Emre Kavuk'tan distopik bir film: "Daha İyi Bir Yarın"
Yönetmen Emre Kavuk: Niçin her mecrada sayısız kere demokrasi vurgusu yapılıyor siyasiler tarafından? Çünkü demokrasi yok. Bal demekle de ağız tatlanmıyor. Sevgi de aynı akıbete uğradı.
Emre Kavuk
Gülsün SARIOĞLU
Emre Kavuk’u 8. Altın Portakal Film Festivali’nde 4 büyük ödül alan “Güzel Günler Göreceğiz” filmi ile tanıdık. Bol ödüllü film, çoğu izleyicinin hafızasına kazınmıştır kuşkusuz. Bu filmin senaristliğini yapan Emre Kavuk, uzun bir süre dizi ve sinema projelerinde senaristlik, daha sonra da yönetmenlik yaparak bu yolculuğa kesintisiz devam etti. Yaratıcı, yenilikçi işlere imza atan yönetmen aynı zamanda birçok festivalin jürisinde yer aldı.
“Daha İyi Bir Yarın” günümüzden ileri bir zamanda 2042 yılında geçen fütüristik bir bilim kurgu filmi. Film, sahip olduklarının daha iyisine sahip olmak isteyen toplumun var olan tüm insani duyguları yok saydığı, metanın değerini her şeyin üzerinde kabul gördüğü tamamen duygusuz bir toplumun hikayesi, Ozan karakteri üzerinden ilerliyor. Ozan, sevgilisi tarafından terk edilir ve bu duyguyla baş edemeyerek intihar etmek ister. Türlü yollar denemesine rağmen çözüm bulamayan Ozan, yaşam sonlandırma merkezine başvurur. Fakat intihar etmek için ödemesi gereken bir para vardır ve istenilen rakamı denkleştirmek için ailesinden yardım ister. Arkadaşları ve ailesi Ozan’ın yaşadıklarını görmezden gelir ve onun intihar girişimine dahi kayıtsız kalır. Ozan, intihar devlet kontrolünde olduğu için onu da yapamaz; çünkü kayıtlarda kendisine âşık biri görünmektedir, öncelikle bu bağı yok etmesi gerekir. Böylece karşısına Ekin karakteri çıkar. Onun yaşamına dahil olmasıyla birlikte daha iyi bir yarın olduğuna inanır ve bu girişimden vazgeçer. Yaşamaya dair umut kazanır. Filmin başrollerinde Yağız Can Konyalı, Hande Doğandemir ve Nur Fettahoğlu yer alıyor
“Güzel Günler Göreceğiz” filminden itibaren tanıdığım, yıllar içerisinde yaptığı işleri yakından takip ettiğim başarılı yönetmen ve senarist Emre ile son filmi “Daha İyi Bir Yarın” filmi ve sektör hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle yeni filminiz hayırlı olsun Emre. Teknolojinin beraberinde yapay zekânın gelişmesiyle birlikte insani duyguların yok sayıldığı bir hikayeyle izleyiciyi buluşturdunuz. Filmin senaryosunu abinle birlikte yazdınız. Senaryonun oluşum sürecinden çıkış noktasından bahsedebilir misiniz?
Gelecekte bireyin intihar edebilmek için bir devlet kurumuna başvurmak zorunda olması fakat bu başvurunun işleme konulabilmesi için başvuruda bulunanı bu hayatta seven tek bir kişinin bile olmaması gerektiği düşüncesi yıllardır aklımda dönüp dolaşıyordu ama kurmacaya nasıl dönüşeceğine dair henüz net bir fikrim yoktu. Abim Mehmet Kavuk da epeydir distopya üzerine çalışan ve birçok öyküsü Notos ve Sözcükler gibi edebiyat dergilerinde yayımlanan birisi. Özellikle pandemi döneminde aklımdaki bu fikir üzerine konuşma fırsatı bulduk ve sonrasında da senaryoyu yazdık.
‘DEMOKRASİ VURGUSU YAPILIYOR ÇÜNKÜ DEMOKRASİ YOK’
Filmi izlediğimde zihnimde Postman’ın “Teknopoli Yeni Dünya Düzeni” kitabı döndü dolaştı. “Kendimize ait hayatlar yaşamak, artık hayal olmaya başlamıştır. Daha da kötüsü insanlar sayılarla ifade edilen nesneler haline gelmiştir” der yazar bu kitapta. Filmin başrol karakteri Ozan da aslında sayılardan ibaret bu yeni dünya düzeninde hala içinde insanı duygularını kaybetmemiş bir karakter. Filmin anlatım biçimini dikkate alarak izleyiciye vermek istediğiniz mesaj neydi?
Tek kurtuluşun sevgi olduğu mesajı. Kulağa biraz klişe geliyor olabilir ama bunu en güzel ülkemizdeki demokrasi kavramı üzerinden açıklayabiliriz. Niçin her mecrada sayısız kere demokrasi vurgusu yapılıyor siyasiler tarafından? Çünkü demokrasi yok. Bal demekle de ağız tatlanmıyor, bu yüzden demokrasi kelimesini duymaktan gına geliyor. Demokrasinin hayatımıza katacağı zenginliği de ıskalamış oluyoruz böylece. Sevgi de aynı akıbete uğradı. Kent nüfusunun arttığı, sonrasında da köyden kente göçün yoğunlaştığı dönemlerde çekilen filmlerde hep bir mahalleli dayanışması ya da saf sevgi vurgusu vardır. Kaybolmaya başlamıştı çünkü. Hayatımızda gerçekten sevgi olsa niçin habire vurgulama gereği hissedelim ki. O yüzden şimdi internette on saniyelik de olsa bir yardımlaşma videosu gördüğümüz zaman gözlerimiz doluyor. Hasret çekiyoruz bir nevi. Biz de filmimizde bu sevgisizliği daha uç bir noktaya taşıyarak nerelere varılacağını göstermeye çalıştık.
‘İKİ İNSANIN DOST OLDUĞU YERDE UYGARLIK VARDIR’
Filmin çoğu sahnesinde yapılan harcamaların ödemeleri tek bir kartla gerçekleşiyor ve her ödemede çok güzel harcama yaptınız söylemini duyuyoruz. Hep daha iyisine sahip olmak isteyen bireylerin sorgusuzca her şeyi tüketmesi, içerisinde bulunduğumuz çağ ile doğayı, toplumsal değerlerimizi, paylaşma ve yardımlaşma duygusunu yitirdiğimiz bir dünya söz konusu. Peki sizce gelecek günlerde tüm insani duyguların yok olduğu tamamen mekanik bir toplum söz konusu mu yoksa gerçekten daha iyi bir yarın mümkün mü?
İki insanın dost olduğu yerde uygarlık da vardır, demişti Sabahattin Eyüboğlu. Dostluğu iki insanın sevgiyle sarıp sarmalanması olarak düşünürsek ısrarla sevgi dememiz daha iyi anlaşılır. Tabii ki insan yapımı her türlü maddi objeyi sevgimizi gölgeleyemeyecek bir şekilde hayatımızın bir kenarında tutmamız da gerekiyor.
‘YENİ BULUŞLARIN YARATTIĞI DÖNÜŞÜM ENGELLENEMEZ’
Bir yönetmen ve senarist olarak teknolojinin sinema üzerindeki etkisini nasıl görüyorsun?
Sessiz sinemadan sesliye geçişte ve hatta filmler renkli çekilmeye başlandığında da aynı tedirginlik olmuştu. Bu gelişmelerin sinemayı bitireceği hatta sanat olmaktan çıkaracağı gibi şeyler söylenmişti. Ancak zaman bize gösterdi ki tüm bu gelişmeler bir şekilde sinema sanatı içinde yerini buldu. İşin teknolojik kısmına bakacak olursak günümüzde sinema alanında yaşanan gelişmeler de bir şekilde yolunu bulacaktır. Kimisi elenecek kimisi yoluna devam edecektir. Ama sinemanın asla kaybetmeyeceği ve teknolojiyle işinin olmadığı bir öz mevcut. Bu da hikaye. Film üreten biri olarak insanların filmleri sinemada izlemesini istiyorum fakat, artık tabletten veya telefondan izlemelerinin önüne geçemiyoruz. Bu durumda elimizde kalan tek unsur hikayelerimiz oluyor.
Kısacası tarih bize yeni buluşların ve bunların hayatımızdaki dönüşümlerinin engellenemeyeceğini birçok kere gösterdi. Aslında temel mesele burada teknolojik yenilikler değil. Ebeveyn çocuğuyla ilgilense çocuk saatlerce elindeki ekrana bakmayacak, gerektiği kadar bakacak. Ama ebeveynin hayatındaki sevgi eksikliği dönüp dolaşıp çocuğa sirayet ediyor.
Senaryo yazılım programları ile senaryolar yazılmakta ve hatta kurgu masasında bir film tüm süreci gerçekleştirmek artık mümkün. Yıllarca bütçe sebebiyle filmini çekemeyen yönetmenler için önemli bir gelişme. Sence yapay zekâ geleneksel sinemadaki duyguyu yakalayabilir mi?
Kozmik perspektiften baktığımızda açıkçası ilginç bir durum söz konusu. Canlı diye nitelendirdiğimiz doğa aslında cansız nesnelerin milyarlarca yıllık etkileşiminin bir sonucu. Daha sonra da canlı doğadaki kompleks sistemler zekileşmeye başladı ve ortaya çıkan bu zekâ kendisini üreten doğanın bazı cansız yasalarını keşfetti. Şimdi tam tersi bir durum söz konusu: Organik zekâ sahibi bizler cansız bir yapay zekâ yarattık ve kim bilir belki de bu yapay zekâ bizim bilmediğimiz sırlarımızı keşfedip bizleri de şaşırtacak senaryolar yazacaklar ama nasıl ki doğa henüz son sözünü söylemediyse insan da henüz son sözünü söylemedi.
‘BAKANLIKTAN DESTEK ALAMADIM’
Sinema filmlerinin yanı sıra çok sayıda televizyon dizisi yönetmenliğin söz konusu. İlk filminizden sonra sanatsal filmlerin devamı gelir diye düşünürken seni daha çok dizi ve gişe filmleri yönetmeni olarak gördük bu kırılma noktasının sebebi nedir?
Özetle söylemem gerekirse, ülkemizde bağımsız film yapmak için tek koşul olmasa bile bakanlığın açmış olduğu fondan destek almak çok önemli. Ben farklı projelerle yaklaşık 8-9 kere başvurdum ve hiçbirinde destek alamadım. Filmlerim için sürekli finans bulma arayışındaydım. Bu filmi de 2015’ten beri yapmaya çalışıyordum. Öyle bakacak olursak bir kırılma değil yapamama durumu söz konusu.
‘DİZİ SEKTÖRÜMÜZ SİNEMAMIZDAN DAHA CESUR’
Türkiye’de sinema endüstrisine dair neler söylersiniz ve üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?
Türkiye’de garip bir durum var. Bizim dizi sektörümüz sinemamızdan daha cesur, daha yaratıcı. Bunun sağlamasını da seyircinin salondan kopması şeklinde görebiliyoruz zaten. Tabi dijital mecraların bunda etkisi var ama yine de seyirci sinemada eğlence dışında bir şey bulamayacağının farkında artık. Festivaller deseniz izaha muhtaç içeriklerle dolu. Salonlara giden seyircide azalma olduğu gibi festivallere olan ilgi de sürekli azalıyor. Bunun sonunda ortam dijitallere kalacak ve sorumlusu şu an film üreten bizler olacağız.