Kâr hırsının işgali altında ‘insan’lık ve çocuklar
13 yaşında pres makinesine sıkışarak can veren Ahmet’in haberini okuduktan sonra “günlük yaşamın normalleştirdiği” hemen tüm mal ve hizmetlere şu ya da bu oranda sirayet eden çocuk emeği ve çocukların şu ya da bu şekilde üretimde çalıştırılmaları meselesi yine “gündem”e geldi... Maalesef ki insanca ya
TEMİZE ÇIKAMAZLAR
Bilim-kurgu filmlerine meraklı olan okumakta olduğunuz yazının yazarı, geçtiğimiz hafta Stephenie Meyer’in romanından uyarlanan Host filmini izlerken de aynı soru yankılanıp durmaya devam ediyordu: Nasıl oluyor da henüz daha oyun çağındaki çocukların iliklerine kadar sömürülmesi bu kadar normalleşebiliyor? “Çökmeyen, sağlam ve işlevsel işletim istemi mac os”u tasarlayan yaratıcı mühendislerinin, “estetik harikası” donanımlarını tasarlayan genç çalışanlarının emeğini sömürmekle sınırlı kalsaydı Apple’ın kar hırsı; “ehlileştirilmiş de olsa sonuçta ‘kapitalizm’den artı-değer sömürüsünü bırakmasını mı bekleyecektik?” denilebilirdi belki, en azından bu satırların sahibi bunu diyebilirdi… Peki ama fason üretimini yaptırdığı Çin’li Foxconn firmasının yaşlı-genç-çocuk ayrımı gözetmeyen işçi cehenneminde yaratılan iphone’ların “retina ekran”larına pixel pixel işleyen çocuk emeği hiç mi rahatsız etmez insan olanı? Bangladeş’de, Çin’de çalıştırdığı çocukların emeğiyle pazara sunduğu “çocuklara yönelik ürünler”den kâr elde eden Walt Disney’i; Tayland’da çalıştırdığı çocukları –yetişmesi gereken siparişler için- fabrikaya kilitleyip de gece çıkan yangından kaçamayan onlarca çocuk işçinin kanı ellerine bulaşan Nike’ı; dahası Chicco’yu, Adidas’ı, çocuk işçi çalıştırdıkları “az gelişmiş ülkeler”in sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin dayattığı “işgücü piyasaları”nın “öznel koşulları” temize çıkarabilir mi? Elbette şu an kim bilir Kolombiyalı hangi çocuğun körpecik elleriyle topladığı kahve çekirdeklerinden elde edilen “aromalı” kahvesini içerken bu satırları yazan vatandaşın derdi topyekün bir “buy nothing” çağrısı değildir, olamaz; ve hatta yazarın kendisi böyle bir yaklaşımın yanlış ve tarihsel ilerleme önünde çıkmaz bir sapak olduğunu da düşünmekte ve savunmaktadır. Yine ve ama bütün meramı ise “insan”ı, “insan gibi olmak”ı merkezine alan bir yaklaşımdan ibaret olmak üzere, “beş bin vuruş”a sığdırılmaya çalışılan bu gazete yazısında esasen her ne kadar birileri tarafından “klişe”leştirilse de “hangi amaçla ve her ne ad altında olursa olsun” çocukların çalıştırılmasının tamamen yasaklanması gerektiği anlatılmak istenmektedir. Bir yandan düşünürken bir yandan da filmimizi izlemeye devam ediyoruz: Dışarıdan bakıldığında bir insan gibi görünen milyonlarca kişinin vücutları aslında “uzaylılar” tarafından işgal edilmiştir, Host filminin çizdiği dünya portresinde... Zira “İnsan”a ait olan “duygu”lardan da yoksundur bu kitleler; ve bir avuç “gerçek insan” direnmeye devam etmektedir “vücutlarını ele geçirmeye çalışan uzaylılar”a karşı! Bugün “İnsan” olan, çocuk emeğinin –onun ölümüne çalıştırılması pahasına- bütün bir kitle üretiminde kullanıldığını bilip de bilmemezlikten gelindiği bir yapıyı savunabilir mi? Veyahut örneğin Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) istihdamda asgari yaş sözleşmesini kabul ederken “ekonomisi ve idari yapısı yeterince gelişmemiş üye (ülke) bu sözleşmenin uygulama alanını başlangıçta sınırlayabilir” dedikten sonra doğal olarak bu ifadeden ileride duran ne varsa bir çırpıda sildiği bir anlayış ve yine bu anlayışın günümüzdeki “çocukları tarlalardan, çiftliklerden kurtarıp okula yönlendirebilmek için yeni bir stratejiyi” hayata geçirme planından oluşan çabaları bilinçli insana pür bir güveni aşılayabilir mi? Cevabı teoriden verelim tamam: “Küreselleşen dünya”nın –kelimenin en iyimser anlatımıyla- “kurumsallaşmış” markalarının bir yandan “modernizm”i gün be gün besleyen reklamlarında gördüğümüz pembe tablolarının ardında yatan acımasız (ve daha da acımasız) çocuk emeği sömürüsünü perdeleyen kahredici duyarsızlığın, yasa koyuculardan akademiye kadar sinsice sinmesini asıl olarak altyapının dayandığı ekonomik ilişkiler ağının belirlediği üstyapı profiliyle açıklayabiliriz elbette; öyledir; ötesi, öyle olmalıdır da… Ve fakat üretim ilişkilerinin şekillendirdiği bu karmaşık ilişkiler silsilesinin hem başlangıcında ve hem de sonunda duran “işveren” kimliğinin, insan ruhuna işleyen bir “işgalci” tarafından yaratıldığını düşünmeden edemiyor, parmakları -kimbilir hangi Tayland’lı çocuğun donmuş emek zamanıyla somutlanan- klavyesini tıkırdatan bu insan..
UZAYLILAR!
Stephenie Meyer, öyküsünü kurgularken bütün bir sınıfsal yapıyı görmezden gelerek bütün insanların kurgusal bir eşitliğiyle resmettiği bir dünyada insan vücudunun uzaylılar tarafından işgal edilmesini konu edinmişti. İçerisine doğduğu sosyo-ekonomik koşullar başta olmak üzere diğer “tüm faktörleri sabit kabul ettiğimizde” her bir insanı “insan” yapan “meziyet”leri sıralamak, sınırlı bir yazının imkanları dışında kalıyor; lakin işte aynı sebepten insan olmanın kâr hırsıyla çelişmesi gerektiği sonucuna da varılmıyor mu? Şöyle ki tarihin belirli bir evresiyle birlikte sınıflı toplumlar halinde yaşamaya başlayan insanın yine aynı şekilde sınıf mücadelesiyle birlikte de yaşamaya başlamasının hem bir önkoşulu hem de nihai bir hedefi değil midir “insanca” yaşama isteği? “Yedi uyuyanlar”ın asırlık uykularına taş çıkartırcasına derin bir uykuya itilen ve gün be gün tüm algı mekanizmaları yeniden ve yeniden kontrol altına alınanlar dünyamızı bu işgalciden kurtaracaklar bir gün; 13 yaşındaki Ahmet’in katili bu kâr hırsını bir daha geri gelmemek üzere sonsuz “uzay”a yollayacaklar bir gün, yollayacaklar, yollamalıdırlar da! * Araş. Gör., Kocaeli Üniversitesi