Eğer adım atmazsak yok oluruz
Türk-İş'in Başkanlar Kurulu toplantısı sonrası kamu işçisinden mektup: Eğer işçiler olarak adım atmazsak yok oluruz…
Fotoğraf: Evrensel
Bir kamu işçisi
Ankara
Merhaba. Türk-İş’in 15 Kasım’da Ankara’da yapmış olduğu Başkanlar Kurulu toplantısı ve sonrasında kamu işçileri arasında yaptığımız toplantının sonuçlarına dair gözlemlerimi aktarmak istedim.
Ben 15 yıllık bir kamu işçisiyim. 15 yılda bu yapılacak sözleşmeyle birlikte yedinci kamu çerçeve protokolü görmüş olacağım. Her geçen dönem daha berbat bir sözleşme imzalayan Türk-İş bürokrasisi geldiğimiz noktada kamu işçilerini yoksulluk sınırının yarısı kadar bir ücrete mahkum etmiştir. Kamu işçileri arasında Türk-İş bürokrasisine yönelik öfkenin, serzeniş, tepkinin ve güvenmeme halinin tavan yaptığı bir dönemdeyiz. Kamu işçilerinin sendikalara olan güveninin azalmaya başlamasıyla işçiler arasında kimi zaman “Biz birlik olalım, mücadele edelim” tartışması yürütülürken, kimi zaman da kendisine olan güveninin azalmasından dolayı “Biz işçiler bir değişim sağlayamayız” şeklinde çıkarımlar oluyor.
Kamu işçilerinin bu dönem en fazla tartışma yürüttüğü konulardan biri de konfederasyonun AKP iktidarının arka bahçesi haline geldiği, genel başkanın Erdoğan ile yakın ilişkisi olduğu, buna bağlı olarak; ‘Önce iktidarı değiştirip sonrasında da sendikayı ve hakim olan bürokratik sendikacılık anlayışını değiştirmenin kaçınılmaz olduğu…’
Türk-İş’in Başkanlar Kurulu toplantısı sonrası açıkladığı sonuç bildirgesi de Türk-İş’in iktidarın arka bahçesi olduğunu ispatlar nitelikte. Üstelik çok sayıda arkadaşım bu düşüncesini dile getiriyor. Örneğin bir işçi arkadaşım “Bu 5 maddelik bildiride hayırlı olmasını dilediğiniz ne karar var da bizler göremiyoruz” diyor. Yine başka bir işçi arkadaşım; “Sendikalar işçinin hakkını savunmak ve icraat yapmak yerine ancak boş tangırtı yaparak güzel dileklerde bulunuyor, bu işçi sınıfı daha neler görecek” diyor.
Aslında hem yakın çevremdeki kamu işçilerinin hem de genelde işçilerin yaklaşımı bu şekilde. Bir yandan işçi sorulması gerekeni diğer yandan yapılması gerekeni söylüyor. Çünkü işçi sınıfının tarihi cevaplanmayacak bir soru bırakmamıştır. Bu cevaplar patron sınıfına, iktidara ve sendikal bürokrasiye karşı çeşitli direnişler, grevler, iş bırakmalar, sendikalaşma mücadeleleri gibi deneyimlerle sınıfın hafızasına yazılmıştır. Öte yandan geçmiş zamanlarda da bugünlerde de Türk-İş merkezi ve bazı sendikaların merkezleri, bürokratik anlayışa karşı mücadele etme girişiminde bulunan öncü işçileri de kamu iş yerlerinde baskı altına alıyor. İşçilerin birlikte mücadele etme isteği sendika bürokratları tarafından kabaca “Bizim dediğimiz olur” şeklinde karşılanıyor. Bu yaklaşımın mevcut iktidarın yansıması olduğunu söylesem herhalde bu yazıyı okuyan işçiler tarafından itiraz edilmez.
Bugünlerde başta kamu işçileri arasında kaynayan kazanın taştığını ve ne yapılması gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Yaşadığımız bugünleri değerlendirirken neden ve sonuç ilişkisi açısından AKP iktidarının yaklaşık çeyrek asırdır iktidarda olmasını, geldiği dönemde işçiler ve emekçiler üzerindeki etkilerini iyi analiz etmek gerekiyor. Eğer işçiler olarak tüm yaşananları iyi analiz edip yaşamın gerçekliğine göre pozisyon almazsak, bir şeyleri değiştirmek üzere mücadele girişiminde bulunmazsak patron sınıfının yoğun sömürüsüne, iktidarın baskısına ve sendikal bürokrasinin işçiyi yok sayan anlayışına maruz kalırız. Eğer işçiler olarak adım atmazsak yok oluruz…