İsrail’in saldırıları ekosistemi de etkiledi
Filistin Biyoçeşitlilik Koruma ve Sürdürme Enstitüsünün başlatmış olduğu bir bağış kampanyası üzerine Enstitünün Başkanı Prof. Dr. Mazin Kumsiyeh ile konuştuk.

Fotoğraf: AA | Kolaj Evrensel
Anıl KARAHAN
Ankara
İsrail devletinin Filistin’e yönelik Aksa Tufanı sonrasında başlatmış olduğu savaşın üzerinden 1 yıldan fazla zaman geçti. Bu süreçte kadın, çocuk, yaşlı demeden 50 bin civarında insanın ölümüne sebep olan İsrail için bu çatışma yeni değil. İsrail’in “vadedilmiş topraklar”a BM kararı ile yerleştirilmesinden bu yana, yani 70 yılı aşkın süredir, Filistin ve çevredeki ülkelere yönelik saldırı hiç durmadan devam etti. Aktif savaş dönemleri dışında ise İsrail askerlerinin sürekli Filistin topraklarında bulunmaya devam etmesi, askeri yapılanmaların bu topraklar üzerinde devam etmesi gibi sayısız uygulamayla hem Filisin halkına hem de doğasına yönelik saldırıları hız kesmeden sürdü. Savaşın en büyük sonuçlarından birisi olan binlerce insanın ölümünün tartışılmaması ve bu soykırımın görmezden gelinmesi kabul edilemezdir. Ancak, saldırıların sonuçları ne yazık ki şu anda kaybettiğimiz binlerce insanla sınırla kalmayacak. İsrail devleti yerleştiği günden bugüne Filistin topraklarına ve ekolojisine zarar vererek hem şu anı kapsayan hem de önümüzdeki on yıllar boyunca etkilerini derinden hissedeceğimiz sonuçlara yol açıyor. Bu söyleşiyle birlikte savaşın doğaya olan etkisinin uzun vadede insana ve topluma olan etkilerini incelemeye çalışacağız. Gazetemizde savaşın politik, iktisadi ve birçok ayağını incelemeye çalıştığımız birçok yazı bulunmakla birlikte savaşın diğer bir yüzü olan bu meseleyi de ele almanın savaşın sonuçlarının topyekûn değerlendirilmesi açısından önemli olduğu düşüncesindeyiz.
Geçtiğimiz aylarda Filistin Biyoçeşitlilik Koruma ve Sürdürme Enstitüsünün uluslararası arenada tüm insanlara ve özellikle de bilim insanlarına yönelik çağrıyla başlatmış olduğu bir bağış kampanyası üzerine Enstitünün Başkanı Prof. Dr. Mazin Kumsiyeh ile iletişime geçtik. Bethlehem Üniversitesinde öğretim hayatına devam eden Kumsiyeh, aynı zamanda savaşın doğaya ve bunun sonucu olarak da insanlara olan zararlarını uzun zamandır çalışan, bu konuda birçok makale yayımlayarak dünyanın dört bir yanında seminerler veren bilim insanlarından biri.
Savaşın şu anda Filistin ekolojisine olan etkilerini konuşmadan önce Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’daki canlı çeşitliliği, ekoloji ve biyoçeşitlilik koruma çalışmaları ne durumda? Savaş öncesinde bu bölgenin biyoçeşitliliğine dair ne gibi bilgiler bulunuyor? Bu bilgileri toplamak ve bu alana dair çalışmalar yapmanın önünde engeller var mıydı, varsa ne gibi engellerle karşılaşıyordunuz?
Filistin, bulunduğu enlem için oldukça zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip bir bölgedir. Bu zengin biyolojik çeşitlilik, jeolojik yapıdan kaynaklanmaktadır (Yüksek dağlar ile yeryüzünün en alçak noktası olan Ürdün Vadisi gibi farklı topografyaya sahiptir). Yazları kuru, kışları yağışlı ılıman bir iklim ve bu jeolojik yapı, verimli topraklar ve çeşitli habitatlar sunarak bölgeye tür zenginliği kazandırmıştır. Filistin’de 5 binden fazla bitki türü ve 50 binden fazla hayvan türü yaşamaktadır. Bu tür zenginliği, ilk insanların yabani bitki ve hayvanları evcilleştirme ve bu sayede avcı-toplayıcı topluluklardan pastoralizm ve tarıma geçiş yapma yeteneğini mümkün kılmıştır (yaklaşık 12 bin yıl önce). Bu nedenle Filistin, Bereketli Hilal'in batı kısmını oluşturmaktadır.
Ancak yerel türlerin sayısı, insan faaliyetleri nedeniyle azalmaktadır. Bölge fauna ve flora açısından incelenmiş olsa da daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Bu alandaki ekolojiye dair çalışmalar, sömürgecilik tarafından engellenmektedir. İsrail sömürgeciliği, yerel halkı güçsüzleştirirken kendi yönetimlerini güçlendiren bir süreçtir. Bu rejim hem insanlara hem doğaya zarar vermekte ve insanların doğayla olan binlerce yıllık uyumlu bağlantısını (Yerli halkların doğayla nispeten uyum içinde yaşadığı bir ortak evrim sistemini) bozmaktadır.
TARIMDAKİ YIKICI ETKİ DİKKAT ÇEKİCİ
Yazılarınızda durumu hem aktif savaş süreçleri hem de savaş öncesi süreçler olarak ele alıyorsunuz. Savaş öncesi süreçler açısından ise özellikle İsrail’in askeri yerleşimlerinin ve silahlanma çalışmalarının etkilerinden bahsediyorsunuz. Aktif savaş öncesi İsrail saldırılarının Filistin’deki tahribatın boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sömürgeciliğin açık bir hedefi vardır: İnsanları dışlayarak yeni bir manzara ve gerçeklik yaratmak. Bu, yerel halklar için yıkıcıdır (etnik temizlik ve soykırım) ve doğa için de yıkıcıdır (Yabancı hayvan ve bitkilerin getirilmesi, arazi yapılarının değiştirilmesi/tahribata uğraması vb.). Bu süreçte sömürgeci şiddet hem aralıklı hem de sık bir şekilde kullanılır. Ancak zarar, toprak kullanımının değiştirilmesi, sömürge yerleşimlerinin (endüstriyel, konut, askeri) inşası, doğal kaynakların aşırı kullanımı ve hatta su havzalarının değiştirilmesi gibi farklı düzeylerde gerçekleşir. Örneğin, İsrail’in askeri yerleşimleri ve güvenlik duvarı hem hayvanların doğal yaşam ortamlarını tahrip etmekte hem de bitki örtüsünü olumsuz etkilemektedir. Diğer bir yandan tarım arazilerinin imhası veya su yollarının yönlendirilmesi (Batı Şeria’da su kontrolü İsrail’in elinde) tarıma doğrudan bir tehdittir ve hem açlık hem de toprakların kuraklığı gibi ciddi sorunlara yol açmaktadır.
Aktif savaş sürecinde İsrail’in saldırılarının Filistin’deki doğa ve ekoloji zararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunların boyutu ne durumdadır ve toplumu nasıl etkileyecektir? Savaşın bittiği koşullarda bile bu etkiler Filistin halkını uzun vadede nasıl etkileyecektir?
Ön çalışmalar, Gazze halkına yönelik devam eden soykırım saldırısının çevreye verdiği büyük zararı gösteriyor. Evlerin yüzde 70’inden fazlası yok oldu. Tüm üniversiteler ve çoğu hastane hasar gördü, bu da onların işlevsiz hale gelmesine yol açtı. Sokağa, su ve kanalizasyon tesislerine yönelik altyapı tahribatı ise kasıtlı şekillerde gerçekleştirildi. Yerel ve uluslararası uzmanlardan oluşan ekipler tarafından yapılan uzaktan algılama çalışmalar yüzde 60’tan fazla sera zararı ve bunun çok daha fazlası olan açık yeşil alanların (hem tarımsal hem de vahşi bitki örtüsü alanları) yok olduğunu gösterdi. Bu çalışma yakında yayımlanacak. Bu tahribat, İsrail savaş planlarının zamanlamasına paralel bir şekilde ilerlediği çok net bir şekilde gözükmektedir.
Özellikle, savaşın tarım alanları üzerindeki yıkıcı etkileri dikkat çekicidir. Diğer önemli bir nokta ise su altyapısı, kanalizasyon sistemleri gibi temel altyapıların yok edilmesidir. Bu tür sistemlerin çökmesi, sadece insani krizi derinleştirmekle kalmaz, aynı zamanda çevresel açıdan da sürdürülemez yaşam koşullarına yol açar. Bu tahribat, uzun vadede yeniden yapılanmayı ve çevresel sürdürülebilirliği zorlaştırmaktadır. Gazze'deki savaşın ekosistem üzerindeki etkisi, sadece tarım alanları ve ağaç örtüsüyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda biyolojik çeşitliliği de büyük ölçüde tehdit etmiştir. Savaşın başladığı tarihten itibaren bölgedeki yeşil alanların tahribatı ilerledikçe, bu alanlar hayvanların beslenme, barınma ve üreme yerlerini kaybetmelerine neden olmuştur. Özellikle ormanlar, çalı örtüsü ve sulak alanlar gibi ekosistemlerin yok edilmesi, çeşitli kuş türleri, sürüngenler ve küçük memelilerin yaşam alanlarını yok etmiştir. Uzmanlar, bu tahribatın biyolojik çeşitliliği etkileyerek, yerel hayvanların çoğunun hayatta kalmasını zorlaştıracağını belirtmektedir.
EĞİTİM KURUMLARI CİDDİ DERECEDE ZARAR GÖRDÜ
Şu an Filistin’de bulunan araştırma merkezleri, üniversiteler ve bilim üretimi gerçekleştirilen yerler ne durumda? “Palestine Institute for Biodiversity and Sustainability” (Filistin Biyoçeşitlilik Koruma ve Sürdürme Enstitüsü) olarak başlatmış olduğunuz bağış kampanyası ile neyi hedefliyorsunuz?
(Bu sorunun cevabı için Prof. Dr. Kumsiyeh’in isteği üzerine henüz yayımlanmamış makalesi özetlenmiştir.)
Filistin’deki yükseköğretim, İsrail’in yerleşimci-sömürgeci politikaları ve saldırıları tarafından sürekli olarak tehdit altındadır. 1948’de İsrail’in kuruluşu ile birlikte, Filistinli eğitim kurumları büyük zarar görmüş ve 1967’deki işgalden sonra da eğitim gelişimi engellenmiştir. Özellikle 1987-1991 yılları arasında Birinci İntifada sırasında üniversitelere yapılan saldırılar yoğunlaşmış ve “eğiticide” (okulculuk) olarak adlandırılan bu süreç, yerli halkın yok edilme mantığıyla şekillendirilmiştir. Gazze’ye yapılan son saldırılar, 7 Ekim 2023’te başlayıp şu ana kadar devam etmekte ve önceki saldırılardan daha yıkıcıdır. Gazze’deki üniversiteler ve eğitim kurumları hedef alınmış; 90 bin öğrenci eğitimine devam edememiş, en az 231 eğitimci öldürülmüş ve 707’si yaralanmıştır. Ayrıca, 4 bin 237 öğrenci hayatını kaybetmiş ve 7 bin 800’ün üzerinde öğrenci yaralanmıştır. Eğitim almak ve toplum inşa etmek, İsrail işgali altındaki Filistin’de direnişin bir biçimi olarak kabul edilmektedir (Hennawi, 2011; Qumsiyeh, 2012). Önceki isyanlar sırasında, İsrail’in yükseköğretime yönelik saldırılarıyla birlikte, kurumlar eğitimi “direniş araçları” olarak geliştirdiler. Örneğin, 1987-1991 yılları arasındaki Birinci İntifada sırasında, üniversiteler zorla kapatıldığında, pek çok üniversite; öğretmenlerin evlerinde, camilerde ve diğer topluluk yerlerinde gizli dersler düzenlemiştir. Filistinli yükseköğretim çevrim içi olarak devam etmiştir. Yükseköğretim, ulusal hedeflerin gerçekleştirilmesi için kritik olarak görülmüştür; bu hedefler arasında dönüş hakkı, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı yer almaktadır. İsrail’in son saldırısının ardından, Birzeit ve Beyt Lahim Üniversiteleri öğretim üyeleri özel bir eylem programı yayımlamıştır. Gazze'deki akademi için yapılabilecek şeyler sınırlı olsa da geçmişte bazı şeyler yapılmış ve yeniden iyileştirme sağlanmıştır.
Yapılabilecekler 8 başlık altında özetlenmiştir:
- Dünyadaki akademisyenlerin bu mücadeleye katılımı artmalı ve genişletilmelidir.
- Tehlike altındaki akademisyenler için güvenli barınma alanları sağlanmalıdır.
- İsrail üniversiteleri, işledikleri suçlara ortak oldukları için boykot edilmelidir.
- Birçok üniversite, Filistin’e destek vermek ve özgürlükleri savunmak için baskı altında kalmaktadır; bu tür baskılarla mücadele edilmelidir.
- Çatışmanın sona erdirilmesi için adalet ve insan hakları temelinde bir mücadele yürütülmeli, eğitim hakkı savunulmalıdır.
- Eğitim sistemleri, topluluğa dayalı çözümler geliştirerek yeniden yapılandırılmalıdır. Bu, halkın mirasına, mücadelesine ve özgürlük mücadelesine duyulan gururla yapılmalıdır.
- Eğitim kurumları, tüm seviyelerde, topluluk temelli çözümler sunmalıdır.
- Filistinli üniversiteler arasında, birbiriyle bağlantılı ve tamamlayıcı bir ağ kurulmalıdır. Bu sayede, bir kısmı saldırıya uğrasa bile, diğer bölümler eğitimine devam edebilir.
"DAHA İYİ BİR GELECEK İÇİN ÇALIŞMALIYIZ"
Yıllardır kendi alanınızda bilimsel çalışmalar yapmanın yanı sıra savaşın ekoloji ve insan hayatına olan etkilerini de ortaya çıkartan ve mücadele eden bir bilim insanısınız. Savaş süreçlerinde bilim insanlarının rolü sizce nasıl olmalıdır? Meslektaşlarınıza buradan da vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Bilim insanları, toplumlardan ayrılmış, “araştırma” yaparak gerçek yaşam problemleriyle doğrudan ilgisi olmayan bir şekilde “fil dişi kulelerinde” yaşayamazlar. Eğitimler gerçekleştirmeli ve toplumlarının gerçek problemlerine yönelik uygulamalı araştırmalar yapmalıdırlar. Çalışmalarıyla hayatı daha iyi hale getirmelidirler. Bu, toplumların sömürgecilik, etnik temizlik ve soykırım gibi felaketlerle karşı karşıya olduğunda daha da önemli hale gelir. Daha iyi bir geleceği hayal etmek ve bunun için çalışmak, daha insan ve insancıl olmayı sağlar bu da bilim insanı/akademisyen olmanın nihai amacıdır.
Evrensel'i Takip Et