"Àjàyí’nin Yolculuğu" | Karanlıktan aydınlığa uzanan bir yaşam
Sömürgecilik ve kölelik karşıtlığının simgesi olarak nam salan Crowther’ın karanlıktan aydınlığa uzanan yaşamının dönüm noktalarını romanlaştıran Bándélé, Afrika tarihinin bir kesitine yoğunlaşıyor.
Samuel Adjai Crowther
Ali BULUNMAZ
Afrika ülkelerinin tarihini “yazan” ya da çalan, yönünü belirleyen ve geleceğini şekillendiren iki önemli eylem var: Sömürgecilik ve kölelik.
1960’ların sonu ve 1970’lerin başında bittiği söylenen formel sömürgecilik, 1700’lerden itibaren Afrika’nın “kaderi” haline getirilmişti. Elbette kölelik de. Bu “kader”e razı gelmeyen ve başkaldıran, bu yolda çalışan, söz konusu çabası sırasında gerek kendini kıtanın sahibi olarak görenlerden gerek gerçek sahiplerinden hem destek hem de tehdit alanlar vardı. Onlardan biri de Rahip, Dil Bilimci, Öğretmen ve Yazar Àjàyí Samuel Crowther’dı. Biyi Bándélé, kaleme aldığı Àjàyí’nin Yolculuğu’nda kölelerin özgürlüğünün ve haklarının yanı sıra kendi özgürlüğü ve yaşamı için mücadele eden Crowther’ın hayat hikayesini getiriyor karşımıza.
KANLI SINIRLAR İÇİNDEKİ YALANLAR İLE GERÇEKLER
Henüz on üç yaşındayken Malili köle tacirleri tarafından kaçırılan Àjàyí’nin yaşama ve özgürleşme uğraşını anlatan Bándélé, bir noktadan sonra onun kendisiyle benzer durumdakilere yardımlarını da ekliyor bu hikayeye. Kötü bir rüya gibi başlayan, ardından mücadelelerle biçimlenen ve özgürlüğe uzanan zorlu bir öykü bu.
Sömürgeciliğin ve köleliğin tek gerçek olduğu Afrika’da, Malili tacirlerin ve Beyaz Adam’ın korku saldığı, Avrupalıların insanları yersiz-yurtsuzlaştırdığı dönemde Àjàyí ve ailesi de bu trajediden payını alıyor elbette. Beyaz Adam ve aracıları, kesin bir itaat isterken toprakların esas sahipleri ise sakin bir yaşam arzuluyor. Tabii ki bu, başta Malililerin yağma ve insan kaçakçılığı eylemleri ile sömürgecilerin faaliyetleri nedeniyle mümkün olmuyor. Àjàyí de söz konusu travmaları hem yaşayan hem de onların tanığı olarak büyüyor. Her yenilgiden ve topraklarını ele geçirenlerin bıraktığı enkazdan sonra bir soruyla yüzleşiyor: “Neden hiç savaşmadan teslim olduğumuzu merak etmiyor musun?”
Àjàyí, kıtada kurulan haksızlığın ve adaletsizliğin en şiddetlisinin yaşandığı kanlı düzenin tanığı ve anlatıcısı: “Kraliyetin köle ihtiyacını karşılamanın geleneksel yöntemi, düşmanların üzerine haklı bir öfkeyle saldırmak, şehirlerini kuşatmak ve onları aç bırakarak boyun eğdirmekti. Ama bunlar ahir zamanlardı. Kral komutanını böyle bir göreve en son gönderdiğinde, komutan görevini yerine getirmiş ama ganimetle birlikte yurda dönmek yerine Dahomi Krallığı’ndaki Abomey’e, sahile doğru yola çıkmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı.”
Kendi halkının köleleştirilmesine ses çıkarmayan, hatta buna aracılık eden kralların, Beyaz Adam’ın pervasızlığının ve insanlar arasındaki gerilimin ortasında kalan Àjàyí, kanlı sınırlar içindeki yalanlar ile gerçekler ikilemiyle yüzleşiyor. Mücadelesinin özünü de bu oluşturuyor; Malililer tarafından kapatıldığı kafes ve onun dışındaki yaşam ise Bándélé’nin romanda yer verdiği hakikat ve metafor olarak karşımıza çıkıyor: Yakalanmamak için canını dişine takanlar ve alınıp satılanlar ile köle ticaretini kıtanın “kaderi” haline getirenlerin, şartlar elverdiği ölçüde gerçekleşen amansız mücadelesi…
BİR BELGESEL-ROMAN
Àjàyí, alınıp satılarak geçen yaşamında Hristiyanlığı seçerek önemli bir eşiğe geliyor: Hayatıyla beraber ismi de değişiyor; Samuel Crowther adını almakla kalmıyor, Kilise Misyonerlik Derneği gözetimine giriyor ve din görevlisi oluyor. Okuma-yazma öğreniyor ve Afrika’nın başına gelenlere farklı bir açıdan bakarak yaşadıklarını ve öğrendiklerini birleştiriyor. Din görevlisi, dil bilimci ve kölelik karşıtı olarak adını duyuruyor, hatta eylemleri onu, Kraliçe Viktorya’yla görüşen bir öncüye dönüştürüyor: “Crowther’ın sahip olduğu ağırlık, var olduğu sürece, kayda değerdi. Bu gücü hayatının en büyük tutkusu olan, köle ticaretini ne pahasına olursa olsun bitirmek için kullandı. Bir kilise görevlisi olarak işi gereği Hausaland, Iboland, Yorùbáland ve sonunda birleşerek Nijer adını alacak bölgenin birçok yerinde yürüyüşe çıkıyordu. Her gittiği yerde açgözlü bir yönetici sınıfla, zalim hükümdarlarla karşılaştı; tebaaları çaresiz bir kölelik hayatı yaşıyor, mal gibi alınıp satılıyordu. Crowther, kendi deyimiyle insan eti ticaretinin tamamen durdurulmasının bu sefalet aristokratlarının alaşağı edilmesiyle olacağına inanıyordu. Bunu yapmanın iki yolu olduğunu düşünüyordu. Birincisi eğitimli bir sınıf yaratmaktı. Diğer yol ise vatandaşlığını kabul ettiği ülkesi Sierra Leone kıyılarını örnek almaktı; Sierra Leone bir İngiliz kolonisi olduğu için orada köle yoktu, köle ticareti yapmak, kolonilerde uzun zamandır yasaklanmıştı. Crowther her iki çözümün de öncüsü oldu.”
Kaçırıldıktan otuz yıl sonra, sömürgecilik ve kölelik karşıtlığının simgesi olarak nam salan Crowther’ın karanlıktan aydınlığa uzanan yaşamının dönüm noktalarını romanlaştıran Bándélé, Àjàyí’nin Yolculuğu’nda Afrika tarihinin bir kesitine yoğunlaşıyor. Bu da kitabı bir belgesel-romana dönüştürüyor. 1800’lerde şiddetle süren kölelik ve sömürgecilik içinden filizlenen bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde Crowther’ı merkeze alan bir anlatım geliştiriyor Bándélé. Böylece hem ona hem de haleflerine bir saygı duruşunda bulunuyor.
Àjàyí’nin Yolculuğu, Biyi Bándélé, Çeviren: Ceren Han, Ayrıntı Yayınları, 284 s