Gerçekten aslan payı öğrencilerde mi?
Erdoğan’ın bugün dakikalık harcaması neredeyse 2 asgari ücrete denk geliyor ama bunların yanında aslan payı diyerek verdikleri MEB bütçesindeki “artış” enflasyonun altında kalıyor.
Fotoğraf: Pixabay
Timur AYBEK
Bahçelievler/İstanbul
Yazıyor yazıyor… Bütçenin aslan payının eğitime ayrıldığı yazıyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan MEB bütçesinin 1 trilyon 90 milyardan 1 trilyon 452 milyar tl olması ile ilgili övünen iktidar biraz bakalım bu aslan payını gerçekten de öğrenciler için mi kullanıyor.
ASLAN PAYI BİZİMSE PARALAR NEREDE?
Dönem başlar başlamaz açıklanan ve açıklandığı ilk zamanlarda oldukça tepki çeken temizlik personelleri ile ilgili getirilen yeni düzenleme ile birlikte okullarımızda artık hijyenik ortamlarda ders göremiyor, tuvalete giremiyoruz. Bu hijyensiz ve sağlıksız koşullarda ders görmeye çalışsak da bu sene müfredata giren Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile birlikte bilimsel eğitimde göremiyoruz aynı zamanda bu bilimsel eğitimden yeterince uzak müfredatın ders kitaplarına yaklaşık olarak 269 Milyon TL harcandı. Tüm bunlar olurken liseliler bugün bu şartlarda eğitim görmelerine rağmen bunların karşısında verdikleri “abi ne yapabilirler ki hazine de para yok” cevaplarına karşılık aslında verilen bu bütçeyle neler yapılabileceği bizlerin hijyenli ortamlarda ders görebilmesi için aslında yeter de artar bile…
Bunların yanında ise geçtiğimiz aylarda 1 Öğün Ücretsiz Sağlıklı yemek ile alakalı açıklama yapan Yusuf Tekin “Çocuklarımızın yeme alışkanlığı başka” diyerek bu konudan kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Peki liseliler bugün buna karşı ne diyor dersek kantin çok pahalı deyip kantin fiyatları düşsün bize yeter diyeni de var. Gerçekten de kantin fiyatlarının düşmesi biz öğrencilere yeter mi diye bir soralım kendimize… Devlet üniversitelerde “daha ucuza” yemek verirken (aslında bu yemeklerde sağlıklı ve parasız değil ama burada örnek vermemiz gereken şeylerden biri) biz neden liselerde bugün zaten pek çoğumuzun okulunda yemekhane kullanılmıyor olsa da kullanılan okullarda ise zaten işleten hali hazırda kantin sahipleri ve bunların yanında da aslında pahalı ve sağlıksız… Burada şu soruya cevap vermeyi unuttum kantin fiyatlarının düşmesi örneğin 100 lira olan bir tostun 70 liraya düşmesi neyimizi etkileyebilir ki bunu düşünmeliyiz. Zaten günlük harçlığımız en fazla ihtimalle 100 lira iken (bu da asgari ücretle çalışan bir aile için çok zor da) bugün kantin fiyatlarının düşmesi aslında bize sadece tostun yanına bir içecek almayı sağlayacak. Bugün liselilerin bugün en büyük talebi devlet bütçeleri tarikatlara, cemaatlere ve kendi yandaşlarına aktarırken biz öğrencilere okullarımızda 1 öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek yememiz için harcaması olmalı. Bu yüzden bu yazıyı okuyan her birimiz okullarımızda ve bulunduğumuz her alanda hakkımız olan 1 öğün ücretsiz ve sağlıklı yemeği talep etmek zorundayız.
PEKİ DEVLET GERÇEKTEN BUNLARI KARŞILAYAMAZ MI?
Bugün biz parasız eğitim veriyoruz diyen bir devletin öğrencilerin beslenmesinden hijyenine, ulaşımından kırtasiye masraflarına bunlarında yanında her öğrencinin sağlıklı bir şekilde eğitime devam etmesini garanti altına almak zorundadır ama bunlar bir yana dursun bugün salgınlar oluşmasın diye temiz tutulması gereken tuvaletler dahi temizlenmiyor. Devletin gerçekten bütçesi mi yetmez diye sorsanız aslında iktidarın kendi arasında bile ikilik göz önüne çarpıyor. Bizlere bütçe yetersiz denerek temiz olmayan okullarda okumamız sağlanırken saray için ayrılan bütçe tam 16 milyar 928 milyon lira. Bunun yanında Kamuda Tasarruf Paketi kapsamında okullara personel almayan iktidar kıl payıyla kazandığı İstanbul Bahçelievler’de seçimi tekrar kazanma pahasına AKP’li belediye tarafından okullara temizlik personeli atıyor. Verilmeyen her hakkımız daha gerici bir eğitim modeline harcanıyor. (Örneğin yaygın din eğitimi için 31 Milyar bütçe ayrılıyor) Peki iktidar bunları neden yapıyor sorusunun cevabı çok kısa ve net aslında kendi deyimleriyle “dindar ve kindar” nesiller yetiştirmek istiyor. Devletin bunlara parası yetmeyeceğine yönelik sorulara gelirsek Erdoğan’ın bugün dakikalık harcaması neredeyse 2 asgari ücrete denk geliyor ama bunların yanında aslan payı diyerek verdikleri MEB bütçesindeki “artış” enflasyonun altında kalıyor. Öğrenciler hayatlarında açlık ve sefalet ile boğuşurken ailelerinin seçtiği vekiller mecliste mangal partisi düzenliyor. MESEM projesi kapsamında Antep’te hak arayan işçileri kara listeye alan patronların kurduğu yardım vakfıyla el ele MESEM binasını yeniyor ve hatta çocuk emeği sömürüsüne kat çıkıp daha fazla nasıl sömürebilirim diye çıkış yolu arıyor. MESEM’lilere verilen asgari ücretin yüzde 30’u tutarındaki ücreti de patronlar değil, devlet İşsizlik Sigortası fonundan karşılıyor. Yani 2025 yılında MESEM’ler yoluyla patronlara aktarılacak bütçe 25.1 milyar lira olacak. Tüm bunlara bakıldığında “devlette de para yok” diyenlere sormak istiyorum devletin parası mı yok yoksa biz öğrencilere harcayacak parası mı yok?
GERÇEK BİR PARASIZ EĞİTİM NASIL OLUR?
Gerçek bir parasız eğitim bugün bizlerin gördüğü eğitim değildir. Gerçekten bir parasız eğitim bugün okula giderken bindiğimiz toplu taşımanın ya da servisimizin ücretsiz ve kaliteli olması, okullarımıza gittiğimizde temizlik yapılmış sıralarda eğitim görmemiz hatta tuvalete girmemiz, okullarda 1 öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek yiyebilmemiz, kullandığımız defter, kalem vb. ders araç ve gereçlerinin her sene en ucuzunu bulmamıza gerek kalmadan devlet tarafından sağlanması, parası olanın özel okula giderek havadan not alıp bizlerin ise not almak için haftalarca kendimizi paralayarak yine de onlar kadar not alamamamızı engelleyerek (üniversite sınavındaki eşitsizlikte anca böyle kalkar bu arada) olur. Kısaca eğitimin devam edebilmesi ve öğrenciler arasında eşit imkân sağlanması açısından parasız eğitim önemlidir. Barınmadan beslenmeye kadar öğrencilerin kaygılanmadığı koşulları yaratmanın başlıca koşulu eğitimin parasız hale gelmesidir. İnsan hakları beyannamesi başta olmak üzere birçok uluslararası metinde eğitim temel bir hak olarak geçer. Temel bir insan hakkı olması demek eğitimin herkes tarafından eşitçe alınabilmesinin sorumluluğunun devlette olması demektir. Hak olarak var olabilmesinin temel koşulu eğitimin parasız olmasıdır. Böyle olmadığı her anda eğitimin devamlılığı için geçerli materyallere ulaşanlar/ulaşamayanlar olarak ikiye ayrılır. Eğitim bir hizmet haline gelir. Hak olmaktan çıkar. Devletin eğitim hakkındaki sorumlulukları azaltılır. Bu sebeple eğitimin temel bir insan hakkı olarak devam edebilmesinin koşulu parasız olmasıdır.
PEKİ BU EĞİTİMİ BİZE HAVADAN MI VERECEKLER?
Kırtasiye malzemelerinden ulaşıma, barınmadan beslenmeye kadar bugün okula gidip gelirken en temel ihtiyaçlarımızı devletin karşılaması için bugün en gür seslerimizle okullarımızda bu taleplerimizi dile getirmeliyiz. Peki gür bir sesle bu taleplerimizi dile getirmesek de bize bu hakları vermeyecekler mi sorusunun cevabı aslında çok kesin ve net bir şekilde hayırdır bugün bizlerin parasız eğitimi bilmemizin ve talep etmemizin sebeplerinden biri işçi ve emekçilerin yönettiği Sovyetler Birliğinin 2. Dünya savaşı zaferi sonrası dünya halklarının daha da gözünün önüne gelen sosyalizmde işçi ve emekçilerin talep ettiği parasız eğitim, parasız sağlık gibi imkanların olmasıyla beraber diğer ülkelerdeki işçi ve emekçilerin bu talepleri için mücadele etmesiyle kapitalistler korkarak bu talepleri işçi ve emekçi yığınlarını kandırmak için sosyal devlet adı altında vermeye başlamışlar ve işçi ve emekçilerin ülkesi yıkılana kadar da bu hakları ellerinden alamamışlardır. Sovyetler Birliğinin yıkılması ve işçi emekçi hareketinin zayıflamasıyla beraber kapitalistler bugün kazandığımız hakları teker teker ellerimizden almaya çalışmaktadırlar. Bunların karşısında tüm Türkiye gençliği en başta parasız, bilimsel, demokratik eğitim talebi için mücadeleye etmeye başlamalıdır ki bugün hayalini kurduğumuz eşit ve özgür yarınları kurabilelim.