Marksizm ve kadın ezilmişliği sorunu
Etkinlik sonunda Marx ve Engels’i okurken dünyayı yorumlamakla kalmamızın gerektiğini, kurtuluşumuzun bizim elimizde olduğu sonucuna yine ve yeniden vardık.
Fotoğraf: Barış Abak/Flicr CC BY 2.0
Deniz
Bilkent Üniversitesi
25 Kasım’a giderken Bilkent Diyalektik Araştırmalar Topluluğu, Ekmek ve Gül dergisi yazarlarından Buse Vurdu’nun katılımıyla Marksizm ve Kadın Ezilmişliği Sorunu üzerine bir etkinlik gerçekleştirdi. Buse Vurdu “Yerelde bulunan, merkezi mercekten bakınca görülemeyen deneyimlerle işimiz var” diyerek Ekmek ve Gül dergisinin önemini ve işlevini anlatarak başladı etkinliğe. Marx’ın Kapital öncesi ve sonrası kadın sorunu üzerine söylediklerinin “yıldan yıla gelişen bir tablo” olarak değerlendiren Buse Vurdu etkinlikte, el yazmalarından başlayarak Marx ve Engelsin yapıtlarından örneklerle kadın sorununa nasıl değinildiğinden bahsetti. Marx’ın kadının kurtuluşunun hazır reçetesini sunmadığını fakat daha önemli bir katkısının olduğunu ve bunun tarihsel bağlamda değişen soruna ilişkin yol haritamızı çizmemize olanak veren diyalektik ve tarihsel materyalizmi kullanarak bir yöntem sağladığının altını çizdi. Etkinlikte ilk ele aldığımız kaynak olan 1844 el yazmalarında Marx “Biyoloji ne erkek için ne de kadın için bir yazgı olabilir çünkü erkek ve kadın daima belirli toplumsal ilişkilerinin dolayımladığı somut koşullar dahilinde var olur ve etkileşirler.” Bu örnekle şimdinin “fıtrat” tartışması arasında ilişkinin gördük. Günümüzde de “kadın yaratılış itibariyle kırılgandır, korunması gereken çiçeklerdir, doğası gereği duygusaldır” gibi örneklerle karşımıza çıkan “fıtrat” tartışmasına da son noktayı koyan nitelikte olduğunun sonucuna vardık
KADIN EZİLMİŞLİĞİ SİSTEMSEL BİR SORUN
Barbarlık döneminde olduğu gibi uygarlık döneminde de kadının ezilişinin devam ettiği fakat farklı olarak daha örtülü ve ikiyüzlü biçimde olduğu üzerinde duruldu. Buse Vurdu’nun Fourier’den “Kadının erkeğin egemenliğinden kurtuluş derecesi, özgürlüğün en doğal ölçüsüdür.” alıntısı yapması üzerine sorguladıklarımız bizi ikincil konumda olan kadının özgürleşmesi bütün insanların özgürlük derecesini gösterir; bir yerin özgürlük seviyesini oradaki azınlığın, ezilmiş kesimin durumu üzerinden belirlenir kanılarına yöneltti. Yasalardan ziyade toplumsal bir değişimin kadın sorununu çözeceğinin vurgulandı. Çünkü biliyoruz ki tek adam iktidarının 6284 ve İstanbul Sözleşmesi gibi kaldırmadığı, feshetmediği anlaşmalar da aslında işlev bakımından yeterli değil. Sistemsel bir sorunumuz var ve dolayısıyla çözümümüzün toplumsal değişimde olduğu sonucuna vardık. Komünist Manifesto’dan Marx ve Engels’in “Günümüz toplumunun en alt tabakası olan proletarya, düzeni oluşturan toplumsal katmanların üstyapısının tümüyle ortadan kaldırmadan ayağa kalkıp doğrulamaz. Bu nedenle kapitalist ekonomik sistemin yıkılmasından çok daha fazlası gerekir. Toplumun tüm unsurları, aile dahil, değişmek zorundadır” örneğini veren Buse Vurdu değerli bir noktanın altını çizdi.
AİLE İÇİ ŞİDDETİN TEMELİ: ÜRETİM İLİŞKİLERİ
Etkinlikte öne çıkan bir diğer noktaysa Buse Vurdu’nun “25 Kasım’a giderken kadına yönelik şiddetle en çok karşılaştığımız yer aile.” demesi üzerine etkinliğe katılanlarla aile nasıl bir kurum? ailedeki hangi dinamikler buna yol açıyor? bugünkü toplumda aile kurumu ne? sorgulamaları yapmaya yöneltmesiydi .Vardığımız sonuçsa aile kökleri üretim ilişkilerine dayanan toplumsal bir formdur ve sınıflı toplumların ortaya çıkması ve üretimin artmasıyla cinsiyete dayalı iş bölümündeki eşitsizliğin giderek artması kadın eve hapsolması ve erkeğe bağımlı hale gelmesi arasında apaçık bir ilişkinin olduğuydu.
KAPİTALİZM ATAERKİYİ YENİDEN ÜRETİYOR
Bir diğer öne çıkan kısım, kadınların eşitsizliği sadece kapitalizmin bir ürünü değil aynı zamanda bir girdisidir. Kendisini önceleyen sistemlerden devraldığı eşitsizliği kendi işleyişi doğrultusunda dönüştürerek nasıl içselleştirdiğini ve işlevselleştirdiğini, yani kapitalizmin ataerkiyi nasıl yeniden ürettiğini tartıştığımız kısımdı. Etkinlik sonunda Marx ve Engels’i okurken dünyayı yorumlamakla kalmamızın gerektiğini, kurtuluşumuzun bizim elimizde olduğu sonucuna yine ve yeniden vardık. Bilkent Diyalektik Araştırmalar Topluluğunun bize bu etkinlikle açtığı tartışma alanı açması katılımcıları düşünmeye itmesi ve beraber çözüm yolları araması açısından çok değerli, Bilkentlilerin de etkinliğe ilgisinin yüksekliği bu etkinliklerin devamlılığı konusundan umut vericiydi. Üniversitelerimizde alan açıcı etkinlikleri artırmalı olduğumuz her alanda haklarımız ve hayatlarımız için mücadeleyi sürdürmeliyiz.