Nobel sahibi ekonomist yalan mı söylüyor?
Emeğin artan verimliliğinin kime yarayacağını da asgari ücretin miktarını belirleyen de işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir, patronların inisiyatifi değil.
Penisilini keşfeden Sir Alexander Fleming'e 1945'te verilen Nobel Tıp Ödülü madalyası İskoçya Ulusal Müzesi'nde sergileniyor. | Fotoğraf: Osama Shukir Muhammed Amin/FRCP CC BY-SA 4.0
Berkay MORKAN
Boğaziçi Üniversitesi
Geçtiğimiz hafta Nobel sahibi iktisatçı Daron Acemoğlu’nun bir röportajdaki ifadeleri sosyal medyada epey gündem olmuştu. Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in tekstil sektöründeki aksi örneklere ve ampirik gözlemlerine dayanarak verdiği cevapla da tartışmaları alevlendirmişti.
Daron Acemoğlu, paylaşılan demeçte malumun ilanı olan sebep-sonuç ilişkisini tersten kurarak fakirliğin, ülkedeki ekonomik problemlerin sonuçlarından değil, kaynaklarından biri olduğunu söyleyerek söze giriyor. İşçi ücretlerini artırmanın tek yolunun asgari ücretin artırılmasından geçiyor olmasının sebebini de “düşük verimlilik” ile ilişkilendiren Acemoğlu, sözlerine şu cümle ile devam ediyor: “İşçilerin verimliliğini artırmamız gerekiyor ki işçilere olan talep artsın. İş adamları, üretkenlikleri artıkları için, kârları arttığı için (…) o işçilere daha fazla maaş vermeyi mutlu bir şekilde kabul etsinler.”
İŞÇİLERİN ÜCRETLERİ NASIL ARTACAK VEYA AZALACAK?
Herhangi bir işletmede sermaye sahibi için asıl önemli olan, imalattan örnek verecek olursak, bir işçinin, ona ödenen maaşa denk değerde ürünü en kısa sürede ürettikten yani “kendi maliyetini çıkardıktan” sonra “patron için” çalışmaya başlanması. Marx, bunlardan ikincisini “artı-değer”, ikincinin birinciye oranını da “göreli artı-değer” olarak tanımlıyor. Bu terminoloji içerisinde tekrar tanımlayalım: Sermaye sahibinin amacı her zaman “göreli artı-değeri” mümkün olduğunca artırmaktır. Bir örnekle, normal koşullar altında 10 saatte üretilebilecek bir değerin 9 saatte üretilmesini, işçinin kendi emek gücünün maliyetini 10 saat yerine 9 saatte çıkarmasını sağlamak; böylece bir maaş gününde öbürüne kadar kalan sürede sadece ve sadece kapitalist için artı-değer üretilmesini, bu emek gücünün artık 10 değil de 9 saatlik bir emek zamanıyla üretilebiliyor olması, emek gücünün değerinin düşmesini de gerektirir. Bunu yapmak içinse kapitalistin önünde iki yol vardır.
Birinci yol, işçinin tüketimini mümkün olduğunca kısmaktan geçer. Emek gücünün değerini, onun yeniden üretilmesi için gerekli olan mal ve hizmetlerin toplamı yani “geçim araçları” maliyeti belirler. Emek gücünün değeri bu şekilde belirlediğinden, tüketimin kısılması emek gücünün değerinin düşmesini de beraberinde getirir. Örneğin, sanayi kentlerine göç eden işçilerin KYK’lerden bile kötü vaziyetteki bekâr evlerinde, pansiyonlarda kalmaları veya gecekondular inşa etmeleri çok düşük maliyetli birer barınma imkânı sağlayarak zorunlu giderlerinin azalması koşuluyla emek güçlerinin yeniden üretiminin maliyetini, dolayısıyla emek güçlerinin değerini düşürmüş olur. Ayrıca, enflasyon aracılığıyla artan fiyatlar karşısında ücretleri baskılamak ve halkın yapacağı “tasarrufun, az tüketimin” enflasyonu düşüreceğini telkin etmek de bununla aynı amaca hizmet eder.
ÜRETKENLİK YOLUYLA EMEK PİYASISINI UCUZLATMAK
Emek gücünün değerini düşürmenin ikinci yolu ise, işçinin tüketimine dokunmadan, ihtiyaç duyduğu zorunlu tüketim maddelerinin değerini düşürmektir. Bunun için de ya bunların üretim sürecinde kullanılan ham maddelerin ve üretim araçlarının maliyetinin düşürülmesi gerekmektedir. Bu da ancak ve ancak emek gücünün üretkenliğinin, artmasıyla mümkün olabilir. Aynı şekilde Engels de, Konut Sorunu adlı eserinde, emek gücünün üretim maliyetindeki her düşüşün, diğer bir deyişle işçinin temel geçim araçlarının fiyatındaki her kalıcı düşüşün, “ulusal iktisat doktrininin demirden yasaları temelinde” emek gücünün değerindeki azalmaya eşit olduğunu söyler.
Özetlemek gerekirse, üretilen metaların değeri emek üretkenliğiyle ters orantılıdır. Tüketilen metaların değeriyle belirlendiğinden emek gücünün değeri de böyledir. Göreli artı-değer de emek üretkenliğiyle doğru orantılıdır. Üretkenlik, verimlilik ne kadar yüksekse o kadar fazla meta üretilir. Üretkenliğin yükselmesiyle zorunlu tüketim maddelerinin, dolayısıyla emek gücünün, değeri 500 liradan 300 liraya düşerse, artı-değer de 100 liradan 300 liraya yükselir. Normalde 8 saatte 40 meta üreten işçi, emek üretkenliğindeki artıştan dolayı bu 40 metayı 4 saatte üretmeye başladığında iş günü 4 saate düşmez veya kapitalist için değeri arttığından bir maaş artışına “layık görülmez.” Kapitalist bu sefer 8 saatte 80 meta ürettirmeye başlar. Hatta yapabiliyorsa iş gününü uzatıp 10 saatte 100 meta da ürettirebilir.
VERİLER NE DİYOR?
Şimdi burada kısaca özetlemeye çalıştığımız bu teoriyi, ampirik verilerle de sınayalım. Murat Birdal’ın Bir Krizin Anatomisi kitabında da kullandığı grafiğe baktığımız zaman, yaklaşık olarak 1975’e kadar dirsek temasında ilerleyen verimlilik ve saatlik ücretin kümülatif değişimi ilişkisinin bu yıldan itibaren birbirinden koptuğunu, verimlilikteki düzenli artışın 50 yıldır ücretlere bir etki yapmadığını söylemek gayet mümkün. Bir diğer örnekse Türkiye’nin en büyük 500 şirketinde son 20 yılda görülen kâr oranları! Bu devasa şirketlerin faiz ve kâr payları arttıkça, ücret ve maaşlar düşüyor. Yani bariz bir şekilde “iş adamları” kârları arttığı için işçilere maaş vermeyi mutlu bir şekilde kabul etmiyor!
Yani Acemoğlu’nun dediğinin aksine, verimlilikteki artış, ücretleri her zaman arttırmaz, arttırmıyor. Kapitalist üretim biçiminde emek üretkenliğini geliştirmenin yegâne amacı işçinin kendisi için çalıştığı süreyi mümkün oldukça kısmak, bu sayede kapitalist için çalıştığı süreyi maksimize etmektir. Acemoğlu yalan söylemiyor. Gerçeğin yarısını, iyimser bir boyutunu söylüyor sadece. İşçilerin aldığı maaşın asıl belirleyicisi de yüksek kâr elde eden “iş adamlarının” yüce gönüllerinden kopan sadakalar değil, işçilerin üretici sınıf olmaktan gelen güçlerini kullanarak dayattığı örgütlü taleplerdir. Emeğin artan verimliliğinin kime yarayacağını da asgari ücretin miktarını belirleyen de işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir.