23 Kasım 2024 04:51

Özel hastane çetesinin duruşma yoklaması: Salonda kimler var, kimler yok?

Duruşmanın mevcut gidişatı, sınırlı müşteki avukatı sayısıyla, bu soruların yanıtını aramaktan oldukça uzak.

Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel

Paylaş

NİSA SUDE DEMİREL

En az 10 bebeği öldüren özel hastane çetesinin yargılandığı davanın 5 gün süren ilk duruşması geride kaldı. 44 sanıklı davada tutuklu sanıklar dinlendi, haftalardır konuşulan tapeler sanıklara soruldu. Duruşma sırasında da adliye önünde de sık sık ‘Türkiye tarihinin en skandal davası’ olarak anıldı dava. Onca vahşi ölüme şahit olmuş toprakların gördüğü ‘en skandalı’ mıdır bilinmez ama yaşamın kendisini çepeçevre sarmış karanlığı bir süre daha tekrar tekrar hatırlatacağı kesin.

Sokak röportajlarından, televizyon kanallarındaki tartışma programlarından taşan ‘Allah belalarını versin’ler, ‘En yüksek ceza verilsin’ler… Velhasıl tüm bir adalet talebi gelip duruşma salonunu bulduğunda; artık sorulacak soru bu toplumsal öfkenin mahkeme salonuna ne kadar taşındığı. Ne yazık ki bu soruya verilebilecek en iyimser yanıt, “Pek de yansımadı” olacaktır. Zira 5 gündür 3 müşteki avukatına karşı 40’ı aşkın sanık avukatı vardı. Yani mağdur ailelerin avukat sayısı, sanık avukatlarının 10’da biri dahi değil. Türkiye Barolar Birliği, il baroları ve kitle örgütlerinin davaya müdahil olma talebi ise zaten mahkeme tarafından reddedildi. Birinci günden beri duruşmalar neredeyse tamamıyla sanık avukatlarının kendi müvekkillerinin suçları düşürmek için sorduğu sorular, attığı paslarla geçti.

Fabrikalardan, pazar yerlerinde, okul bahçelerinde ailelerin acısını kendi acısı gibi hissedenlerin oranı; duruşma salonunda tersine dönüyor. Dosyaya az buçuk hakim olanlar için, sanıkların ifadelerinden toplumu gerçeğe ve adalet duygusuna bir adım daha yaklaştıracak tek bir kelime seçilemiyor. En az 10 bebeği katletmiş bu düzenin başka hangi illerde, kimlerin canına nasıl kastettiğinin cevabını aramaya bir türlü gelinemiyor. 5 gündür, günde 10 saate varan sürelerle duruşmayı izleyenler -SGK’nin ya da Sağlık Bakanlığının ihmali ve hatta dahli gündeme gelmeden- 44 sanığın ilaç satmasına, yatış vb. süreleriyle ilgili evraklarda nasıl oynama yapıldığına dair nitelikli dolandırıcılık ve kamu kurumlarını zarara uğratmak suçundan yargılanışını seyrediyor. Sanki milyonlarca insanın, özellikle de Esenler, Bağcılar, Esenyurt, Avcılar gibi kentin çeperlerindeki insanların, sağlık hizmetlerine erişmek için cebindeki 3 kuruşu da harcamak zorunda bırakıldığı sistem el birliğiyle inşa edilmemiş gibi.

Üstüne bir de başından beridir insan canının, sağlığının tüccarlara teslim edilmesini, bunun da bizzat tüccarlarca yönetilmesini tartışırken; cevabını aradığımız sorulara karşı üretilen komplo teorileri. En meşhuru: Bunca bebeğin ‘Holywood ünlülerinin yüzüne sürdüğü plasentalar nedeniyle katledilmesi.’ Sadist doktor, vahşi hemşire, cani paramedik uzmanı... Duruşmadan bazı sanıkların ifadeleri: “Yoğun bakım ne kadar çok doluysa hastaneler o kadar para kazanıyorlar, bunun için de çaba gösteriyorlar”, “SGK’den para alma, evrak işleri vs. uzun süredir yapılıyor, bu konuda çokça soruşturma var”, “Yenidoğan işletmesi verirken ihale usulü verilmiyor, başhekimle görüşülüyor. Bir slaytları var; sevkler, SSK... hakkında. Başhekimin fark etmemesi mümkün değil yani bununla övünürlerdi”... 5 gündür seyrettiklerimiz gösteriyor ki bunları söylemek yetmiyor artık. Sayısı her geçen gün artan soruşturmalar gösteriyor ki haklı soruların cevabını komplo teorilerinde, bireysel şiddet eğilimlerinde aramak değil, yoksul eti yiyeni, içtiği kan olanı sormak zorundayız.

Çünkü salonda iki çocuğunu komşusuna bırakarak duruşmaları izlemeye gelen, çocuk sahibi olmak için gece gündüz çalışıp tüp bebek tedavisi olan kadınlar; duruşmayı izlemeye tahammül edemediği için ilk günden sonra duruşmaya gelemeyen aileler; ilk gün davaya müdahil olma talebi kabul edilmemesine rağmen her gün işinden izin alıp duruşmaları takip etmeye gelen babalar var. İl dışından gelen baro temsilcisi avukatlar, ısrarla müdahil olmayı talep eden kitle örgütü avukatları var. Ancak 19 hemşire, 13 doktor, 6 hastane müdürü, 2 bin 112 acil servis çalışanı, 1 hemşire yardımcısı, 1 hastane sekreteri, 1 Esenyurt Belediyesi sağlık hizmetleri müdürü, 1 hastane patronundan oluşan 44 kişilik sanık listesi içinde Esenler Güney Hastanesinin tutuksuz yargılanan patronu Ayşe Müzeyyen Yurtoğlu dışında bir hastane patronu yok. Sanıklar ifadelerinde ‘Hastane patronlarının haberinin olmaması mümkün değil’ dediği halde.

SGK’nin ihmaline veya dahline dair yargılanan tek bir kişi de yok. Henüz tam miktarı bilinmemekle beraber SGK’nin en az 200 milyon dolarlık zarara uğratıldığı iddialarına, sanıkların ‘SGK’den fazla para alma olayları çok uzun süredir var’ ifadelerine rağmen.

Göz göre göre bebeklerin öldürüldüğü hastanelerde bu durumun neden daha önce fark edilmediğine, Sağlık Bakanlığının ihmaline veya dahline dair yargılanan tek bir kamu görevlisi yok. Hastanelerin düzenli aralıklarla denetlendiği iddia edilmesine, sanıkların denetimden hemen önce ve hemen sonra belgelerde yaptıkları değişikliklere dair konuşmalar tapelerde yer alıyor olmasına rağmen.

Özel hastanelerin sayısının ikiye katlandığı yıllarda, insan canını esnaf tipi işletmelere elleriyle teslim edenlerden biri bile yok. Skandalın yaşandığı hastanelerden birinin sahibi olan eski sağlık bakanı gibi örneğin. Sanıkların “Özel hastanelerin yoğun bakımlarında sürekli ‘Ciro artsın’ baskısı var” ifadelerine rağmen.

Duruşmanın mevcut gidişatı, sınırlı müşteki avukatı sayısıyla, bu soruların yanıtını aramaktan oldukça uzak. Ancak belirli aralıklarla böyle toplumsal acılara şahit olmanın deneyimi; senelerce de sürse adalet duygusuna yaklaşabilmenin, iş cinayetlerinde, kadın cinayetlerinde bir nebze de olsa adaleti sağlayabilmenin, gösterilen ‘vahşet ve caniliğin’ arkasındaki kaynağı kurutabilmenin yolunun bu soruları ısrarla sormaktan, yanıtını ısrarla birlikte aramaktan geçiyor.


SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI: SERMAYEYE HİZMET!

  • AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte sağlıkta devrim yapılacağı iddiasıyla “sağlıkta dönüşüm programı” hızlıca uygulamaya konuldu. Bu program sayesinde iktidar, sağlığı sermayenin hizmetine sunmuş oldu. Bu durum kamusal sağlık hizmetlerinin zayıflamasına ve uzun vadede halkın sağlık hakkına ulaşımının kısıtlanmasına yol açtı.
  • 2004 yılında SSK’ye bağlı hastaneler kapatılıp Sağlık Bakanlığına devredildi. Yaklaşık 120 hastane ve 570 sağlık kurumu devredildi. Bu süreç kamusal anlayış ve kurumlarının zayıflayıp özel sağlık kurumlarının giderek güçlenmesine zemin hazırladı. 2002-2024 yılları arasında özel hastane sayısı 61’den 577’ye çıkarken, kamudaki hastanelerin bu dönemdeki sayısı ancak 774’ten 889’a çıktı.
  • Sağlık ocakları kapatılıp aile sağlığı merkezi olarak devreye sokuldu. Sayıca yetersiz ve kamuya ait olup olmadığı bile belli olmayan ASM’lerde çalışan aile hekimlerinin yetkilerinin kısıtlanmasıyla bulaşıcı hastalıklardan çevre sağlığına kadar birçok alanda başarılara imza atmış bir disiplin olan koruyucu sağlık hizmetleri tamamen arka plana atıldı.
  • 2010 yılı itibarıyla performans sistemi hız kazandı. Hasta başına prim alınmasıyla birlikte hastalardan gereksiz tetkikler ve tahliller istenmeye başlandı. Performans odaklı yaklaşım, haliyle hizmetin niteliğini düşürürken sağlık çalışanları üzerinde daha fazla iş yükü oluşturdu.
  • - Hizmet sektörünün sağlıkta özelleşmeyle ticari bir ilişki ağına dönüşmesi hekim ve hastayı karşı karşıya getirdi. 2021 yılından itibaren 17 bin sağlık çalışanı istifa etti. 1 yılda 3 binden fazla hekim yurt dışında çalışmak için başvurdu.
  • 2023 yılına gelindiğinde devlet hastanelerine randevu alabilmek imkansız hale geldi. Bu durum halkın büyük çoğunluğunun acile yönelmesine sebep oldu. Acillere artan talep karşısında çözüm olarak randevu süreleri kısaltıldı. 5 dakika gibi kısa muayene süreleri içinde nitelikli sağlık hizmeti alamayan hastaların tekrarlı randevu süreci yoğunluğu azaltmadığı gibi daha da attırdı. Acil servislerde ülke nüfusunun çok üzerinde gerçekleştirilen poliklinik sayısı, her yıl gerçekleştirilen ameliyat sayıları, polikliniklere gelen hastaların çokluğu, plansız bir biçimde sürekli artış gösteren tıbbı teknoloji ürünleri, artan tetkik ve tahlil sayılarıyla karşılaştık.
  • Randevu alamayan hastalardan yalnızca durumu çok iyi olan küçük bir kesim iyi hizmet veren sayılı özel hastanelere gidebildi. Durumu biraz elveren vatandaşlar daha kalitesiz olan özel hastanelere yöneldi. Özel hastanelerin sayısı 2002’den bu yana 2 kattan fazla arttı. SGK’nin yüzde 200’ün üzerinde ilave ücret talebini denetleyememesi büyük faturalara ve faturalandırılan bir sürü gereksiz işleme sebep oldu.
  • Bu program ve bu bağlamda sağlıkta özelleşmenin önünün açılması, İstanbul’da çok sayıda bebeğin, aralarında hekimlerin ve sağlık çalışanlarının da bulunduğu bir çete tarafından, tıbbi gereklilik olmaksızın anlaşmalı özel hastanelere sevk edilmesine, bu bebeklerin yoğun bakım takiplerinde hayatlarını kaybetmesine kadar uzanan bir süreci meydana getirdi.
Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Böyle nereye kadar gidecek, kim dur diyecek?

SONRAKİ HABER

Edirne'de taş ocağına karşı yürütmenin durdurulması ve iptali için dava

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa