Emekçi semtinden yoksulluk manzaraları: Eskiden iş soranlar şimdi ek iş soruyor
Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan, derinleşen yoksulluğu örnekler üzerinden anlattı.
Fotoğraf: Evrensel
Zeliş IRMAK
19. yüzyılda, Marx ile birlikte kent yoksulluğuna dikkat çeken Engels, kapitalizmin yarattığı sömürü ve ayrımcılığın sadece iş yerine özgü değil, kent mekanlarında da benzer bir yapı ortaya çıkardığını vurgulamıştı.
Kent yoksulluğunun görünür olduğu, işsizliğin, düşük ücretli çalışmanın, yetersiz ve sağlıksız barınma koşullarının, niteliksiz eğitimin ve sağlığın, şiddetin arttığı, sosyal yardım destekleri sıralamasında üstlerde yer alan İstanbul Pendik’in Esenyalı Mahallesi’ne gidiyoruz.
Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan’ın anlattıkları kapitalizmin yarattığı ayrımcılığı ve sömürüyü gözler önüne seriyor. Bir kişinin yoksulluğundan, bir evin, bir sokağın, bir mahallenin, bir semtin yoksulluğuna uzanan hikayeleri dinliyoruz.
Son 5 yılda derinleşen yoksulluğu nasıl gözlemlediniz?
Yaptığımız görüşmelerde, anketlerde yoksulluk tablosunun geçen seneye göre iki kat arttığını görüyoruz. Evde iki kişi hatta üç kişi çalışsa da sadece ev kiralarını, faturaları ödeyebildiği; yemeye ve diğer temel ihtiyaçlara yeterli paranın kalmadığı bir geçinme çabası içerisinde insanlar. Borçlanma artıyor, artık hayat kredilerle, kredi kartlarıyla döndürülmeye çalışılıyor.
İzmir’de anneleri hurda toplamaya giden ve evde yalnız kalan 5 çocuk çıkan yangında hayatını kaybetti. Siz de yoksulluğun derin yaşandığı mahallelerde çalışmalar yürütüyorsunuz. Yoksulluğun işçi ve emekçi mahallelerindeki görünümü nasıl?
İzmir’de görünen derin yoksulluğu biz diğer işçi emekçi semtlerinde her gün görüyoruz. Okula beslenme götüremediği için, okul forması olmadığı için, çalışıp eve katkıda bulunmak zorunda olduğu için okulu bırakan çocukların sayısı artıyor.
Okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek kampanyası yürütüyoruz. Kampanya sırasında bir kadınla sohbet ederken birbirimize hayallerimizi sorduk. Bana hayalinin, çocuğunun kaşarlı tost yiyebilmesi olduğunu söyledi. Düşünün artık o çocuk ne yiyor…
Kamuda tasarruf tedbirleri nedeniyle özellikle yoksul semtlerinde birleştirilen sınıflar var. Zaten yeterli temizlenmeyen, sağlıksız okullarda eğitim devam ederken şimdi bir de kalabalık sınıflar oluşturuldu. Tüm bunlar çocukları eğitimden uzaklaştırıyor.
Birkaç yıl öncesine kadar kadınlar derneğimize gelir iş aradığını söylerdi. Şimdi kadınlar ek iş soruyorlar. Fabrikada 12 saat çalışan kalan sürede merdiven temizliğine giden, yufkacıda çalışan insanlar var.
Örneğin eşi cezaevinde bir kadın var. Metal fabrikasında çalışıyor. Sabah fabrikaya giriş saati belli ama çıkış saati belli değil. Aldığı ücret 18 bin 500 TL, kirası 12 bin TL. Çocukları var ve çocuklarını bırakacak yeri yok, evde kapıyı üstlerine kilitleyip gitmek zorunda kalıyor. Bu çocuklar için sadece evde çıkacak bir yangın ihtimali yok. Bu çocuklar kendi başlarına okula gidiyor yolda başlarına gelebilecek sorunlar var, başlarına bir iş geldiğinde annelerine bile ulaşabilecek durumda değiller çünkü fabrikada telefon kullanmak yasak. Kadınsa “Bekar bir kadınım, eşim hapiste, bunlar duyulursa beni barındırmazlar” diyerek korku yaşıyor. Bu çocuklara, kadına bir şey olsa Özlem Zengin gibiler ‘yaşam tarzı’ diyecek. Ama bilmez ki Özlem Zengin, bu çocukların annesi hayatta sadece bir kez değil binlerce kez yenilmiş bir kadın.
Hatırlattığınız yerden; Özlem Zengin’in sözleri nasıl yorumlandı?
AKP’ye de oy veren bu kadın arkadaşa sordum Özlem Zengin’in sözlerini, “Üzüldüm, bana akıllı bir kadın gibi geliyordu ama 5 çocuğun arkasından böyle konuşabilen biriymiş” dedi.
Yoksullaşma peşi sıra neleri getiriyor?
Gençler üzerinden anlatmak isterim. Gençler yoksullaşmanın, geleceksizliğin, 17 bin TL asgari ücretle hiçbir şey yapılamayacağının daha çabuk farkına varıyor. Ama maalesef bu arayış da onları kısa yoldan para kazanma hayallerine sürüklüyor. İlk başvurdukları da uyuşturucu oluyor. Pendik, uyuşturucunun da en çok kullanıldığı ilçelerin başında geliyor. Bu gençler önce kurye oluyor sonra satıcı oluyor en son da kullanıcı oluyor. Uyuşturucunun bırakın bitirilmesini bazı mekanizmalarla desteklendiğini de görüyoruz.
Yine bir örnek vereyim. Bir fabrikada 12 saat çalışan bir kadın var. Boşanmış, 3 çocuğu var. En küçüğü kız çocuğu. Çocuklardan biri uyuşturucuya bulaşmış durumda. Anne işten gelene kadar dernekten kadınlar olarak evde nöbet tutuyoruz, uyuşturucu kullanan çocuk gelip kıza bir şey yapmasın diye. Bu kadın defalarca şikayette bulundu, çocuğun üzerinde uyuşturucu bulundu fakat tutuklayıp bir iki ay sonra serbest bıraktılar.
‘İŞ KAYGISIYLA İSTANBUL’A GELENLER AŞ KAYGISIYLA GERİ DÖNÜYOR’
Yoksulluk ev birleştirmeyi de beraberinde getiriyor. Bu da sağlıklı bir aile ortamı sunmazken yaşlıların bakımı da kadınların üzerine kalıyor. Memleketlere, köylere göç de artmış durumda. İş kaygısıyla İstanbul’a gelenler artık aş kaygısıyla geri dönüyor.
Kız çocuklarının okuldan alınması arttı. Evde 3 çocuktan biri okuldan alınacaksa o kız çocukları oluyor. Evin büyük erkek çocuğu da çalışmaya gönderiliyor. Yoksul mahallelerdeki okullarda idareciler çocukları MESEM’lere yönlendiriyor, açıköğretimde okumaya teşvik ediyor.
Verdiğiniz örneklerde dernek üzerinden kadınların dayanışma içinde olduklarını anlıyoruz. Dayanışma tek başına yeterli mi?
Dayanışma bir yere kadar tabii ki önemli ama dayanışma büyürse önemli. Derneğe kadınlar geliyor, bir grup kadın yardım ediyor, gidiyorlar. Bunun faydası elbette yetersiz. Fakat dün kendisi için dayanışma kurulan kadın bir başka kadın için dayanışmanın parçası olarak kalıyorsa o mücadele kalıcı olur. Bu aynı zamanda bizi, örgütlü kötülüğe karşı da koruyacak bir mekanizma. Ama tek başına bir mahalle dayanışmasıyla, dernekler vb. ile olabilecek bir iş değil.
YEREL YÖNETİMLERİN YARDIMLARI YOK MU?
Devlet mekanizmalarının devreye girmesi lazım. Belediyelerin fonları var, “Asgari ücretin altında geliri olanlara bütçe ayırıyoruz” diyorlar. Fakat son 5 yılda bu yardımlar tırpanlandı. Kadınlara “Boşanma evrakını getir, yardımı al” diyorlar. Çekişmeli boşanma davaları yıllar sürüyor. Bu kadınlar yoksullukla boğuşurken bir de yardım alamayınca şiddet gördükleri evlere geri dönmek zorunda kalıyor.
Mahallelerde görürsünüz; hurdacı, kağıt toplayıcı sayısı arttı. Bu işleri yapan kadınların sayısı da arttı. Sohbet ettiğimizde görüyoruz ki bu kadınların 2 yıl önce başka hayatları varmış. En azından bir tekstil fabrikasında çalışıyormuş ama fabrikası kapanmış, işten atılmış, ücretleri ödenmemiş gibi hikayeleri dinliyoruz.
Özellikle çalışan ebeveynler için çocuk bakımı büyük dert. Bu konuda sizin gözlemleriniz nedir?
Kreş önemli bir kriter. Ama belediyenin de kreş sayısı az, kapasitesi sınırlı. Kadınlar sıra beklemek zorunda kalıyor. Özel kreşler yaygın fakat onların da ücretleri çok yüksek. Geriye sıbyan mektepleri, cemaat kreşleri kalıyor. Ancak ailelerin çocuklarını buralara gönderirken oluşan kaygıları düne göre arttı.
Kısacası büyükşehrin de yerel belediyelerin de emekçilerin hayatını kolaylaştırmaya dönük bir çabasını göremiyoruz.
Peki yoksullukla mücadele nasıl olmalı?
Bütçe görüşmelerini izliyoruz, sermayeden alınmayan vergilerin haberlerini okuyoruz, orta vadeli programı, 12. kalkınma planını biliyoruz. Dolayısıyla yoksullukla mücadeleyi sömürülen işçi ve emekçiler yürütecek. Tuzla’da iki fabrikada grev, bir fabrikada direniş var. Bu işçiler aynı zamanda yoksullukla da mücadele eden işçiler. İşte bu işçiler yoksullukla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de gösteren işçiler. İşçi ve emekçiler mücadele etmeden bu yaşam koşulları değişmeyecek.