Müşteri değil öğrenciyiz
Üniversitemizin eğitim kurumu değil şirketler için bir yuva gibi yönetilmeye karşısında üniversitenin asıl sahibi olan bizler, söz hakkımız için mücadelemizi sürdürmeliyiz.

Hacettepe Üniversitesi | Fotoğraf: Burcu Yıldırım/ Evrensel
Doğa BAYBUĞA
Hacettepe Üniversitesi
Geçtiğimiz hafta ilk olarak Hacettepe merkez yemekhanesinde bir stant halinde gördüğümüz daha sonra kampüsün çeşitli yerlerinde reklam araçlarıyla da karşımıza çıkan Yapı Kredi çalışanları ve öğrencileri zorla kollarından tutmaya çalışarak Yapı Kredi bünyesine katılırsak ne kadar büyük avantajlarımızın olacağını anlatmaları pek çoğumuzun dikkatini çekmişti. Üniversitenin Yapı Kredi ile yaptığı anlaşmaya göre Yapı Kredi kartı çıkaran öğrenciler her 5 yemekten birini ücretsiz yiyebilecek. Yemekhanede okul kartlarımıza para yüklemek için sadece 1 tanesi çalışan kiosklerimizin sırf Yapı Kredi standına gidelim diye rektör tarafından bozdurulduğu dedikoduları bile alıp başını yürüyordu. Yurtların içine dahi girerek stant açan Yapı Kredi çalışanları, öğrencilere olan tavırlarıyla oldukça tepki topluyordu. “Kart çıkartmazsan yemek yiyemeyeceksin” gibi dayatmalarda bulunarak rektörlükle olan anlaşmada yer almayan beyanlarla ve öğrencileri hesap açmaya zorlayan tutumlarıyla hepimizin gündemine girmeyi başardılar. Bazı yurt öğrencileri tarafından reddedilince de “Ocak ayından sonra ne olacağını görürsünüz, yemek yiyemeyeceksiniz” gibi üstenci tavırlarıyla üniversitenin her yerinde patron nidaları atmayı sürdürüyorlar.
Bugün milyarlarca lirayı aşkın Hacettepe bütçesi atanmış rektörün sermaye iş birliklerine, tek adam yönetiminin ideolojik propagandalarına, etkinliklerine aktarılırken bizler hijyenden yoksun, porsiyonu az öğünler için bitmeyen kuyruklarda bekliyoruz. Mehmet Şimşek’in kapı kapı gezerek pazarladığı OVP, Kamuda Tasarruf Paketi, 12. Kalkınma Programı bugün bir öğrencinin cebinde yemek parasının bile çıkışmıyor olmasının başat sebepleri. Mecliste bütçe görüşmeleri bir yana devam ededursun halkın payına yoksulluğun düşeceği, emekçinin, öğrencinin gün geçirmek için karın tokluğuna tamah etmeye zorlanacağı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bütçe görüşmelerinde genç başına düşen yıllık sadece 579 lira iken, KYK bursu/kredisi barınma beslenme ulaşım gibi temel ihtiyaçlarımızı bile karşılamazken sermayedarlara her gün yeni bir teklifle giden üniversite yönetimleri öğrencilerinin hiçbir ihtiyacını karşılamak için adım atmıyor aksine öğrencisini potansiyel müşteri pazarı haline getiriyor.
HAYATIMIZ SERMAYEYE GÖRE DİZAYN EDİLEMEZ
Ankara’da Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesine karşı çıkan maden işçileri günlerce grev yapmış en sonunda bütün yıldırmalara karşı Hazine ve Maliye Bakanlığı’na yürüyüş başlatmışlardı. Çünkü işçiler özelleştirmenin ne demek olduğunu geçmiş deneyimlerinden biliyorlardı. Sendikanın yasak olduğu, çalışma koşullarının denetlenmediği, lojmanlarının elinden alındığı, sosyal haklarından yoksun bırakılacaklarını ve gün gün daha da ağır şartlarda daha da düşük ücretlere çalışmak zorunda kalacaklarını bilen işçiler hakları için eyleme geçmişlerdi. Soma, İliç, Ermenek gibi katliamların sorumlularının özelleştirmenin, yani hayatı sermayeye göre düzenlemenin bir sonucu olduğunu bilen işçiler hayatları için de mücadele ediyorlardı.
Biz Hacettepe öğrencileri sermayedarların çıkarlarının nelere yol açtığını çok iyi biliyoruz. İhalede istenilen rakamda anlaşılamadığı için kaldırılan semt servislerimizden, ihaleye açacak alan bulamadığı için kapatılan fakülte kantinlerimizden, eğer karşı gelmesek şirketlere konser yapmaları için verilecek olan amfi tiyatromuzdan bizler; atanmış rektörümüzün özelleştirmeyle, sermayeyle olan iş birliğine oldukça aşinayız. Bugün ülkenin kamusal her alanını, yer üstü ve yer altı kaynaklarını, hastanelerini, üniversitelerini bir avuç yerli ve yabancı sermayedar için fırsat kapısına çeviren tek adam iktidarı ve onun işbirlikçileri geniş halk kesimlerinin her alanda yoksulluğuna sebep olurken servetlerine servet katmaya devam ediyorlar. Büyük vergi dilimlerinin altında ezilen emekçiler 1 lira bile vergi ödemeyen patronları altında çalışmaya mahkûm bırakılırken, MESEM’lerde 14-15 yaşında çocuklar iş cinayetlerine kurban giderken veya üniversitelerimizde hâkim olan Neoliberal politikalar bizlere bireyciliği aşılırken her birimiz çalışmadan okuyamayan bir hâle geldiysek bu işte bir yanlışlık var diyebilmeliyiz. Geçen mayıs ayında yemekhaneye gelen zamlar ve amfi tiyatronun kiralanması karşısında edindiğimiz mücadele deneyimleri bugün de aynı sistematik saldırılar karşısında nasıl bir tutum almamız gerektiğini de bize gösteriyor. Üniversitelerin bir şirket gibi yönetilmesinin, öğrencilerin açık bir rant kapısı haline getirilmeye çalışılmasının karşısında sınıflarımızın, yemekhanemizin, topluluklarımızın asıl sahibi olan bizlere sorulmadan hayatlarımızı etkileyen her bir durum karşısında söz hakkımız için mücadelemizi yükseltmeyi sürdürmeliyiz.
Evrensel'i Takip Et