon’un Yeryüzü’nün Lanetlileri’nde vurgu yaptığı gibi olur.

“Babil’in duvarlarında ne kadar gümüş vardı? Bu iş bittiğinde, tüm o çubuklar değersiz olacaktı. O zaman çevirmenlerin iş birliğinin bir önemi kalmayacaktı. Tesisleri mahvolmuş olacaktı. Dil bilgisi lügatları mahvolmuş olacaktı. Rezonans çubukları, gümüşleri gitmiş, mahvolmuş olacaktı.”

Robin son büyük eylemiyle, koca bir imparatorluğu dize getiremeyeceğinin farkındadır ancak en azından bu eylemin durdurmak istediği Çin’e karşı savaş bakımından bir etkisi olacaktır. Kendisini sömürü ve savaşlarla kuran bir imparatorluğa karşı bu da az şey değildir.

ÖNCEKİ HABER

DEM'den İçişleri Bakanlığı önünde açıklama: Esenyurt'tan Hakkari'ye kardeşlik köprüleri kurmalıyız

SONRAKİ HABER

Bursa'da bir kadın boşanma aşamasındaki eşi tarafından katledildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa