Yeni e'den Lenin ve Kültür Sempozyumu: "Sovyetler nostaljik bir deneyim değil"
Yeni e dergisinde Lenin'e ilişkin hazırlanan dosyanın ardından Lenin ve Kültür Sempozyumu gerçekleştirildi. Ekim Devrimi ve sanatın çeşitli dallarındaki etkisi ile Lenin'in fikri konuşuldu.
Fotoğraf: Evrensel
Yeni e dergisinin bir önceki sayısında yer alan Leninn dosyasından hareketle düzenlediği "Lenin ve Kültür Sempozumu" gerçekleştirildi. Sempozyumun ilk oturumunda 'Rus Edebiyatı ve Lenin' başlığıyla Fırat Sözeri, '1917 Devrimi'nin Tiyatrosunda İşçi Sınıfının Radikalizmi ve Lenin' başlığıyla Bilge Seçkin Çetinkaya ve 'En Önemli Sanatın Kahramanı: Lenin ve Sinema' başlığıyla Doğuşcan Göker yer aldı. İkinci oturumda ise 'Kahrolsun partisiz edebiyatçılar?' başlığı ile Nuray Sancar, 'Sovyetlerin Şafağında Lenin ve Müzik' başlığı ile Barış Yıldırım, 'Lenin: Mücadele hâlinde bir sınfın teorisi' başlığı ile Hakkı Özdal konuştu.
"İNSANLARIN SANATLA KURDUĞU İLİŞKİ BAŞTAN DEĞİŞMELİ"
Açılış konuşmasını Yeni e dergisinin editörü Burak Bağçeci yaptı. Öncelikle hayatını kaybeden Tevfik Taş'ı anarak konuşmasına başlayan Bahçeci, 2024'ün Lenin'in ölümünün 100. yılı olduğunu hatırlatttı. Hem Lenin dosyasını hazırlarken hem de sempozyumu düzenlerkenki motivasyonlarını anlatan Bağçeci, "Sovyetler Birliği nostaljik bir deneyim gibi tartışıldığına çokça şahit oluyoruz. Ancak bunları konuşmak sadece nostaljik bir diyalog değil, öğreneceğimiz pek çok şey olduğunu düşünüyorum" dedi. Sovyetler Birliğinde kültür politikalarının 'üstenci bir eğitim yaklaşımında' olmadığını vurgulayan Bağçeci; piyano çalan bir asker ve fabrikalarda verilen klasik müzik konserlerine ilişkin fotoğrafları hatırlattı. Lenin'in kültür anlayışının 'burjuva kültürün en gerici unsurlarının ortadan kaldırılması' olarak özetlenebileceğini söyleyen Bağçeci, "Sömürü ilişkileri ortadan kaldırılmadan kültür ve sanat alanında ilerleme mümkün değil. İnsanların sanatla kurduğu ilişkinin baştan değiştirilmesi gerekir. Başta boş zaman, ekonomik erişim gibi konular olmak üzere baştan bir dönüşüm gerekli" dedi.
Ardından Lenin ve Rus edebiyatına ilişkin Fırat Sözeri konuştu. 1900'lerin başına kadar Rus edebiyatının gelişimini ve önemli isimlerini anlatan Sözeri, Rusya'da dönemin öne çıkan edebi figürlerinin aynı zamanda siyasi aktörler olduğundan politik bahsetti. Rus edebiyatında yer alan 'gereksiz adamlar' tiplemelerinin 'toplumdan önce doğan ve fikirleri halka karşılık bulmayan insanlar' olarak anlatan Sözeri, Oblamov'un atıllığının ise 'artık toplum lmasına rağmen bu defa da topluma göre hantal kalan aydınların atıllığını' simgelediğini ifade etti. Lenin'in de erken yaşlarından itibaren edebiyatla içli dışlı olduğunu, Almanca öğrenerek Dünya edebiyatını da okuduğunu söyleyen Sözeri; güçlü edebiyat geleneğinin sadece Lenin ile sınırlı kalmadığını ve edebi metinlerde geçen tiplemeleri sık sık politik metinlerinde kullandığını ifade etti, çeşitli metinlerden alıntılar paylaştı.
"SİNEMA SSCB SAYESİNDE SANAT OLDU"
Ardından Bilge Seçkin Çetinkaya tiyatro ve devrim arasındaki ilişkiden söz etti. Osmanlı'da 1900'lerin başında seyirci kitlesi 10 bin kişilere varan kitlesel tiyatro gösteriler, yapıldığını anlatan Çetinkaya; Harbiye'de binklerce kişinin izlediği 'Vatan yahut Silistre' oyununu anlattı. Sadece İstanbul'da değil Selanik, İzmir, Samsun, Diyarbakır gibi imparatorluğun dört yanında sokaklarda tiyatro oyunları oynadığını ifade etti. Bu hâli 'tiyatro salgını' olarak ifade eden Çetinkaya, tiyatronun alabileceği işlevi ise 'zorunluluklar alanı'nın dışında hissedebilmek, duyabilmek, deneyimleyebilmenin bir aracı haline gelebileceğini söyleyerek anlattı, "Önemli olan gündelik yaşamın estetik ve kültürle inşası. Çünkü bu üretim ilişkileriyle daha az duyuyoruz, daha az hissediyoruz" dedi. Sanat ve kültürün yabancılaşmayı aşmakta bir araç olabileceğini söyleyen Çetinkaya, "Ardından bir tiyatro salgını gelmeyen bir siyasi dönüşüme devrim diyemeyiz" dedi. Tiyatronun aristoklatlardan, elitlerden işçilere ve köylüye inmesiyle izleyicinin müdahalesinin, tiyatorda sahne ve izleyici arasındaki hiyerarşinin ortadan kalkmasında önemli olduğunu ifade etti. Lenin'in 1905 devrimine '1917'nin kostümlü provası' dediğini hatırlatan Çetinkaya, 'Proletkült'ün tiyatroyu nasıl kullandığını ve buna ilişkin Lenin'in eleştirilerini anlattı.
Daha sonra Doğuşcan Göker'e söz verildi. Sinemadan bahsetmeye başlarken sinemanın bir sanat haline gelmesinin en büyük nedenlerinden birinin SSCB olduğunu anlatan Göker, ilk hareketli görüntüler ortaya çıktığında bunun korku yarattığını ve sinemanın bu nedenle 'büyülü fener' anlamına geldiğini söyledi. Sinemanın diğer sanatların aksine alt sınıflarca daha çok benimsenen bir dal olduğunu anlatan Göker, "Çünkü bir sinema filmi izlemek için ne okuma yazma ne de bir eğitim gerekir. Görmek yeterlidir. Ve bunu en önce Lenin ve Charlie Chaplin keşfetmişti" dedi. Sovyetler Birliğinde sinemanın okur yazar olmayan halklara ulaşmak için ajitasyon-propaganda trenleriyle taşınarak eğitim için kullanıldığını örnek verdi. Sinemanın doğru kullanıldığında bir devrimin aracına dönüşebildiğini ifade eden Göker, Sergei Eisenstein ve montaj yönteminin Dünya sinema sanatı açısından önemini anlattı. Sinemanın en enternasyonel sanat türlerinden biri olduğunu ifade eden Göker, sinemanın algı ve gündelik yaşamı inanılmaz etkilediğini vurguladı.
Aranın ardından Barış Yıldırım Ekim Devrimi ve müziğe ilişkin konuştu. 1917'de dünya ezilenler tarihi açısından en önemli anın gerçekleştiğin, söyleyen Yıldırım, Sovyetler Birliğiyle beraber o zamana dek süren tüm değerlere meydan okunduğunu, sanatın da bunun önünde gittiğini ifade etti. Tüm sanatın kendini yeniden keşfettiğini vurgulayan Yıldırım, "Yeni dönemin, devrimin müziğinin nasıl olması gerektiği sorusu ortaya çıktı" dedi. Bununla berabere müziği tamamen yenilemek ve geçmişteki geleneği taşıyarak yenilemek üzerine tartışmalar çıktığını söyleyen Yıldırım, "Ama asıl olan sanatı tüm topluma iletmekti" dedi. Bir sanatçının 'devrimde bir konser bile iptal edilmedi' dediğini ifade eden Yıldırım, devrimle müziği birleştirme tartışmalarını anlattı. Bu amaçla etnomüzikoloji çalışmalarının SSBC'de başladığını; balalayka, akordiyon gibi müzik aletlerinin dağıtıldığını örnek veren Yıldırım, bu çalışmaların Katyusha gibi meşhur parçaları doğurduğunu örnek verdi.
Ardından Nuray Sancar'a 'Kahrolsun partisiz edebiyatçılar?' başlığı için söz verildi. Lenin'e ait bu ifadenin bugün 'provokatif' algılanabildiğini ifade eden Sancar, bu sözün söylendiği ortamın anlaşılması gerektiğini ifade etti. Rusya'nın devrim öncesinde 'çalkalanmakta' olduğunu ifade eden Sancar, "Bu ortamda Rus aydınları da oldukça gelişkin bir durumda. Rusya biraz bize benziyor. Osmanlı'nın son dönemlerinde olduğu gibi Rus aydınları da Batı birikimine yaslanıyor" dedi. Tüm bu hareketliliğin devrimin habercisi olduğunu vurgulayan Sancar, "Kır ilişkilerinin çözülmeye başlandığı yıllarda üniversite 'Narodnikler' diye isimlendirilen öğrencilerin köylülere propaganda yaptığını, köylere gittiğini görüyoruz" ifadelerini kullandı. Lenin'in 'işçi sınıfına bilincin dışarıdan götürüleceği' yönündeki ifadesinden bahseden Sancar, Lenin'in işçi sınıfı ve aydınlar arasındaki ilişkiyi nasıl gördüğünden bahsetti. Aydınları partiye çağırırken koşulun parti programına uymak olduğunu söylediğini vurgulayan Sancar, Lenin'in partinin aynı zamanda bir okul olduğunu düşündüğünü ifade etti. Lenin ve Sovyetler Birliğinin yalnızca bir 'anı' olmadığının altını çizen Sancar, "Bu deneyimler bizim için birer ders niteliğinde. Bugün bu söz (kahrolsun partisiz edebiyatçılar) provokatif algılanabilir çünkü özellikle Soğuk Savaş döneminde örgütlü bir mücadeleye o kadar fazla saldırılmıştır ki sınıfların var olduğunun dahi söylenmesi arkaik bir şeymişçesine tepki çeker" dedi. 1 Mayıs, devrimin yıl dönümü gibi günlerin sanatçıların kenti sahne gibi kullanması ile geçtiğini ifade eden Sancar, "Bu işçi sınfı ve aydınlar, kafa ve kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kalktığı hâl devrim sonrasında da sürmüştür" dedi.
Ardından Hakkı Özdal'la devam edildi. Özellikle Suriye'deki yeni gelişmelerle dünyayı Lenin gibi anlamayı gerektirdiğini ifade eden Özdal, önce Lenin'in sanayileşmeye başlayan bir tarihte doğduğunu ve bu ortamdan beslendiğini anlattı. Lenin'in her dönemde yaygın akımlarla tartıştığını vurgulayan Özdal, bunun ilk önce 24 yaşında henüz çok erken bir tarihte "Halkın dostları kimlerdir ve sosyal demokratlara karşı nasıl savaşılır?" broşürü ile başladığını ifade etti. Ardından çeşitli sapmaların yaşandığı Menşevik akımlara karşı "Ne yapmalı?" ile bunu sürdürdüğünü vurgulayan Özdal, "Rus sosyalizminin" bu müdahalelerle doğrudan işçi sınıfı içerisinde ve işçi sınıfını muhattap alarak gelişmesini sağladığının altını çizdi. Daha sonra Materyalizm ve Ampiryokritisizm ile liberal aydınlar ve burjuvazi içerisinde yaygınlaşan metafiziksel akımlara cevap olduğunu, emperyalizm broşürünün ise sosyal şovenizme karşı bir müdahale olduğunu ifade etti. Lenin'in devrimden sonra asıl olarak ilhaksız, tazminatsız bir barış ve toprağın köylüye, endüstrinin işçi sınıfına devri talepleri etrafında söylemini sürdürdüğünü vurguladı. Özdal sözlerini uzun uğraşlarla Kremlin'de çanlarla günde bir defa Enternasyonel çalınmasının eski zamanları sembolize eden kilise çanları ile devrimin simgesi haline marşın çalınmasının bu dönüşümün önemli sembollerinden biri olduğunu söyleyerek tamamladı. Ardından sempozyum soru-cevap bölümü ile sonlandırıldı. (İstanbul/EVRENSEL)