27 Kasım 2024 03:50

Kürt sorununda kim ne dedi, çözüm ne?

UKKTH temelinde bir çözüm, yönetimin halk meclislerine dayalı bir hali, kendi kimliği üzerindeki statülere sahip oluşu mücadelenin Kürt işçi ve emekçilerinin lehine olan çözümüdür.

1937 yılında, Dersim’de tutuklanan köylü kadınlar ve çocuklar. Fotoğraf, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı'nda kayıtlı. 

Paylaş

Berkay YEĞİN

Van

 

Genç Hayat’ın 2 sayı önce yayımlanan “Cumhuriyet 101” dosyasında Kürt sorununun Cumhuriyet bağlamında nasıl şekillendiğine dair kapsamlı bir içerik sunuyordu. Son günlerde birçok “çözüm” alternatifi konuşulurken, verili alanda durup tarihsel bir bakışla sorunu ve çözümü tekrardan düşünmek, güncel tartışmaların sığlığına kurban etmeden bakmak önem kazanıyor.

Vedat Türkali’nin 1950-1970’ler arasında geçen dönem romanlarından, sinemadaki Kürt tasvirlerine kadar Kürtlere dair bir şeyler işaret edildi. Türkali dönem içerisinde yerleşik “sol” hareketin Kürtlere bakışı noktasında eleştirel bir yerde pozisyon alırken; belirli koşul ve biçimiyle örgütlü siyasete katılan Kürtlerin, “Kürt” olarak değil, toplumsal mücadele dinamiklerinin içerisinde başkalaşarak var olabildiğini anlatıyordu. Gelgelelim günün sonunda “alavere dalavere Kürt Memet nöbete” diyebileceğimiz şekilde, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi politikalarının farklı içeriklerle Kürtlere yönelik geliştirdiği zulüm araçları, toplumsal bilinç unsurunu daha geniş ölçekte etkiledi.

DOĞRUDAN TARİH ANLAYIŞININ SONUÇLARI

Cumhuriyet 1924 anayasası, üniter devletin milliyetçi-şoven bir hale bürünmesini yarattığı gibi kolektif bilinç de milliyetçi temelleri üzerinden “doğrusal ilerlemeci bir tarih” anlayışının içerisinde karşılık buldu. Karikatürize edersek eğer Mustafa Kemal’in “muasır medeniyetler seviyesi” olarak aktardığı ileri tarih basamağına -batı kapitalizmiyle entegre bir piyasa düzenine- Türklerin son bir adımı, Kürtlerin ise birkaç adımı vardı. Bu “doğrusal ilerlemecilik” başlığındaki “Kürt sorunu” dönemin komünist devrimcileri olan Mustafa Suphiler tarafından, Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) çerçevesinde değerlendirilirken sonrası açısından cumhuriyet nosyonu bir bakış buraya egemen hale geldi.

1917’de Bolşevikler, işçi sınıfının görevlerini ve mücadele araçlarını, burjuvaziye teslim eden “sol” akımlarla giriştiği mücadelesiyle galip geliyordu. Ancak sonraki dönem takipçileri olan Şefik Hüsnüler ve TKP kadroları, Kemalistlerin giriştiği Kürt katliamlarını, “feodalizm tasfiye ediliyor” naralarıyla karşılıyordu. Lenin’in “ekonomistler” olarak adlandırdığı, liberallere bırakılan politik mücadeleye karşı eleştirilerinden neredeyse hiç nasiplenmeyen yaklaşımların dönemin devrimci muhtevasının “geriden” ele aldığı ortaya çıkıyordu.

Yayın organlarında geçen bir metin, “Kahrolsun İrtica” başlığı ile basılıp şu satırlara yer veriyor: “Arkadaş, kara kuvvet, bizim de, burjuvazinin de düşmanıdır. Biz her şeyden önce bu düşmanı yenmeliyiz; burjuvazi ile ayrıca kozumuzu paylaşırız.”[1]

Şeyh Sait İsyanı içerisinde Kürt köylülerinin başvurduğu güç olarak, ulusal mücadele bağlamına oturtamayan yaklaşım, iktidar güçlerinin katliamların ardından biriktirdiği güçle en büyük saldırının da öznesi haline geldi. Daha sonra kozumuzu paylaşırız denilen egemen sınıf, bir sonraki cepheyi TKP’yi fetret dönemine sokmak üzere 1927 Tevfikatı’yla açtı.

Kürtlerin, kendi ulusal geleceklerine dair tasarrufu Kemalist hareketin yarattığı bir ön kabul ile karşı çıkıldı. Üstelik dönemin devrimci hareketlerinin ulusların kurtuluşundaki başarıları, Sovyetler deneyimiyle birlikte UKKTH örneklerine rağmen.

“En iyi olasılıkla uygarlaştırılması gerekenler” olarak tarif edilen Kürtlerin, kendi meselesinde ipleri eline alması epey zaman aldı. Yaşar Kemal’in “Bu Diyar Baştan Başa” üçlemesindeki, gezilerinde Kürt sorunun örtülü dayanaklarına işaret ediyor. Dönemin gazete yazılarının derlemesi olan gezi notlarında betimleme kriterlerinin başında geri kalmışlık geliyor. Henüz Kürt sorununun, “doğunun geri bırakılmışlığı” olarak tarif edildiği bu yıllarda; devlet destekleme planları, yatırımlar gibi başlıklar Kürt sorunun tahlilinde başat başlıklar olarak ortaya çıktı.

DOĞU MİTİNGLERİNDEN DDKO’YA

Kürt halkının ulusal bir mücadelesinin başlamasında ’60’lar TİP’i doğu mitinglerinin geniş bir platform oluşturduğunu söylenebilir. İsmail Beşikçi, Kürt halkının eşit hak taleplerini mücadeleye dönüştürmesi açısından geliştirdiğini ancak yine de doğu mitinglerine rengini veren unsurun doğunun kalkınma sorunu olarak, Kürt sorununu üst kategorisi şeklinde ortaya çıkardığına yönelik incelemeleri bugün halen önemini koruyor. Daha kapsamlı olan meselenin bunun içerisinde tartıştırılması temelsiz bir şey olarak görülebilir ancak Kürt halkının ulusal mücadelesini örgütlemesindeki etkileri de bir o kadar küçümsenemez.

Tüm bu süreçlerin birikimi ’68 kuşağı hareketi ve DDKO gibi Kürt aydınları buluşturan hareketlerin ortaya çıkması, Marksist-Leninist parti temelindeki mücadelenin Bölge ve Türkiye’de ayrı örgütlenmesi gerekliliği üzerine yoğunlaşılan tartışmalar, Kürt özgürlük hareketinin ’80 darbesinin etkilerinin azaldığı dönemde güçlü bir şekilde ortaya çıkması, Kürt halkı içerisinde ulusal bir mücadelenin çok yönlü tartışmalarla devam etmesiyle sonuçlandı.

Emperyalizmin, Irak’taki gelişmeler ve Türkiye ölçeğinde gündemine Kürtlerin iştirak etmesi yine bu dönemlerde gerçekleşti. Türkiye’de devlet politikaları haline gelen “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” paradigması, Türkiye’deki işbirlikçi burjuvazinin pazar arayışları gündemleriyle dönem dönem esnetilse de baskı ve inkara dayanan yöntemler üzerinden Kürt halkının talepleri bastırılmaya çalışıldı. Özal döneminde ilk devlet gündemine gelen “çözüm” tartışmaları oldukça sınırlı olsa da, geniş bir yelpazede “sol liberallerin” gündemine iştirak etti. Bölge’de köy boşaltmalarının, gayrinizami harp yöntemlerinin sürdüğü dönemlerde bir “barış” talebi bütün örüntüleri dışında konuşulmaya başlandı. Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı, eşit yurttaşlık temelinde bir çözüm gibi tartışmaların uzağında temelsiz bir barış talebiyle ele alınarak değerlendirildi.

AŞİRETLER, İŞBİRLİKÇİLER VE KÜRT SORUNU

Kemal Okuyan’ın Kürt sorunu çerçevesinde eksen aldığı “aşiret” etkisi, bu dönemlerde Kürt emekçileri içerisinde çalışma yürüten güçler tarafından mücadele unsurları olarak yorumlandı.

“Cevheriler, Ensarioğulları, Tatarlar, Zeydan, Babat gibi korucu-başları, Bucak türünden kontrgerillacı korucu ağalan, Kürt emekçilerine karşı yürütülen imhacı ve asimilasyoncu devlet politikasına verdikleri destek oranında palazlandılar.”[2]

Yine güncel olarak Kürt sorunun aşiretler etrafında çözülme girişimleri, aşiret dernek ve platformalarıyla ilişkilerin canlandırma girişimleri devlet politikasının ürünü haline geldi. Ekonomik alanda rantiyer gruplar olmanın dışında etkileri bulunmayan aşiretler, bugün görece kültürel bir kalıntı olması dışında etkisi, toplumsal yaşamı belirleme yetisi olabildiğince sınırlı.

Kürt sorunu, “Kürtlerin kendi aşiretleri tarafından sömürülmesi sorunudur” demek gerçek dışı bir anlatıdan başkası olamaz. Üstelik aşiret unsurlarının canlandırılma girişimleri AKP’li yılların “Kürt sorununda muhatap” gündemlerinin bir parçası olarak devam ettirilmeye çalışıldı. Aşiret dernekleri, federasyonlar eliyle bu alan canlandırılmaya çalışıldı.

Ancak çözüm bağlamında kabaca, Kürtlerin sorunu geri kalmışlıktır demek “Kemalist iktidar biraz çözdü, sosyalist iktidar da birazını çözer” gibi pespaye bir yaklaşımın ürünüdür.

RADİKAL DEMOKRASİ VE DEMOKRATİK KONFEDERALİZM ÇÖZÜM MÜ?

Kuşkusuz çözümün nasıl olacağına ilişkin Kürt hareketi içerisindeki görüşler daha baskın durumda. 2013 yılından itibaren çözüm modeli olarak ikili bir şeyin varlığı gerekli görülüyor. Türkiye içinde radikal demokrasi, Bölgedeyse demokratik konfederalizmin Kürtler ve Orta Doğu halklarının kurtuluşunu sağlayacak proje olarak sunuluyor.

OHAL döneminin başlaması ve barış sürecinin bozulmasıyla birlikte radikal demokrasinin savaş koşullarına uyum sağlayamadığı, yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğu son dönemlerde de sıkça tartışılan meseleleri oluşturuyor. Kürt hareketinin çıkmazları şeklinde yapılan her değerlendirme radikal demokrasi temelinde bir mücadelenin çıkmazları üzerine duruyor.

M. Bookchin’in yerelden kurulacak komünler üniter devletin yerine geçeceği saptamaları da merkezi gücün baskı ve saldırıları karşısında galip gelemiyor. Bunlar genel olarak mücadelenin çıkmazlarıyla ilgili artık genişçe bir mutabakata varılan bir zemini yaratıyor ancak günün sonunda demokratik bir ülkenin, çözüm için yalnız başına sunulması tek başına hiçbir şey anlatmadığı gibi çok şey de anlatıyor(!) Yeni pazar arayışı ve sermayesini entegre edeceği güçler arayan Kürt patronundan, ulusal talepleriyle geçim derdi birbirine karışan emekçi katmanların; adına “çoğulcu demokrasi” denen birlikteliği, kimin lehine bir demokrasi sorusunu sormamızı gerekli kılıyor.

BÖLGESEL ÖZERKLİK VE HALK MECLİSLERİ

Lenin’in bahsettiği “ekonomistlerden” olmamak, örneğin Kürt sorununu salt bir kalkınma probleminden ibaret görmek bize tabloyu bütünlüklü olarak göstermez. Farklı açıdan da Kürt sorununun çözümünü zaten sorunun altyapısal temelini oluşturan bir sistemde aramak, “çoğulcu demokrasi” gibi tali hayallere kapılmak da Kürt sorununun çözülmesinde ilerlememize yardımcı olmaz. Bize yardımcı olacak mücadele, ulusların kendi arasındaki çekişmeleri elimine edecek, sınıfsal mücadelenin ortaya çıkmasını sağlayacak bir mücadele çizgisidir.

Kürt hareketi içerisinde olabildiğince çeşitli akımlar, içerisinde etkin olan sınıflar için ortak bir demokrasi kriterlerinin olmayacağı, aynı zamanda sınıfsız bir demokrasinin de mümkün olmadığı gibi Kürt işçi ve emekçilerinin gözünden bir demokrasi mücadelesi ve çözüm önerisi önemini koruyor. Stalin, Marksizm’in ulusal soruna yaklaşımını özetlediği makalesinde UKKTH’yi şöyle tanımlar: “Kendi kaderini tayin hakkı, bir ulusun kendi hayatını istediği gibi düzenlemesi anlamına gelir. Ulusun kendi hayatını özerklik temelinde düzenleme hakkı vardır. Ulus, diğer uluslarla federatif bir ilişki içine girme ya da tamamıyla ayrılma hakkına sahiptir. Uluslar egemendir ve hepsi eşit haklara sahiptir.”

UUKTH temelinde bir bölgesel özerklik, Türkiye’deki milliyetçi şoven dalgayı kırabileceği gibi Kürt halkı içerisinde yönetimin halk meclislerine dayalı bir hali, kendi kimliği üzerindeki statülere sahip oluşu sorunun Kürt işçi ve emekçilerinin lehine olan çözümüdür.

 

KAYNAKÇA:

[1] Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi, İ.Akdere-Z. Karadeniz, Evrensel Basım Yayın, Haziran 1996

[2] Kürt Kentlerinde Gelişmenin Yönü ve Emekçi Hareketi, Özgürlük Dünyası, Ağustos 1997

ÖNCEKİ HABER

25 Kasım’a nasıl gidiyoruz?

SONRAKİ HABER

Üniversite bütçeleri açıklandı: Bütçe yine bize değil!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa