09 Aralık 2024 04:19
Son Güncellenme Tarihi: 09 Aralık 2024 07:22

Arap basınında Suriye: ‘Benzeri görülmemiş sonuçları olacak’

Suriye'de Esad yönetimi 2011’de başlayan iç savaştan 13 yıl sonra devrildi. Arap basınında, Suriye’deki gelişmelerin benzeri görülmemiş siyasi sonuçlara yol açacağı görüşü hakim.

Fotoğraf: Celal Güneş/AA

Paylaş

Yusuf ERTAŞ

Suriye’de Esad yönetimi 27 Kasım’da başlatılan Hayat Tahrir el Şam yönetimindeki saldırılara karşı koyamadı. Müttefikleri İran ve Rusya’dan da yardım alamayan Suriye ordusu kısa süre içinde Halep, Hama, Humus ve son olarak dün başkent Şam’dan da çekildi. Esad yönetimi 2011’de başlayan iç savaştan 13 yıl sonra devrildi.

Arap basınında, Suriye’deki gelişmelerin benzeri görülmemiş siyasi sonuçlara yol açacağı görüşü hakim. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli Al Halic Yazarı Abdullah Senavi “Suriye krizi, Ortadoğu’nun haritalarını değiştirebilecek varoluşsal meydan okumalar sunuyor ve kaos senaryoları artık gözle görülür hale gelmiş durumda” diye yazdı. Umman merkezli Umman Daily Gazetesi Yazarı Muhammed Cemil Ahmed de “Bu büyük askeri hareketliliğin muhtemelen daha önce yaşanmamış siyasi sonuçlara yol açacağı oldukça netleşmiştir” dedi.

Mısır’da yayımlanan Aşşuruk gazetesine yazan Halid Sayed Ahmed de Suriye için iki ihtimale dikkat çekti: “Birincisi, Suriye’nin etnik ve mezhepsel temellere dayalı olarak birden fazla devlete bölünmesi. İkincisi, Suriye’nin Arap çehresini, dinsel açıdan aşırılıkçı, Afganistan’daki Taliban devletine benzeyen ve daha sonra Suriye’nin Arap Birliğinde yer almasını talep edebilecek bir devlet lehine değiştirmektir!”

‘TÜRKİYE’NİN DESTEĞİ, İRAN VE RUSYA’NIN OYALAMASI’

Katar merkezli El Cezire Televizyonuna konuşan, Katar Georgetown Üniversitesi’nde profesör olan Mehran Kamrava, bölgeyi yıllarca etkileyecek “tarihi bir gün” yaşandığını söyledi. Kamrava’ya göre Suriyeli muhalif gruplar, “Türkiye’nin desteği ve İran ile Rusya’nın oyalamaları” sayesinde Suriye’yi ele geçirebildi.

İran ve Rusya’ya atıfta bulunarak “Görünen o ki onlar da duvardaki yazıyı gördüler ve Esad yönetimindeki Suriye devletini desteklemeye devam etmenin kaybedilecek bir dava olduğunu ve bu işe yeterince para, kaynak ve insan gücü yatırdıklarını anladılar” dedi.

“Bence bir noktada hem Tahran’da hem de Moskova’da kayıplarını azaltma ve dikkatlerini başka bir yere yönlendirme kararı alındı” dilen Kamrava, bunun İran liderliğindeki direniş ekseninin “artık sönümlendiği ve İran’ın İsrail ve ABD’ye karşı muhtemelen daha aşırı caydırıcılık yöntemlerine başvuracağı” anlamına geldiğini savundu. Kamrava ayrıca Türkiye’nin, Joe Biden yönetiminin Suriye konusunda gösterdiği “felç” halini bir hamle yapmak için kullandığını ileri sürdü.

SAHA, MASADAN HIZLI İLERLEDİ

Bu arada yoğun diplomatik hareketlilik dikkat çekti. Hafta başında ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere, Suriye’de çatışan taraflara gerilimi düşürme çağrısında bulundu. Irak, Suriye ve İran dışişleri bakanları da, geçtiğimiz hafta cuma günü Bağdat’ta yaptıkları toplantı sonrasında, “Suriye’nin güvenliğine yönelik tehditlerin, bölgenin istikrarı için genel bir tehlike oluşturduğunu” belirterek, “diplomatik koordinasyon, iş birliği ve istişarelerin gerekliliğine” vurgu yaptılar. Yine, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Irak ve “Astana süreci” ülkeleri olan Rusya, İran ve Türkiye dışişleri bakanları ortak bildirisinde, “Askeri operasyonların durdurulması ve sivillerin korunması için tüm tarafların Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulmak üzere çaba göstermesi gerektiği” ifade edildi. Ancak cihatçıların ilerleyişi Doha  sonrası da sürdü ve dün sabaha doğru Şam’ın düştüğü haberleri geldi.


SURİYE’DE SICAK BİR KIŞ

Muhammed Cemil AHMED
Umman Daily

Ortadoğu’daki durumların, iç içe geçmiş krizler nedeniyle çok yönlü ve farklı mekanlarda birbiri ile bağlantılı bir ilişkiler ağını yansıttığı çok açıktır. Bu durum, Hizbullah-İsrail ateşkes anlaşmasının imzalandığı gün (önceki çarşamba) Nusra Cephesi ve Suriyeli silahlı grupların Suriye’nin kuzeyinde faaliyet göstermesiyle yaşanan dramatik olaylarla açıklanmaktadır. Dolayısıyla, 2011’den sonra Arap Baharı’nın patlak vermesinden bu yana Arap bölgesinin birçok yerindeki karmaşık durumların beklenmedik olasılıkları yansıttığı ve jeopolitik koşulların uygun olduğu her an çelişkilerin patlama potansiyeline sahip olduğu söylenebilir. Bu, bölgedeki birçok dosyanın hâlâ hareketsiz olduğunu, ancak bu hareketsizliğin onların sona erdiği anlamına gelmediğini; aksine, her an patlayabilecek bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.

Gazze’den Lübnan’a, Suriye’ye ve (muhtemel bir başka turda) İran’a kadar olaylar bir yerden diğerine geçiyor ve beklentiler karmaşık bir hal alıyor. Çünkü bu bölgedeki krizlerin görünürdeki karmaşıklığı ve bölgede yaşanan bölgesel ve uluslararası müdahaleler burayı istikrarsız bir bölge haline getirdi.

Dolayısıyla önümüzdeki günlerde Suriye’deki sıcak ve eşi benzeri görülmemiş olayların yeni bir bölümüne tanık olacağız. Çünkü Suriye sahasındaki çatışmanın itici güçlerinde yaşanan yeni gelişmeler, çatışmanın bu denli dramatik bir şekilde gelişmesinde büyük rol oynayan yeni uluslararası ve bölgesel jeopolitik faktörleri de beraberinde getirdi.

Örneğin, Ukrayna’da Rusya’ya yönelik Amerikan-Avrupa baskısı, İsrail’in İran üzerindeki baskısı ve seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump’ın geri dönüşü gibi faktörler, bölgedeki birçok dosyayı harekete geçirmek için yeterli oldu.  Suriye’deki durum, bu “sıcak kış” sürecinin en belirgin adayı haline geldi. İç krizler nedeniyle Suriye, çok sayıda uluslararası, bölgesel ve yerel gücün tehlikeli bir şekilde karşı karşıya geldiği çok taraflı bir arenaya dönüştü.

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, Suriye’de yabancı milisler ve Rus çıkarlarına karşı Nusra Cephesi (HTŞ) ile silahlı gruplar tarafından yapılanların kendileri için rahatlatıcı ve memnuniyet verici olduğunu tamamen idrak etmektedir. Öte yandan, Suriye’deki silahlı gruplar, Şam ile ertelenmiş hesaplaşma savaşlarının yeni bir bölümünü yürütüyor gibi görünüyor. Türkiye ise, geçen çarşamba gününden bu yana dramatik olayların yönlendiricisi olan denge unsuru konumunda.

Suriye’deki durum, son yıllarda birçok bölgesel ve uluslararası müdahalenin ardından sakin bir görünüm sergilemişti. Ancak bu sakinliğin, gerçek bir huzurdan ziyade fırtına öncesi sessizliğe benzediği açıkça görülmekteydi (…)

Eski denklemler bölgesel ve uluslararası düzeyde meydana gelen büyük jeopolitik değişimler nedeniyle artık etkisiz hale geldi. ABD ve İsrail’in yeşil ışığıyla Suriye’nin kuzeyindeki olayları yönlendiren Türkiye, Şam’ın değişme ve yeni denklemleri kabul etme becerisi göstermesi halinde çatışmanın kontrol altına alınabileceğine dair iddiasını sürdürüyor (…)

Her halükarda, bugün Suriye’de yaşananlar ya eski istikrar denklemlerinin değiştirildiği yeni düzenlemelerle sona erecek ya da çatışma kanlı, şiddetli ve benzeri görülmemiş bir şekilde alevlenecek!


MUHALEFETİN BİRDEN FAZLA CEPHE AÇMASI ESAD’I ZOR DURUMDA BIRAKTI

Middle East Online

İran, Rusya ve Hizbullah, 2011 Suriye iç savaşını takip eden yılların aksine, kendilerini müdahale edecek ve güç dengesini Suriye rejimi lehine değiştirecek bir konumda bulmadılar.

Ordu, hem teçhizat hem de insan kayıpları vererek, birçok stratejik bölgeden “yeniden konuşlanma” adı altında geri çekilmek zorunda kaldı.

Türkiye’nin desteklediği, başını en büyük radikal İslamcı grup olan Heyet Tahrir el Şam’ın çektiği muhalif grupların düzenlediği ani saldırıların zamanlaması ise oldukça hesaplı görünüyor. Bu saldırılar, kısa süre öncesine kadar İran yanlısı diğer milislerle birlikte Suriyeli isyancılara karşı ön safta yer alan Hizbullah’ın, İsrail’in ağır darbeleriyle etkisinin azalmasıyla aynı döneme denk geldi.

İran da, mart 2011’deki iç savaş sonraki yılların aksine Esad’a güç dengelerini değiştirecek bir destek sağlayabilecek bir durumda görünmüyor. 2015 yılında askeri olarak müdahale ederek Suriye Devlet Başkanının lehine denklemi tersine çevirmeyi başaran Rusya da şu anda rejimi kurtarmak için ağırlığını koyabilecek bir konumda değil.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalif grupların başkent Şam’a doğru ilerleyişini sorunsuz bir şekilde sürdürme umudunu dile getirdiği açıklamaları, Türkiye’nin yakın geçmişte Esad ile uzlaşmaya çalıştığı dönemin ardından, Suriye rejimini devirme fikrine geri döndüğünü gösteriyor (…)


SURİYE... BİR ÇÖZÜM VE ANLAMA ÇABASI

Abdullatif el MUNAVİ
Mısri Al Youm/Mısır

Suriye’deki olaylar aniden ve hızla gelişiyor ve anlaşılması da zor.

Ebu Muhammed el Culani, eski el Kaide liderlerinden, sonra da eski IŞİD liderlerinden, şu anda ise Heyet Tahrir el-Şam lideri olarak, CNN’de konuştu, analiz yaptı ve dünyaya güven vermeye çalıştı. Amerikan ve İsrail, Heyet Tahrir el Şam Lideri Abu Muhammed Colani’yi farklı bir şekilde sunuyorlar ve onu silahlı gruplar ittifakının lideri olarak görüyorlar. İsrail’in Yediot Ahronot gazetesi, onun büyütülmüş bir fotoğrafını yayımladı ve altına şu başlığı koydu: “Esad’ın en kötü kabusu.”

Geçtiğimiz günlerde, Batılı bazı taraflar, kısa bir süre önce terörist olarak kabul ettikleri gruplarla siyasi çözümler bulmanın önemini dile getirmeye başladılar ve artık onları terörist olarak tanımlamaktan vazgeçip, onları silahlı muhalefet grupları olarak adlandırmaya başladılar. Aynı zamanda, silahlı gruplar, askeri operasyonları sonuna kadar sürdürmek yerine, Esad Hükümetinin siyasi sürece katılmayı kabul etmesine kadar bir süreliğine askeri eylemleri durdurmaya yönelik mesajlar gönderiyorlar. Bu yaklaşım, “muhalefet”e özgü bir yöntemdir ve milis gruplar ile cihatçı örgütlerin yöntemlerinden farklı.

29 Haziran 2014’te, Ebu Bekir el Bağdadi, Irak’ın Musul şehrindeki El-Nuri Camii’nde halka hitap ederek IŞİD’in kurulduğunu ilan etti. Geçtiğimiz 29 Kasım’da ise, on yılın ardından, Ebu Muhammed Colani, Halep ilini ele geçirdikten sonra Halep Kalesi’nin önünde batı kıyafetiyle, pantolon ve gömlek giymiş bir şekilde görünerek, Halep üzerindeki kontrolünü ilan etti. Bu, farklı bir imaj oluşturmak için yapılmış bir açıklamaydı.

Başka bir görünümünde ise, Colani, elinde cep telefonu tutarak bir tweet atarken dünya ile iletişimde olduğunu gösteriyor gibiydi. Ardından, yabancı ülkelerin büyükelçiliklerini ve “özgürleştirilmiş” bölgelerdeki azınlıkları rahatlatan bir açıklama yaptı. Hâlâ “özgürleştirilmeyen” illerdeki bu azınlıklara güvence verdi. Bu açıklamalarında ise, gerçek ismi olan Ahmed Eş-Şer’î ile imza attı, yani “Ebu Muhammed Colani” ismini kullanmayarak adeta yeni bir başlangıç ilan ediyordu.


SURİYE’DEKİ TEHLİKE

Halid Sayed AHMED
Aşşuruk/Mısır

Çoğu Arap ülkesinin, Suriye sahasındaki hızlı askeri gelişmeler karşısında sergilediği sessizlik, kayıtsızlık ve ilgisizlik olağan bir durum değildir. Dahası, bazı Arap medya organlarının, Suriye şehirlerini birer birer ele geçiren IŞİD mensuplarını, rejimi değiştirmeyi hedefleyen bir ulusal muhalefet olarak sunma çabası oldukça dikkat çekici. Bu durum hem bölgedeki dinamikleri hem de bu devletlerin gelişmeler karşısındaki tutumlarını sorgulamayı gerektirmektedir.

Belki de bazıları bize haklı bir soru soracaktır: Bu tutumda yeni olan nedir? Çünkü bazı Arap ülkeleri, bir yılı aşkın süredir Gazze Şeridi’nde işgalci siyonist tarafından Filistinlilere yönelik işlenen cinayetler, yıkımlar, aç bırakmalar ve kuşatmalar karşısında sessiz kalmıştır. Bu sessizlik, birkaç kınama ve protesto açıklamasından öteye geçmemiştir; bu açıklamalar ise ne bir katliamı durdurmuş ne korku içindeki birini korumuş ne de aç birini doyurabilmiştir.

Elbette bu doğru bir tespittir. Ancak Filistin halkına 7 Ekim’den bu yana yapılan saldırılar ve insanlık suçları yalnızca bir siyonist savaşı değildir; aynı zamanda tamamen Amerikan destekli bir savaştır. Dünyanın en güçlü, en etkili ve en nüfuzlu devleti olan Amerika Birleşik Devletleri, işgalci orduya, modern tarihin en korkunç etnik temizliğini Gazze halkına uygulaması için askeri depolarını, mali kaynaklarını ve siyasi-diplomatik desteğini sonuna kadar açmıştır.

Ancak Suriye’deki durum oldukça farklı görünüyor. Sahada Amerikan, İsrail, Avrupa, Rusya, İran ve Türkiye gibi birçok aktör yer almakta ve her biri kendi çıkarlarını korumaya ve mümkün olan en fazla kazancı elde etmeye çalışmaktadır.

Suriye krizine yönelik ortak bir Arap tutumunun olmaması artık kabul edilemez bir durumdur. Özellikle de sahadaki askeri gelişmelerin, el Kaide’ye bağlılıklarını ilan eden ve bazı lider kadroları daha önce IŞİD’de bulunan silahlı grupların büyük bir genişleme ve yayılma gösterdiği bir dönemde bu eksiklik daha da ciddi hale gelmektedir.

Bu durum, bölgeyi son derece tehlikeli iki senaryoyla karşı karşıya bırakmaktadır: Birincisi, Suriye’nin etnik ve mezhepsel temellere dayalı olarak birden fazla devlete bölünmesi. İkincisi, Suriye’nin Arap çehresini, dinsel açıdan aşırılıkçı, Afganistan’daki Taliban devletine benzeyen ve daha sonra Suriye’nin Arap Birliğinde yer almasını talep edebilecek bir devlet lehine değiştirmektir!


UFUKTA ENDİŞE VERİCİ PATLAMALAR

Abdullah SENAVİ
Al Halic/BAE

Aynı anda, bölgesel ve uluslararası sistemlerin yapısını sarsan depremlerle karşı karşıyaymışız gibi, derin stratejik değişimlere işaret eden üç patlama meydana geldi.

Bu patlama ve sarsıntıların merkezi, savaşların yayıldığı ve varlığını tehdit eden bir ortamda bulunan Arap dünyasının doğusunda yer alıyor. Suriye krizi, Ortadoğu’nun haritalarını değiştirebilecek varoluşsal meydan okumalar sunuyor ve kaos senaryoları artık gözle görülür hale gelmiş durumda. Bu, birinci patlamadır ve arka planında Gazze ve Lübnan savaşlarının etkileri bulunmaktadır.

Ukrayna’daki savaşın, karşılıklı tehditler ve gerilimlerle artan tırmanışı, nükleer bir tuzağa sürüklenme tehlikesiyle geniş bir kaosun habercisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu ise potansiyel ikinci patlamadır.

Uzak Asya’da, Güney Kore’nin demokrasi geleceği konusunda endişe duymasına neden olan “altı saat krizi” olarak adlandırılan olayda, güç dengeleri ve hesaplamalarda temel bir değişiklik meydana geldiği görülüyor. Bu, üçüncü patlama olarak, ABD ve Çin arasındaki uluslararası çatışmanın kurallarını ve dengelerini derinden etkiliyor.

ÖNCEKİ HABER

"Ayrılmak istediğimden beri hayatımı zehrediyor"

SONRAKİ HABER

Spotify askeri sanayiyi nasıl sessizce destekliyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa