Söz hakkımızı engellemeye çalışanlara karşı en yüksek sesle
Alalım arkamıza birikimimizi, bu süreçte bir araya geldiğimiz tüm arkadaşlarımıza dayayalım sırtımızı, geleceğimizden alacaklarımız var!
Kaynak: Max Pixel
25 Kasım’da ülkenin dört bir yanında binlerce kadın; yaşamsal talepleri için sokaklara döküldü. Yıllar önce, Dominik'te diktatöre karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermiş Mirabel kardeşlerin anısı, dünyanın farklı ülkelerinde, birbirini hiç tanımayan kadınların mücadele için birleşen ellerinde büyümeye devam etti. Bu sene Türkiye’de kadınların mücadelesi, kadın cinayetlerinin önlenmesi, cezasızlık politikalarının son bulması, eşit, özgür, güvenli bir yaşam taleplerini büyüttü.
NE ZAMAN ÖĞRENDİK DİRENMEYİ/BİRBİRİ ARDINA TOPLANMAYI/YÜRÜMEYİ…
Şair Sennur Sezer’in dizelerinin peşinden gidelim. Çünkü bu sorunun ardına düşmek, birbiri ardına yürüme ve toplanma ihtiyacımızın devam ediyor olması nedeniyle gerekli. Hesabını sorduğumuz hiçbir şiddet vakası ve kadın cinayeti bugünün koşullarında münferit değil. Milyonlarca kadın, bugününü ve geleceğini yıllar boyu sistematik olarak yaşanan şiddet olaylarında kaybetmeye devam ederken, bundan çıkarı olanlar var!
Bu 25 Kasım'ı beraber geçiren üniversiteli kadınlar için direnmek, birbirinin ardına toplanmak ve yürümek; İkbal ve Ayşenur katledildiğinde 60 farklı ilde “6284 uygulansın, İstanbul Sözleşmesi yaşatır, kadın cinayetleri politiktir!’’ derken, daha da öncesinde eğitim ve temel yaşamsal ihtiyaçlar için bütçe talep ederken, geçtiğimiz sene büyük kitleler halinde Zeren için adalet isterken, kadın-erkek binlerce öğrenci “Zeren kız kardeşimizdir” derken öğrenildi.
SÖZ HAKKI KADINLARA, SÖZ HAKKI ÖĞRENCİYE!
Genç kadınların söyleyecek çok sözü var, alan ise oldukça dar. Öyle ki bu alanlar, üniversiteli genç kadınların dirsekleriyle iteleye iteleye açmasıyla var oluyor. Üniversitelerdeki kadın toplulukları, taleplerimiz etrafında bir araya gelirken bir taraftan da güç biriktirdiğimiz alanlar. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Kulübü’nün faaliyetlerinin yasaklanacağına dair bir açıklama yapılmış, birçok farklı ilden üniversiteli kadın topluluklarının açıklamaları, üniversiteli kadınların hızlıca tepkilerini örgütlü olarak gösterebilecekleri alanlarda buluşturmaları açıklamanın geri çekilmesini sağlamıştı. Eğitim döneminin açılışından itibaren gerçekleştirdiğimiz eylem, etkinlik, forum ve buluşmaları güçlendirmek; topluluk, kulüp, öğrenci temsilciliği gibi alanların kadınlara-öğrencilere söz hakkı zeminini örgütleyebileceğimiz nitelikte genişletmek bir olanak olarak karşımızda. Genç kadınların üniversite yönetimlerine veya ülke genelinde kendi yaşamlarına dair alınan kararlarda -İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmaması, neye ne kadar bütçe ayrılacağı gibi- söz sahibi olabilmesi için bir toplumsal kesim olarak sesini çıkartması, örgütlü gücüyle müdahale edebilmesi gerekiyor. Son birkaç aylık mücadele deneyimi de katledilen her bir kadının hesabını sorma ihtiyacıyla ve öfkesiyle gerçekleştirilen buluşmaların, böyle kalıcı alanlarda büyüyebildiği takdirde çok daha etkili, güçlü olduğunu gösteriyor.
Üniversite gençliği, tek adam yönetiminin atanmış rektörleriyle ülkenin siyasal koşullarının üniversiteye taşınmasını, kendisini doğrudan ilgilendiren üniversite yaşamına dair hiç söz hakkına sahip olamaması üzerinden deneyimliyor. Çünkü üniversiteler, kamusal üretimin değil, piyasaya yönelik nitelikli insan yetiştirmenin alanı olarak dönüştürülüyor. Nasıl ki ülkede asgari ücretin belirlenmesinden, bütçe görüşmelerine hiçbir aşamada halkın söz sahibi olabildiği bir süreç işletilmiyorsa, Türkiye gençliğinin eğitim gördüğü, üretimde bulunduğu herhangi bir alanda böyle bir ilişki yok. Çünkü bütün bir düzen, sermayenin ihyası için! Genç kadınların geçtiğimiz dönem mücadelesi, halkın iradesinin kayyumlarla gasp edildiği, bütçeden, belediyeye, üniversite yönetiminden, bakanlıklara her şeyin atama usulü gerçekleştiği bir ülkede “hayır, burası bizimdir” demenin bazı yollarını gösterdi. Tek adam yönetiminin siyasal ajandasını sorgulamayan, bütün yeteneklerini de burjuvazinin ihtiyaçları için heba eden bir nesil/halk hayalinin parçası tüm bunlar. Her türlü hak mücadelesini “terör” diyerek baskı altına almaya çalışan, içeride ve dışarda sermaye için en uygun koşulları hedeflerken ülkeyi yıllarca savaş koşulları içerisine çeken tek adam yönetiminin karşısında söz hakkımız için mücadele rotasını kayyum belediyelerden, üniversitelere; her alanda söz hakkı bizimdir diyerek büyütmenin zamanı!
SERMAYEYE DEĞİL, EĞİTİME BÜTÇE!
Mecliste bütçe planları yapan tek adam iktidarının bakanları, kadın başına ayrılan bütçenin 38 kuruş, öğrenci başına ayrılan bütçenin ise 1 lira 61 kuruş olmasını öneriyor. Yalnızca Ekim ayında öldürülen 48 kadın varken, genç kadınlar nitelikli beslenme, sağlıklı koşullarda barınma gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarına ve eğitim hakkına erişemezken kamudan tasarruf adı altında genç kadınların yaşamlarından çalınanlar, büyük şirketlerin ceplerine giriyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bütçesine göre bir gencin payına düşen yalnızca 579 TL, “kar amacı gütmeyen kuruluş” adı altında tarikat ve cemaatlere ise 300 milyon 226 bin lira aktarılması hedefleniyor. Savunma ve güvenlik alanında 1,13 milyar harcama yapılırken, Diyanet İşleri Başkanlığı’na da 6 tane bakanlığın bütçesini geride bırakacak kadar kaynak ayrılıyor. Kadın cinayetlerinin önlenmesi, sokaklardan kampüslere kadınların yaşam alanlarının genişletilebilmesi adına tek bir kalem oynatılmıyor.
Gerçekleşen bütçe görüşmeleri, gençliğin temel yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanmayacağı yeni dönemlere işaret ediyor. OVP doğrultusunda hazırlanan bütçe planları, kamu bütçesini tekellerin sermayesine dönüştürmeye devam edecek. KYK burs ve kredileri de bu koşullarda belirlenecek. Üniversite öğrencilerinin yaşamına değil, sermayedarların isteklerine göre kurgulanan bütçe planlarının karşısına eğitime bütçe talebiyle olabildiğince güçlü çıkmak, sermayenin ihya planlarının karşısına taleplerimizi koymak gerekiyor. Geçtiğimiz senelerde bu eksende düzenlenen kimi üniversite kampanyaları, birlikteliklerimizi güçlendirmemizin önünü açmış, bazı kazanımları da beraberinde getirmişti. Dergimizin sayfalarında farklı üniversitelerden özgün örnekler yer alıyor.
İçinde bulunduğumuz tabloya uzaktan baktığımızda, sanki bir parçası değilmişçesine analiz etmeye çalıştığımızda, yaşamlarımızdan çalınanlar “bu kadar da kötülük olmaz” denilebilecek bir etki uyandırabilir. Ancak geldiğimiz noktada, durumu analiz etmekle, hakkında birkaç kötü cümle kurmakla yetinmek de son derece absürt başka bir tabloyu oluşturuyor. Hayatın her alanını, doğal kaynaklardan insan yaşamına, dünyayı yalnızca kar aracı olarak gören kapitalizm ve egemen sınıf burjuvazi, karşısında bu tabloya isyan eden örgütlü bir gücü bulamadığı sürece gittikçe saldırganlaşan, temel insan haklarından uzaklaşan, kendi kurduğu siyasal sistemleri dahi daha gericisiyle değiştirebilecek bir yapıya sahip. Yenidoğan çetesinden, kadın cinayetlerine; çürüme, sistemin yapısı gereği gerçekleşiyor. Karşısında yeni ve bizim olanı örgütlemediğimiz sürece, çürüme hepimizi içine çekiyor, sistem kendi koşullarını dayatıyor. Genç kadınların mücadelesi, bu koşulların karşısında güç biriktirmenin önemli bir örneği oldu. Eğitim dönemine başladığımız günlerden itibaren liselerden, üniversitelere binlerce gencin; kadınların hakları ve hayatları için bir araya gelmesi, önümüze buradan çıkardıklarımızla devam edebilirsek tamamlanmış bir görev olacak şimdi. Bir araya geldiğimiz her alan bunun bir aracı.
Mücadeleden öğrendiğimiz, bizim dışımızda akıp gidiyor gibi görünen tüm bu ilişkilere dahil olduğumuz sürece değiştirebildiğimiz. O yüzden alalım arkamıza birikimimizi, bu süreçte bir araya geldiğimiz tüm arkadaşlarımıza dayayalım sırtımızı, geleceğimizden alacaklarımız var! Bir süredir üniversitelerde büyüyen “Eğitime Bütçe, Söz Hakkı Öğrenciye, Demokratik ÖTK için Mücadeleye!” şiarıyla beraber, yola koyulma vakti.