30 Kasım 2024 11:01
/
Güncelleme: 30 Ocak 2025 17:24

Halkların Köprüsü Derneği'nden “Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu”

İzmir'de Halkların Köprüsü Derneği, göçmen düşmanlığına karşı farkındalık yaratmak ve çözüm yolları üretmek amacıyla “Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu” düzenledi.

Halkların Köprüsü Derneği'nden “Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu”

Fotoğraf: Emirhan Durmaz/Evrensel

İzmir’de Halkların Köprüsü Derneği tarafından “Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu” düzenlendi. Alsancak’ta yer alan Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sempozyumda açılış konuşmasını Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Nuray Pehlivan yaparken, çerçeve sunumu ise Prof. Dr. Cem Terzi yaptı. Gün boyu sürecek sempozyumda kapanış ve sonuç bildirgesinin okunmasının ardından, “Aşk, Mark ve Ölüm” film gösterimi gerçekleştirilecek.

“TÜM TOPLUM BİRLİKTE YAŞAMI İNŞA ETMEK İÇİN HAREKET ETMELİ”

Açılış konuşmasını gerçekleştiren Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Nuray Pehlivan, gerçekleştirilen etkinliklerde derneğin öncelikli hedefinin sempozyuma da adını veren dostluk ve dayanışmayı gerçekleştirmeye yönelik olduğunu belirterek sözlerine başlarken, “10 yıldır Suriyeliler dışında Iraklılar, Afganlar ve pek çok başka ülkeden yaklaşık 5 milyon, kimilerine göre ise 10 milyon göçmen ve mülteci ile birlikte yaşıyoruz. Ve çok iyi biliyoruz ki artık geri dönme olasılıkları yok, artık 'misafir' değiller. Ancak Türkiye'ye gelişleri üzerinden bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen hala yasal entegrasyon sürecinin başlamamış olması, toplumdaki kutuplaştırmayı da arttırmış durumda. Göçmen ve mülteci sayısının giderek artmasıyla birlikte, onlara yönelik algı ve tutumlar da giderek olumsuz bir hal almaya başladı. Türkiyeliler, artan işsizliğin ve ev kiralarının sorumlusu olarak mültecileri görürken, Suriyeliler ile Türkiyeliler arasındaki en ufak kavga Suriyelilere yönelik linç girişimine dönüşebiliyor. Bu nedenle, yerel halkın söz konusu korkularını ve düşmanca tutumlarını azaltmaya ve ortadan kaldırmaya dönük göç ve göçmenlik politikalarının oluşturulması ve uygulanması büyük önem taşıyor” diye konuştu.

Başta devletin olmak üzere bütün toplumun mültecilerle birlikte yaşamı yeniden inşa etmek için harekete geçmesi gerektiğini vurgulayarak sözlerine devam eden Pehlivan, “Bu bağlamda her fikre ve açık tartışma ortamlarına ihtiyacımız var. İşte Halkların Köprüsü Derneği olarak günümüzde giderek artan göçmen düşmanlığına karşı farkındalık yaratmak ve çözüm yolları üretmek amacıyla düzenlediğimiz bu sempozyumda da amacımız dayanışmanın önemine vurgu yapmak, onların maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık gibi sorunlara dikkat çekmek” ifadelerini kullandı.

“SINIFSAL VE ANTİ-EMPERYALİST BİR BAŞKALDIRI GERÇEKLEŞTİRMELİ”

Cem Terzi konuşurken

Fotoğraf: Emirhan Durmaz/ Evrensel

Birinci oturum öncesinde çerçeve sunumu gerçekleştiren Prof. Dr. Cem Terzi ise, küresel ölçekte 1 milyar insanın yerinden edilmiş durumda olduğunu ve 2024 yılında mülteci sayısının 126 milyona ulaştığını kaydederken, “21. Yüzyılın en büyük siyasi meselesi göçtür. Ancak bu mesele ‘sizi göndeririz’ diye halledilecek bir mesele değil. Biz bu meseleye küresel çapta bakmazsak, bunun altında yatan nedenin bitmeyen savaşlar olduğunu, çok uluslu şirketlerle bu ülkeleri sömürdüklerini, göçmenliği ucuz işçi olarak kullandıklarını anlamazsak ve buna yönelik sınıfsal, anti-emperyalist ve anti-militarist bir başkaldırı gerçekleştirmezsek Türkiye tabi ki mülteci ülkesi olacak. AB ile yapılan geri gönderme anlaşması Türkiye’nin açık hava hapishanesi olarak kiralanması demektir. Buradaki göçmen emeğini Türkiye patronlarına sunarak onları ucuz emek olarak kullanmakta, hükümet bundan kazanç sağlamakta” şeklinde konuştu.  

"GÖÇMENLERİN DAHİL OLDUĞU EMEK MÜCADELESİ İNŞA EDİLMELİ"

Halkların Köprüsü Derneği’nin düzenlediği “Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu’nda sunumların sona ermesiyle kapanış ve sonuç bildirgesi okundu. Sonuç bildirgesi Emel Yuvayapan tarafından okunurken bildirgede, “Kapitalizmin emek sömürüsüne dayalı düzenine karşı, göçmenlerin de dahil olduğu kapsayıcı bir emek mücadelesi inşa edilmelidir” denildi.

Küresel kapitalizmin derinleşen eşitsizlikler, ekolojik yıkım, zorunlu göç ve otoriterleşme ile yeni bir felaket rejimi inşa etmekte olduğu belirtilen bildirgede, “Bu rejim, emeğin değersizleştirilmesi, doğanın metalaştırılması ve göçmen kitlelerin insanlıktan dışlanmasıyla sürmektedir. İklim krizinden savaşlara, ekonomik adaletsizliklerden toplumsal cinsiyet eşitsizliğine uzanan bu karmaşık yapı, insanlık için yalnızca bir kriz değil, aynı zamanda insan onurunu hiçe sayan bir sistemin kurumsallaşmasıdır. Felaket kapitalizminin bu çok boyutlu saldırısı; emeği, göçmenleri ve doğayı hedef alarak onları sömürü ve tahakkümün merkezine yerleştirmiştir” denilirken buna karşı ortak ve birleşik bir mücadelenin gerekliliğine vurgu yapıldı.

‘GÖÇMENLERİN İNSANCA YAŞAM VE ÇALIŞMA KOŞULLARINA ERİŞİMİ, İNSANLIĞIN SORUMLULUĞUDUR’

Kapitalizmin emeği ucuz işgücü olarak değersizleştirirken, mülksüzleştirme ve zorla yerinden etme süreçlerini de derinleştirmekte olduğu kaydedilen bildirgede, “Mülteciler, bu düzende hem ekonomik hem de siyasal olarak nesneleştirilen bir toplumsal sınıfa indirgenmekte, yurttaşlık statüsünden bu yolla haklara sahip olma hakkından yoksun bırakılmaktadır. Göçmenlerin işgücü piyasasında ‘ucuz ve sessiz işçi’ olarak konumlandırılması, modern kölelik koşullarına zemin hazırlar. Bu durum yalnızca ekonomik sömürü anlamına gelmez; aynı zamanda göçmenlerin insanlık onurunu sistematik olarak hiçe sayan bir düzenin sürdürüldüğünü gösterir. Göçmenlerin insanlık onuruna yakışır yaşam ve çalışma koşullarına erişimi, uluslararası hukukun bir zorunluluğu ve insanlığın bir sorumluluğudur. İnsanlık onurunu savunmak, mültecilerin evrensel haklarını korumak ve emeğin değerini yeniden tanımlamak, bu mücadelenin temel taşlarıdır” ifadelerine yer verildi.

‘AYRIŞMA REDDEDİLMELİ, DAYANIŞMACI SİYASET İNŞA EDİLMELİ’

Kapitalizmin çoklu krizlerinin devletleri otoriterleşmeye ve göçmen karşıtı politikalara yönlendirmekte olduğu aktarılan bildirgede, “Göçmen kitlelerin ayrımcılığa maruz bırakılmasını, siyasal temsilden dışlanmasını ve toplumsal bağlamda ötekileştirilmesini normalleştirmektedir. Toplumsal faydadan hak ettiğini alamayan kalabalıkların sisteme duyduğu güveni kaybetmesi kamusal alanda barbarlığın meşrulaşmasına yol açar ve bu barbarlığın hedefi en çok göçmenler olmaktadır. Göçmenlere yönelik yükselen ırkçılık, cinsiyetçilik ve yabancı düşmanlığı, yalnızca birer toplumsal tepki değil, otoriter rejimlerin ve sermaye düzeninin ayrışma politikalarının birer sonucudur” denilirken, bu ayrışmanın reddedilerek kapsayıcı ve dayanışmacı bir siyasetin inşa edilmesi gerektiğine vurgu yapıldı.

‘EKOLOJİK VE SOSYAL ADALET BİR BÜTÜN OLARAK ELE ALINMALI’

Doğayı metalaştıran kapitalizmin ekolojik bir kriz yarattığı belirtilen bildirgede, “Bu krizden en fazla etkilenenler ise göçmenler, kadınlar ve yoksullar olmuştur. İklim krizinin yarattığı zorunlu göç, özellikle düşük gelirli toplumları ve cinsiyet temelli eşitsizliklerle mücadele eden kadınları daha kırılgan hale getirmiştir. Aşırı hava olaylarından kuraklığa, ani çevresel felaketlerden gıda güvensizliğine kadar uzanan bu kriz, yalnızca çevresel bir sorun değildir; aynı zamanda bir toplumsal adalet meselesidir. İnsanlık, iklim krizine karşı mücadelede, ekolojik ve sosyal adaleti bir bütün olarak ele almalı, doğanın ve insanlığın haklarını eşit ölçüde savunmalıdır” denildi.

"DAYANIŞMA MEKANİZMALARI GÜÇLENDİRİLMELİ"

Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadelenin ortaklaşması gerekliliğinin altı çizilen bildirgede, “Göçmenlerin çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimi garanti altına alınmalı, göçmen emeği sömürüsüne son verilmelidir.Göçmenlere yönelik nefret söylemi, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına karşı toplumsal dayanışma mekanizmaları güçlendirilmelidir” ifadeleri kullanıldı.

Son olarak kapitalizmin emek sömürüsüne dayalı düzenine karşı, göçmenlerin de dahil olduğu kapsayıcı bir emek mücadelesinin inşa edilmesi gerektiği kaydedilen bildirgede, “Bu ülkedeki en büyük sorunun göçmen sorunu olduğu iddiası reddedilmelidir. Göç; göçü yaratan politikalar karşısında kaçınılmaz bir sonuçtur. Asıl sorunlar görünür kılınıp, sosyal adaletsizliğe, dış politikada izlenen hatalara, korkunç gelir eşitsizliğine, talan edilmiş doğaya, işçi cinayetlerine, kadın cinayetlerine, çocuk işçiliğine, hayvanlara yönelik katliamlara karşı ortak mücadele hattı kurulmalıdır. Irkçılık kapitalizme hizmet eder. Irkçılığın kendine en kolay alan bulduğu yer ise göçmen düşmanlığıdır. Irkçılıkla mücadele, göç politikaları üzerinden atlanarak yapılamaz. Irkçılıkla ve kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ile mücadelenin yolu göçmenlerle dayanışmak, taleplerin ortak olduğunu görmek ve göstermek ve sendikal mücadele başta olmak üzere birleşik örgütlenme sağlamaktır” ifadeleriyle son buldu. (İzmir/EVRENSEL)

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et