15 Kasım 2024 03:15

Yönetmen Yakup Tekintangaç: Kısa film, festivallerde üvey evlat muamelesi görüyor

“Morî” filminin Yönetmeni Yakup Tekintangaç, kısa filmin ticari kaygılardan uzak olduğu için bir özgürlük alanı sunduğunu vurgularken kısa filmin festivallerde önemsenmediğini dile getiriyor.

"Morî" filminden bir sahne

Paylaş

Kübra KIRIMLI
Ankara

Yönetmen Yakup Tekintangaç’ın “Morî” adlı filmi 35. Ankara Film Festivali’nde Ulusal Kısa Film kategorisinde yarıştı. İzleyicilerin “Azad” kısa filmi ile yakından tanıdığı Tekintangaç, ekseriyetle çektiği kısa filmlerde çocukluk, kimlik, aidiyet temalarına odaklanıyor.

Filmin başrolünde Morî adlı kız çocuğu yer alıyor. Morî’ye babasından ona anlattığı masalın ses kaydı kalıyor. Bir gün okula yeni bir öğretmen geliyor ve Morî, bu öğretmeni babası zannediyor. Film, Morî ve öğretmeni ile aralarında duygusal bir bağın hikayesini anlatıyor.

Yakup Tekintangaç ile “Morî” filmi ve kısa filmler üzerine konuştuk. Tekintangaç, “Kısa film, sinemanın şiiridir; sınırlı bir süre içinde güçlü bir etki yaratmaya çalışır. Nasıl ki şiir, edebiyatın en yoğun ve etkileyici türüyse, kısa film de sinemanın en güçlü formudur. Bu anlayışın netleşmesi ve kısa filme, dolayısıyla yönetmenlerine bakışın değişmesi gerekiyor” ifadelerini kullanıyor.

‘EN BÜYÜK ENGEL YAPIM DESTEĞİ BULAMAMAK’

8 yılın ardından Morî adlı kısa filminiz ile yeniden izleyiciyle buluştunuz. İlk sorum neden bu kadar beklediniz? İkincisi bu uzun ayrılığın ardından Morî’ye olan ilgi nasıldı?

Bu süreç benim için oldukça uzun sürdü. Hep sinema yapmak istedim ve bu yolda birkaç senaryo da yazdım. Ancak en büyük engel, yapım desteği bulamamaktı. Aynı zamanda, içime sinen esas hikayeyi beklemek de süreci uzattı.

Morî, festivallerde beklentilerimin üzerinde bir ilgiyle karşılanıyor. Yurt dışında, 70. Oberhausen Uluslararası Kısa Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptıktan sonra, 66. ZINEBI –International Documentary and Short Film Festivali, 46. Cinemed– Montpellier Akdeniz Film Festivali, 43. Vancouver Uluslararası Film Festivali gibi prestijli festivallerin ana yarışma programlarında yer aldı. Yurt içinde ise ilk gösterimimizi Altın Koza Film Festivali’nde yapmayı tercih ettik. Ardından 35. Ankara Film Festivali, 25. İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali başta olmak üzere, başvurduğumuz birçok festivalde yer aldı. Bu ilgi beni fazlasıyla memnun ediyor.

‘ÖTEKİLEŞTİRİLENLER İÇİN AİDİYET ÖNEMLİ BİR KONU’

Filmlerinizde ekseriyetle çocukluk, kimlik, aidiyet gibi konuları işliyorsunuz. Yakup Tekintangaç yola böyle mi devam edecek? Neden bu konuları işliyorsunuz?

Sinemaya başladığımda özellikle bu temaları işlemek gibi bir planım yoktu. Başlangıçta farkında olmadan kendimi bu tür hikayeleri anlatırken buldum; belki de bilinçaltımın bir yansımasıydı. Yaş aldıkça ve hayatı daha derinlemesine deneyimledikçe bunun bir tesadüf olmadığını fark ettim. Çocukluk, kimlik ve aidiyet; bizi biz yapan en temel unsurlar. Özellikle de ötekileştirilen, kendi olma çabası engellenen, kimliksizleştirilmeye ve kendine yabancılaştırılmaya zorlanan bireyler için bu konular çok önemli.

Bu yüzden, kimliğini ve bütünlüğünü arayan, kendini tamamlamaya çalışan bireylerin varoluşsal hikayelerine odaklanmayı seviyorum. Bu tür senaryolar yazarken, içimdeki yaralarla da yüzleşiyorum ve kendimde yeni yeni fark ettiğim boşlukları dolduruyorum. Belki bu arayışı tamamladığımda başka meselelere de odaklanabilirim ama şimdilik önceliğim bu temalar.

Çalışmalarınızda çocuklara sıkça yer veriyorsunuz? Bunun sebebi nedir? Çalışmalarınızda çocukluğunuzdan izler var mı? Bir de çocuklarla çalışmak nasıl?

Bahsettiğimiz o üç temel kavram -çocukluk, kimlik ve aidiyet- aslında insanın çocukluk döneminde şekillenmesi gereken konular. Çocukluk, kişiliğin başlangıç noktasıdır. Bu dönemi anlamazsak ne insanı ne de toplumu doğru bir şekilde çözebiliriz. Bu yüzden, çocukluk dönemine ve burada yaşananlara odaklanmak benim için çok önemli. Çünkü çocukluk, beslendiğimiz ve kimliğimizi inşa ettiğimiz en önemli dönemlerden biridir. Dolayısıyla, hikayelerimdeki kurmaca olmayan kısımlar, ister istemez kendi yaşadıklarımdan izler taşıyor.

Çocuklarla çalışmanın avantajları olduğu gibi riskli yanları da var. Bir kere, çocuklar her kadrajı harika doldururlar ve oldukça doğallardır; bazen filmde olduklarını bile unutarak gerçek hayattaki gibi davranırlar. Bu doğallıkları, filmin enerjisini yükseltir.

Ancak riskli yanları daha çok. Bir çocuk, 'Filmin ortasında sıkıldım, artık bu filmde yer almak istemiyorum' diyerek seti bırakıp gidebilir. Çocuklar doğallıklarından ödün vermezler, rol yapmazlar. Önceki üç filmimde de tercihen ilk defa kamera karşısına çıkan çocuklarla çalıştım. Çocuklar doğal olarak yetenekliler; önemli olan onları tanımak, onlarla vakit geçirmek ve onların dilini anlayabilmektir. Neye gülerler, neye üzülürler, neye sinirlenirler bunları öğrendiğinizde geriye sadece onları küçük oyunlarla yönlendirmek kalıyor. Çocuklara asla rol yaptırmıyorum çünkü bu durumda rol yapmaları gerektiğini düşünürler ve bu da onlardaki doğallığı tamamen ortadan kaldırır. Bu yüzden, senaryo aşamasında bile onların doğallığına uygun bir dil kurmaya, seviyelerine uygun küçük oyunlar yazmaya özen gösteriyorum. Onlara yol gösterici bir harita çizip, bu haritada kendi yollarını bulmalarını sağlamaya çalışıyorum. Biraz da eğitimci kimliğim, onlarla çalışmayı kolaylaştırıyor.

‘KISA FİLM TİCARİ KAYGIDAN UZAK’

Neden kısa film? Uzun metrajlı film çekme planınız yok mu?

Benim gibi geçimini sinema sektöründen sağlamayan biri için yazdığım bir senaryoyu hayata geçirmek kısa filmle daha kolay oluyor. Kısa filmler ticari kaygılardan uzak olduğu için bana büyük bir özgürlük alanı sunuyor; bu alanda tamamen içten, samimi ve egolardan arınmış bir şekilde çalışabiliyorum. Karar verirken kimseye bağlı kalmadan, kendi işimin patronu gibi üretim yapabiliyorum. Oysa uzun metrajlı filmler birçok başka faktörü ve kaygıyı beraberinde getiriyor.

Morî’den sonra bir uzun metraj film çekme planım var. Tabii Türkiye gibi enflasyonun yüksek olduğu bir ülkede ekonomik zorlukları aşabilir ve filme yapım desteği bulabilirsem.

‘KISA FİLM SİNEMANIN ŞİİRİDİR’

Son olarak sizce kısa filmin artıları ve eksileri neler?

Kısa filme bakışta büyük bir eksiklik var. Sadece süresi kısa diye festivaller tarafından üvey evlat muamelesi görüyor; sinema yapıtlarının niteliği uzunluğuna göre değerlendiriliyor. Oysa festivallerin bu bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Kısa film, sinemanın şiiridir; sınırlı bir süre içinde güçlü bir etki yaratmaya çalışır. Nasıl ki şiir, edebiyatın en yoğun ve etkileyici türüyse, kısa film de sinemanın en güçlü formudur. Bu anlayışın netleşmesi ve kısa filme, dolayısıyla yönetmenlerine bakışın değişmesi gerekiyor.

Ayrıca kısa filmlerin dağıtım ve gösterim alanları sınırlıdır; çoğu zaman televizyonlarda veya sinemalarda gösterilmesi zor olur. Bununla birlikte, kısa filmler çoğunlukla sadece festivallerde ve niş platformlarda izleyiciyle buluşabiliyor.

Tabii her şeye rağmen kısa filmler, yaratıcı özgürlük açısından büyük avantajlar sunuyor. Daha az zaman ve finansal kaynak gerektirdiği için, uzun metrajlı filmlere kıyasla daha düşük bütçeyle yapılabiliyor. Kısa filmin ticari olmaması ise insana müthiş bir özgürlük sağlıyor; bu da daha saf ve özgün projelerin ortaya çıkmasına olanak tanıyor. Bu özgürlük, kısa filmi sinemada özel bir yere koyuyor ve sınırları zorlayan, yenilikçi anlatımların doğmasını sağlıyor.

ÖNCEKİ HABER

Buca Belediyesi işçileri: İrademiz çiğnendi

SONRAKİ HABER

Yeni Zelanda Parlamentosunda haka dansı: Maoriler hükümetin yasa tasarısına karşı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa