11 Aralık 2024 03:00

Son sınıf bir öğretmen adayının deneyimleri

İrem

ODTÜ İngilizce Öğretmenliği

Bugün sosyal medyada, ekonomik durumu bizden çok daha iyi olan insanlardan ya da “grinding mindset” adı altında, genç mezunlara ve mezun olacaklara ahkâm kesenlerden gelen yorumları görmeye tahammülüm kalmadı. Ailesinin parasıyla gezen bir seyahat influencerının “gez” demesinden, eski Ankara ve İstanbul’un entelektüel atmosferinde büyüyen bir amcanın “Şu kadar yaşında şu kadar dil öğrenmiş ol” uyarılarından sıkıldım. Bu yüzden size, dört yıl boyunca giderek ağırlaşan bir yükün altında ezilen bir öğrencinin son yılında neler yaşadığını anlatmak istiyorum.

Dördüncü sınıf olmak, her şeyden önce aklı karışık olmaktır. Sabah devlette çalışmayı düşünerek uyanırsınız, akşam “Öğretmen Akademisi” gibi bir sistemin hayallerinizi nasıl yavaşça söndürdüğünü fark edersiniz. Bu akademi, öğretmenlerin ilk beş yılda "yeterince verimli olmadığını" savunarak zorunlu bir geçiş süreci sunuyor. Ancak gerçekte, bu söylemin pek de ikna edici olmadığını görmek için biraz düşünmek yeterli. Daha önce “Asla okumam” diyenler bile bir süre sonra yüksek lisans hayalleri kurmaya başlar. Çünkü ne öğretmen akademisine yıllarını vermek istiyorlar ne de özel sektörün “native değil” yaftasıyla, yani anadilinin İngilizce olmadığı yaftasıyla küçümsenip devlet sektöründen daha da kötü koşullarda sömürülmek. Ama akademik kariyerin de bedeli var: Makaleler, sunumlar ve bitmeyen sınavlar. Üstelik bir de GRE ve IELTS gibi uluslararası sınavlara hazırlanmanız gerekir. Ancak bu sınavların maliyeti ve vize masrafları karşısında “Bu parayı nasıl bulacağım?​” sorusu her şeyin önüne geçiyor.

EKONOMİK GERÇEKLİK İSE SİZİ BAŞKA BİR KÖŞEYE SIKIŞTIRIR

Ailenizin maddi desteği ya yetersizdir ya da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir yetişkin olarak para istemeye yüzünüz yoktur. Mecbur, bir işe girmek zorunda kalırsınız. Ancak bu kez de “native speakerism”, İngilizce anadil tercihi, gibi kavramlara boyun eğersiniz. Çalıştıkça kendi eğitimine ve hayallerine ihanet ediyormuş gibi hissetmekten kaçamazsınız. Sonra aile evine dönme fikri gelir aklınıza. Ama orada da sizi eleştiriye kapalı bir baba ve duygusal yükünü üstünüze bırakan bir anne bekler. Büyük şehrin yapaylığından nefret etseniz bile orada kalmanın yollarını aramaktan kendinizi alıkoyamazsınız.

Bazılarımız içinse hikâye daha karmaşıktır. Hayaliniz; oyun yapımı, animasyon, çizgi film tasarımı, oyunculuk ya da şarkıcılık gibi yaratıcı bir alanda olabilir. Ancak ülkenizin koşulları bu hayalleri gerçekleştirmek için pek fırsat tanımaz. Bu sektörlerde “gatekeping”, bu işi kimlerin yapabileceğine dair kriterler, o kadar normalleşmiştir ki hayallerinizi bir süreliğine askıya almak zorunda kalırsınız. Ertelenen hayaller, kalbinizde ince ama derin bir yara bırakır.

Yurtta kalanlar için durum daha iç karartıcıdır. Yan odadan gelen bağıra çağıra telefon konuşmaları, oda arkadaşının daktilo tuşu gibi çıkan klavye sesleri, bir de üzerine yemek şapırtıları... Lavabodaki saç yığınları ve sıcak suyun haftalardır olmayışı artık normalleşmiştir. Bu kaosun içinde, “Bu gerçekten benim hayatım mı?​” diye düşünmeden edemezsiniz.

Şikâyet etmek mi? Denendi, olmadı. Şimdi sadece sabretmek kalıyor. Son sınıf olmak işte böyle bir şey. Dışarıdan bakıldığında sadece “negatiflik” gibi görünebilir. Ancak içeride, buzdağının altında koskoca bir mücadele vardır. En ironik kısmı mı? Bu savaşı verirken hâlâ birilerine gülümsemeye çalışmanız.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et