27 Kasım 2024 04:00

Aydınlanmanın sembol isimlerinden Voltaire

Voltaire: Dine açtığı savaşla, monarşist bir reformcu ve toplumsal eleştirileriyle, uzun hayatı ve değişen fikirleriyle dönemin burjuva ideolojisinin ikonik temsilcisi.

Paylaş

Marie-François Voltaire (1694–1778) -gerçek adı Marie-François Arouet-, 18. yüzyılın en büyük Fransız Aydınlanmacılarından biridir. “Filozofların” ve Fransa’da “eski rejimin” küllerinden doğan yeni burjuva toplumunun öncülerinin önde gelen isimlerinden olan Voltaire, şair, filozof ve tarihçiydi.

Bir yargı görevlisinin oğlu olarak, Cizvit kolejinde -daha sonra kendisi burayı “Latince ve saçmalıklar” olarak adlandırdı- eğitim aldı. Babası onun avukat olmasını isterken, Voltaire edebiyatı hukuka tercih ederek edebi faaliyetlerine aristokratların saraylarında mahkeme şairi olarak başladı. Ancak taht naibi ve kızına yönelik hiciv dolu dizeleri nedeniyle Bastille’de hapsedildi. (…) Kendisiyle alay eden bir soylu tarafından dövüldükten sonra, o kişiyle düello yapmak istese de suçlunun kurduğu entrikalar sonucu yeniden hapse düştü ve sadece yurt dışına gitme şartıyla serbest bırakıldı.

İngiltere’ye giden Voltaire, burada üç yıl (1726-1729) yaşadı ve İngiltere’nin siyasi sistemi, bilimi, felsefesi ve edebiyatını inceledi. Fransa’ya döndüğünde, İngiltere’ye dair izlenimlerini “İngiltere Mejtupları” başlığı altında yayımladı. Bu kitap 1734’te toplatıldı, yayıncısı Bastille’de hapsedildi ve Voltaire Lorraine’e kaçtı. Burada 15 yıl boyunca birlikte yaşayacağı Marquise du Châtelet’te koruma buldu. Dinin alay konusu edilmesi suçlamasıyla tekrar yargılanınca bu kez Hollanda’ya kaçtı. 1746’da saray şairi ve tarihçi olarak atandı, ancak Louis XV’in metresi Madame de Pompadour’un hoşnutsuzluğunu kazanınca saraydan ayrıldı.

Sürekli siyasi güvensizlik altında olan ve Fransa’da kendini güvende hissetmeyen Voltaire, 1751’de uzun süredir mektuplaştığı (1736’dan beri) Prusya Kralı II. Frederick’in davetini kabul ederek Berlin’e (Potsdam) yerleşti. Maupertuis Akademisi başkanıyla (Voltaire'in “Doktor Akakia” adlı eserinde karikatürize ettiği) kavgası nedeniyle Prusya’yı terk etmek zorunda kaldı ve İsviçre’ye yerleşti (1753). (…) Artık zengin ve bağımsız bir kapitalist olan, aristokratlara borç veren bir toprak sahibi ve dokuma ile saat yapımı atölyelerinin sahibi olan Voltaire, artık eski, eski toplumsal-politik düzene karşı, her şeye gücü yeten bir görüşü, kendi şahsında özgürce ve korkusuzca “kamuoyunu” temsil edebilirdi. (…) Voltaire ile dostluklarıyla övünen “aydınlanmış” monarşiler, örneğin Rusya’dan II. Katerina ve İsveç Kralı Gustav, onunla yeniden yazışmaya başladı.

1778’de Louis XV’in yerine Louis XVI geçtiğinde, Voltaire – 84 yaşında bir adam olarak – Paris’e döndü. Kralın düşmanca ilgisizliğine rağmen, Paris’te coşkulu bir karşılama gördü. Son oyunu “Irène”in sahnelenmesi onun zaferini ilan etti. Akademi yöneticiliğine atanan Voltaire, ilerlemiş yaşına rağmen akademik ansiklopediyi yeniden düzenlemeye başladı. Ancak gücü tükenmişti ve ilk harf üzerinde çalışırken öldü. Kilise karşıtı biri olarak gömülmemekten korkan Voltaire, birkaç ay önce günahlarını itiraf ederek kiliseyle barıştı. Buna rağmen Paris’te gömülmesi yasaklandı. Kalıntıları, yeğeni olan bir başrahibin bulunduğu Champagne’deki Celler manastırına taşındı ve yerel piskoposun gecikmiş yasağına rağmen buraya gömüldü. 1791’de Konvansiyon, kalıntılarının Paris’e taşınarak Panthéon’da saklanmasına karar verdi.

18. yüzyılın “eğitim aydınları”nın önderi olan Voltaire, yükselen burjuva toplumunun belli bir kesiminin, yani onun soylu-kapitalist, burjuva elitinin ideolojisinin sözcüsüydü. Avrupa'nın en ileri burjuva ülkesi olan İngiltere'ye, onun siyasal sistemine, felsefesine ve edebiyatına odaklanan Voltaire, siyasal, felsefi ve toplumsal görüşlerinde ılımlı, devrim öncesi burjuvaziyi temsil ediyordu. Otokrasinin inanmış ve tutkulu bir muhalifi olarak hayatının sonuna kadar bir monarşist, aydınlanmış mutlakiyetçilik fikrinin, toplumun “eğitimli kesimine”, burjuva aydınlarına, “filozoflara” dayanan bir monarşinin destekçisi olarak kaldı. Aydınlanmış monarşi, Voltaire’in bir dizi imgede somutlaştırdığı siyasi idealidir: Henry IV'ün kişiliğinde (“Henriad” şiirinde).

Hükümdar hakkında farklı bir fikre sahip olan herkes insanlık önünde suçludur. Felsefi mektuplarında öğretilerini yaydığı İngiliz burjuva filozofu Locke’un sansasyonelliğinin destekçisi olan Voltaire, aynı zamanda Fransız devrimci burjuvazisinin, özellikle de “Cicero’ya Mektup”un yöneltildiği Baron Holbach’ın materyalist felsefesinin bir muhalifiydi; ruh meselesinde Voltaire, ruhun ölümsüzlüğünü inkâr etmekle onaylamak arasında tereddüt etti, özgür irade meselesinde kararsızlık içinde indeterminizmden determinizme geçti.

(…)

Kilise ve rahiplerin yorulmak bilmez ve acımasız bir düşmanı olan, onları mantıksal argümanlarla ve alaycı oklarla zulmeden, sloganı “écrasez l'infâme” (aşağılık olanı yok et) olan bir yazar olan Voltaire, hem Yahudiliğe hem de Hıristiyanlığa saldırdı (örneğin, “Yurttaş Boulenville’de Öğle Yemeği” eserinde), ancak Mesih’in kişiliğine olan saygısını dile getirdi (hem yukarıdaki eserde hem de “Tanrı ve İnsanlar” incelemesinde); Kilise karşıtı propaganda amacıyla Voltaire, din adamlarını itibarsızlaştırmak için sözlerinden çekinmeyen 17. yüzyıl sosyalist rahibi “Jean Mellier’in Ahiti”ni yayınladı. Dini hurafelerin ve önyargıların egemenliğine ve baskısına karşı söz ve eylemle (dini fanatizmin kurbanları için şefaat – “Kalas ve Sirven”) mücadele eden Voltaire, rahip fanatizmine karşı, hem kamusal broşürlerinde (Hoşgörü Üzerine İnceleme, 1763) hem de sanat eserlerinde (Katolikler ve Protestanlar arasındaki dini çekişmeye son veren IV. Henry'nin resmi; “Gebra” trajedisindeki imparator resmi) dinsel hoşgörü fikirlerini yorulmadan vaaz etti. (…) Voltaire aynı zamanda ateizmin de düşmanıydı; ateizme karşı kampanyaya özel bir broşür adadı (“Homélie sur l'athéisme”). 18. yüzyılın İngiliz burjuva özgür düşünürlerinin ruhuna uygun bir deist olan Voltaire, evreni yaratan bir tanrının varlığını kanıtlamak için her türlü argümanı denedi, ancak bu varlık işlere karışmaz ve kanıtlarla çalışır biçimdeydi: “kozmolojik” (“Ateizme Karşı”), “teleolojik” (“Le philosophe ignorant”) ve “ahlaki” (“Ansiklopedi”deki “Tanrı” maddesi). Tüm bu argümanlar arasında, Voltaire’e en yakın olanı, kendisi tarafından alıntılanmamıştır, ancak alıntılanan her şeyin arkasında utangaç bir şekilde gizlenmiştir -“polis memuru”, çünkü tanrı kavramı olmadan “hiçbir toplum var olamaz” çünkü sömürülen alt tabaka “eğitimli” üste karşı ayaklanacaktır- bu nedenle, dini halk için bir “dizgin” olarak korumak gerekir ve “Tanrı olmasaydı, icat edilirdi.” Mutluluğa dair insan hakkı adına, rasyonel egoizme dayanan (“Discours sur l'homme”) ortaçağ kilise-manastır çileciliğini reddeden, uzun süre, dünyayı kendi suretinde ve benzerliğinde dönüştüren ve şair Alexander Pope’un ağzından “Ne varsa, doğrudur” diyen 18. yüzyıl İngiliz burjuvazisinin iyimserliğini paylaşan Voltaire, şehrin üçte birini yıkan 1755 Lizbon depreminden sonra iyimserliğini biraz azaltmış ve Lizbon felaketi hakkında yazdığı bir şiirde şöyle demiştir: “Şimdi her şey iyi değil, ama her şey iyi olacak.”

Toplumsal görüşlerine göre Voltaire eşitsizliğin destekçisiydi. Toplum “eğitimli ve zengin” ve “hiçbir şeye sahip olmayan”, “onlar için çalışmak” veya “eğlendirmek” zorunda olanlar olarak ikiye ayrılmalıydı. Bu nedenle, çalışan insanların eğitilmesine gerek yoktur: “halk akıl yürütmeye başlarsa, her şey kaybolur” (Voltaire’in mektuplarından). “Mellier’in Ahiti”ini eleştiren Voltaire, özel mülkiyete yönelik tüm sert eleştirilerini “utanç verici” bularak çöpe attı. Bu, Voltaire’in Rousseau’ya karşı olumsuz tutumunu açıklar, ilişkilerinde kişisel bir unsur olmasına rağmen, bazılarının yaptığı gibi (örneğin Brandes) tüm ayrılıkları kişisel sorunlara indirgemek tamamen yanlıştır. Voltaire bir monarşisttir, Rousseau halkın yönetimini savunur; Voltaire büyük mülkiyetin savunucusudur, Rousseau küçük (köylü) mülkiyetin savunucusudur; Voltaire bir rasyonalisttir, Rousseau bir duygusalcıdır. İki farklı toplumsal sınıfın ideologları uzlaşmaz bir şekilde çatışıyordu, iki ayrı kişilik değil. Voltaire gerçekten de bazen “İskitler” veya “Minos Yasaları” gibi oyunlarda “ilkel devlet” fikrini savunmaya meyilliydi, ancak onun “ilkel toplumu” (İskitler ve Sidonlular) Rousseau tarafından resmedilen küçük çiftçi-sahiplerinin cennetiyle hiçbir ilgisi yoktur, bunun yerine siyasi despotizm ve dini hoşgörüsüzlüğün düşmanlarından oluşan bir toplumu temsil eder. (…) Hiciv şiiri “Orleans Bakiresi”nde şövalyeleri ve saray mensuplarını alaya alır, ancak “Fontenoy Muharebesi” (1745) şiirinde eski Fransız soylularını yüceltir, “Senyör Hakkı” ve özellikle “Nanina” gibi oyunlarda liberal eğilimli toprak sahiplerini, hatta bir köylü kadınla evlenmeye hazır olanları bile coşkuyla çizer. Voltaire, uzun süre sahnenin asil olmayan bir konumdaki kişiler, “sıradan insanlar” (hommes du commun) tarafından işgal edilmesine alışamadı, çünkü bu “coturn'u aşağılamak” (avilir le cothurne) anlamına geliyordu. “Eski düzen” ile hala oldukça güçlü olan siyasi, dini, felsefi ve sosyal görüşleriyle bağlı olan Voltaire’in özel edebi sempatisi, en iyi tarihi eserini – “XIV. Louis Dönemi”ni - adadığı aristokrat XIV. Louis'e sıkı sıkıya bağlıydı. Aristokrat şiir türlerini -mesajlar, cesur sözler, kaside, vb.- geliştirmeye devam eden Voltaire, dramatik şiir alanında klasik trajedinin son büyük temsilcisiydi. (…) Ancak aristokrat kültürün yok oluşunun ortasında, klasik trajedi kaçınılmaz olarak dönüştü. Eski rasyonalist soğukluğunda, duyarlılık notaları giderek daha fazla bollukla patladı (“Zaire”), eski heykelsi berraklığı Romantik pitoresklikle (“Tancred”) değiştirildi. Antik figürler repertuarı, her türden egzotik karakter tarafından giderek daha kararlı bir şekilde işgal edildi -şövalyeler, Çinliler, İskitler, Gebralar ve benzerleri. Uzun bir süre yeni bir burjuva dramasının yükselişine katlanmak istemeyen Voltaire, bir “melez” biçimi olarak trajik ve komik olanı karıştırma yöntemini savundu, bu karıştırmayı yalnızca “yüksek komedi”nin meşru bir özelliği olarak gördü ve bunu yalnızca “gözyaşlarının” olduğu “kurgusal olmayan bir tür” “gözyaşlı bir drama” olarak reddetti. Sahneye bir bahçıvan, kırsal işlerde babasına yardım eden genç bir kız, basit bir asker getirmekten korkmadı. Doğaya daha yakın duran, basit bir dille konuşan bu tür kahramanlar, aşık prenslerden ve tutkuları sebebiyle işkence gören prenseslerden daha güçlü bir izlenim bırakacak ve hedeflerine daha çabuk ulaşacaklardır.

(…)

*Vladimir Fritsche’nin 1929 yılında yaptığı inceleme, Rıza Mutlu tarafından çevrilmiştir.

ÖNCEKİ HABER

Nobel sahibi ekonomist yalan mı söylüyor?

SONRAKİ HABER

Söz hakkımızı engellemeye çalışanlara karşı en yüksek sesle

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa