Ayşe Burcu Gezer: "Ebru ve minyatür yolculuğu bir ömür boyu sürer"
Ebru sanatının çok keyifli ve rahatlatıcı özelliği olduğu kadar zor olduğunu belirten Fatma Sarıbaş, "Kişinin sabrı, ayırdığı zaman bu sanatı öğrenmesinde çok önemli iki unsur" dedi.
Minyatür sanatçısı Ayşe Burcu Gezer | Fotoğraf: Ramis Sağlam/Evrensel
Ramis SAĞLAM
İzmir
Yüzlerce yıl öncesine uzanan ebru, tezhip ve minyatür sanatını genç kuşaklar için kurdukları Levn Sanat Atölyesi ile köprü olmaya çalışan ebru sanatçısı Fatma Sarıbaş ve minyatür sanatçısı Ayşe Burcu Gezer ile çalışmalarını konuştuk.
Geleneksel Türk sanatları arasında yer alan ebru, tezhip, minyatür sanatı günümüzde genç kuşaklar arasında çok tanınmasa da gönül vermiş ustalar ve genç temsilcileri ürünler verip sergilemeye devam ediyorlar. Günümüzün nakkaşları, ebruzenleri ve müzehhibleri yüzlerce yıl öncesine dayanan sanat dallarını günümüze taşımaya devam ediyorlar. Orhan Pamuk'un "Benim en renkli en iyimser romanım" dediği "Benim Adım Kırmızı" kitabıyla birlikte nakkaşlar birçoğumuzun hayatına girmişti.
Tam olarak nerede ortaya çıktığı bilinmese de ebru sanatının Orta Asya'da çıktığını belirten Fatma Sarıbaş ve minyatürün; kitap resimleme diğer bir deyişle hikaye tasviri olarakta tanımlandığını söyleyen Ayşe Burcu Gezer ile ebru ve minyatür sanatını Levn Sanat Atölyesi'nde 10. yıl sergisi sonrası söyleştik.
"USTA ÇIRAK İLİŞKİSİ ET TIRNAK GİBİ"
İpek Yolu ile İran üzerinden Anadolu'ya geldiği bilinen ebru sanatının ilk eseri 16. Yüzyıldan günümüze gelmiş. Ebru sanatının Anadolu'daki yolculuğu Buhara'dan İstanbul'a gelen Şeyh Sadık Efendinin büyük payı olduğunu biliniyor. İç mimarlık eğitimi alan Sarıbaş, 23 yaşında başladığı ebru yolculuğunu 15 yıldır sürdürüyor. Bu yolculuğun Nazif Edhem Efendi'den, Necmettin Okyay'a uzandığını aktaran Sarıbaş, "Güzel Sanatlar Akademisi'nde eğitim veren Okyay, bu dönemde çiçekli ebruların da mucididir. Şeyh Sadık Efendi ile başlayan ebru sanat yolculuğu Mustafa Düzgünman'ın çabalarıyla günümüze kadar geldi. Ben icazetimi Sedat Altınöz'den aldım. Bizler de ustalarımızdan bu sanatı öğrenip en doğru şekilde aktarmaya çalışıyoruz. Bu sanatta ustalarımız öğrencisinin sanatına, sabrına, emeğine dikkat ettiği kadar, edebine ahlakına da bakar. Sanatı iyi yapıyor olmak yetmez. Usta ile çırak ilişkisi hocamın da dediği gibi; et ve tırnağın birbirinden ayrılmamasıdır" dedi.
SANATIN VAZGEÇİLMEZİ: SABIR VE ZAMAN
Ebru sanatının çok keyifli ve rahatlatıcı özelliği olduğu kadar zor olduğunu belirten Sarıbaş, "Kişinin sabrı, ayırdığı zaman bu sanatı öğrenmesinde çok önemli iki unsur. Öğrenim süresi uzun süren oldukça tecrübe, ustalık, sabır, özveri ve bol emek isteyen bir sanattır. Kültürel bir mirastır. Atölyemizi açtığımız zamandan beri derslerimize devam eden öğrencilerimiz var. Artık kendi boyalarını ayarlarını teknesini açıp eserlerini çıkartabiliyorlar. Ebruda mutfak kısmını öğrenmek kişinin yıllarını alıyor. Ama atölyemize yeni derse başlayacak olan öğrencilerimiz benim kontrolümde çalışmaya başlıyor" bilgisini paylaştı.
EBRU MALZEMELERİNİN HEPSİ ORGANİK
Zor olduğu kadar, ince detayların birleştirme sanatı olan ebruda kullanılan saf temiz suyun temizliğinden, suyun içerisine konan kerajin isimli bir malzemeye kadar önemli detaylara sahip. Günümüzde denizkadayıfı denilen bir yosundan elde edilen kerajin yerine eskiden kitre kullanıldığını belirten Sarıbaş, ebru sanatında değişen tek malzemenin kitre olduğunu, Anadolu'da yetişen geven otunun kökünden çıkan sıvının hem yapımının çok meşakkatli hem de bulunması zorlaştıkça farklı arayışlara girildiğini aktardı.
Ebru hazırlıklarının en az 1 gün öncesinden başladığını, alanın sıcak, temiz olması, tozların uçuşmaması gerektiğini anlatan Sarıbaş, "Ebru ile neredeyse özdeşleşen teknenin paslanmaz çelikten, fırçaların yaşlı atın kılını gül dalına bağlayarak yapıyor. Ebru'nun olmazsa olmazlarından biri de büyük baş hayvanların öd kesesinden elde edilen sıvıdır. Bemari usulü ile dış alanda kaynatılıp zümrüt yeşili kıvamına gelinceye kadar kaynatılır ve kavanozlanır. Boyaların su yüzeyinde birbirine karışmadan açılmasını sağlar. Değişmeyen en önemli malzemememiz; kâğıtlarımızın en önemli özelliği gramajının düşük olması, emici olması ve asitsiz olmasıdır. Boyalarımıza gelecek olursak toprak boyalarımız ya da oksit boyalar olarak adlandırılan pigmentleri kullanıyoruz. Bundan sonrası artık kişinin sabrına ve becerisine kalıyor" dedi.
"NAKKAŞ", "NAKŞ-BENDE", "SİYAHKALEM"
Batıda minyatür tarzı resim yapan sanatçılar minyatari, minyatürist ve minyatürcü olarak adlandırılsa da; Osmanlı'da ise minyatür tarzı resim yapan sanatçılara "nakkaş" ve "nakş-bende" ve "siyahkalem" gibi isimler verilmiş.
Minyatür; kitap resimleme diğer bir değişle çok ince işlenmiş küçük boyutlu hikaye tasviri olarakta tanımlandığını belirten, Ayşe Burcu Gezer, bir olayı, miti, durumu yazıyı güçlendirmek maksadıyla perspektif kullanılmadan yapılan iki boyutlu olarak resimler olduğunu söyledi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları tezhip ana sanat dalında eğitim alan Gezer, 10 yıldır İzmir Kızlarağası Hanında Levn Sanat atölyesinde çalışmalarını sürdürüp, kursiyerlerinin ve kendi eserlerini sergiliyor.
MİNYATÜR, BİR ÖMÜR BOYU SÜRER
Tasarım öncesi, belirlenen konu üzerinde araştırma yapıldığının altını çizen Gezer, "özgün tekniklerle hazırlanan skeçi murakka dediğimiz özel kâğıtlarımıza geçiririz. Daha sonra oluşturulan kompozisyonu renklendirme aşamasına geçeriz. Kişinin azmi ve yeteneğine göre öğrenme süresi değişir. Ortalama bir yıl sonra küçük tasarımlar çıkarabilir. Öğrenme süreci bir ömür boyu sürer" dedi.
Her yaş ve meslekten öğrencilerin kurslara katıldığını sözlerine ekleyen Gezer, "Kursiyerlerimiz seçmiş oldukları sanat dalları ile alakalı teknik bilgileri öğrenerek çalışmalara katılıyor. Böylece klasik sanatlarımızı halka yeniden hatırlatarak geçmişin izlerini korumak için üstümüze düşeni yapmış oluyoruz. Ebru tezhip ve minyatür sanatlarının en önemli ortak özelliği müthiş bir sabırla meşk edebilmenin bir sınavdır" dedi.