Milliyetçi provokasyonların üniversitelerdeki rolü
İktidarın sistematik şekilde yarattığı korku iklimi, milliyetçi gruplar tarafından gerçekleştirilen provokatif saldırılarla yeniden üretiliyor.
Taylan Özgür DELİBAŞ
İstanbul
Geçtiğimiz hafta çeşitli hesaplar tarafından (çoğunluğu rektörlüklerin elindeki hesaplar) sosyal medyaya “karşıt görüşlü öğrencilerin kavgası” olarak servis edilen görüntüler, birçok öğrenci tarafından takip edildi ve tartışıldı. Birden fazla üniversitede saldırı girişimleri yaşanırken bu süreçte pek çok öğrenci de hedef haline getirildi. Peki geniş öğrenci kesimleri açısından bu tartışmalar ne ifade ediyor?
Ayşenur ve İkbal cinayetinin ardından ülke çapında onlarca üniversitede, binlerce öğrencinin katıldığı geniş eylemler gerçekleşmişti. Milliyetçi gruplar tarafından saldırılar da hemen bu eylemlerin ardından gerçekleşti. Pek çok üniversitede mücadele sürdüren öğrenciler sistematik olarak hedef haline getirildi. “Vatanseverlik” gibi kavramlar etrafında örgütlenen ülkücü gruplar; eylemi örgütleyen kadın kulüplerine gözdağı vererek, atılan sloganlar ve hazırlanan dövizleri terörize etmeye çabalayarak, mücadeleye örgütlü katılan öğrencileri sosyal medya üzerinden hedef göstererek kendini fakültelerde yeniden var etmeye çalışıyor.
Geçmişten bugüne toplumsal hareketin merkezleri olagelen üniversitelerde, iktidardan aldığı güçle kendiyle aynı fikirde olmayan öğrencilere, özellikle de onun örgütlü kesimine açıktan saldırıyor. İktidarın sistematik şekilde yarattığı korku iklimi, üniversiteler açısından güvenlik birimleri, sivil polis ve bu gruplar tarafından her gün yeniden üretiliyor.
Öğrencilerin en temel ortak talepleri etrafında yan yana gelmeleri işte böyle engelleniyor. Bir kesim milliyetçi propagandaya yedekleniyor ve onlarla temel ekonomik meselelerde dahi ortaklaşmak daha zor hale geliyor. Diğer kesim ise çözümün yan yana olmaktan geçtiğini bilse dahi ses çıkarmaya cesaret edemez hale getiriliyor. Milliyetçi ideoloji, üniversitelerde görevini böyle yerine getiriyor. İktidarın en kullanışlı aparatı olarak ona hizmette kusur etmiyor. Üniversitelilerin, kendi haklarını da savunan sıra arkadaşlarını terörist ilan edebileceği bir ortamı ustalıkla yaratıyor.
MİLLİYETÇİLİK NEYE HİZMET EDİYOR?
Üniversitelerde farklı dillerde slogan atıldığı için eylemin meşruluğu tartışmaya açılırken de, yerli ve göçmen işçilerin ücret mücadelesinde aynı safta yer almasının önü kesilirken de, farklı siyasi görüşlere sahip öğrencilerin üniversitelerinde yaşadıkları problemlere karşı ortak mücadelesi koşulları olanaksız hale gelirken de karşımıza milliyetçi hezeyanların ortaya çıkardığı düşmanlık çıkıyor.
Milliyetçilik yükseldikçe mücadele alanlarının tümünü bu biçimiyle zayıflatıyor. Bu sebeple onun üniversitelerdeki örgütlü formunun varlığı olan milliyetçi gruplar, atanmış rektörler için nimet sayılıyor. Fakültelerde mücadele sürdüren öğrencilere düzenlenen planlı saldırılar, üniversitelilerin gündemini değiştirmenin bir aracı olarak yeniden kurgulanıyor ve öğrencilerin acil gündelik sorunlarını geride bırakıyor. Açtıkları “Türkoloji, Türk Dünyası” gibi paravan kulüplere, üniversite yönetimi tarafından tanınan ayrıcalıklar ve diğer kulüplere ayrılmayan bütçenin tahsisiyle okul içerisinde muhalif öğrencileri marjinalize etme işlevini yerine getiriyorlar. Adeta “yürü ya kulum” deniliyor. Bu kulüpler de kendilerini gençliğin mevcut eğilimleri doğrultusunda “muhalif” olarak lanse etmek zorunda kalıyorlar. Ayakta kalma koşulları üniversite yönetimiyle kurduğu bağımlılık ilişkilerine dayanan bu kulüplerin, muhalif olma ve rektörlük karşısında öğrencilerin yanında konumlanma şansı yoktur.
ÜNİVERSİTELERDE DURUM
Orta Vadeli Program ve Kamuda Tasarruf paketi başta olmak üzere Erdoğan-Şimşek sermaye programının sonuçlarını, üniversitelerde ve doğrudan üniversiteli öğrencilerin hayatının her alanında görüyoruz. Fakültelerde eğitim alabilmenin en temel fiziksel koşulları dahi sağlanmıyor. Ders çalışacak alan bulunamıyor, sınıflar ısınmıyor, tuvaletlerde hijyen malzemesi bulundurulmuyor ve liste daha da uzayıp gidiyor.
Sermaye programı, milyonların her gün ürettiği zenginliğin; vergiler, zamlar ve düşük ücretlerle halkın elinden alınarak tek elde toplanmasını beraberinde getiriyor. Üniversiteliler her gün daha fazla geleceksiz hale geliyor, okurken çalışmak zorunda kalıyor. Programın sürdürülebilmesinin temel koşuluysa karşısında konumlanan bütün unsurları ortadan kaldırmak. Öğrenciler oldukça yoksul bir yaşam sürdürüyorken, sermaye programı ve üniversitelerdeki anti demokratik işleyiş başta olmak üzere, tek adam iktidarının politikalarının uygulanabilirliği, üniversite öğrencilerinin siyasetten ne kadar uzak kaldığıyla da alakalı kuşkusuz. Kampüslerde palazlandırılan çeteleri de bundan bağımsız okumak mümkün değil elbette. Üniversitenin sesini kısmak, toplumsal muhalefetin en dinamik unsurunu olan gençliği ve onun dinamizmini engellemek anlamına geliyor.
Yaratılan iklimin önüne geçilmediği, hatta körüklendiği ve çatışma ortamının karşılıklı olarak sürdürüldüğü koşulda, üniversitelerde ne demokratik üniversite ne de başka bir mesele tartışılabilir. Üniversite gençliğinin demokratik üniversite, eğitime bütçe ve demokratik ÖTK gündemi “karşıt görüşlü grupların kavgası” karşısında erir gider. Süregelen iklim ancak bu taleplerin amfilerde ve koridorlarda yankılanmamasını isteyenlerin ihtiyaçlarına denk düşer.
Bu sebeple üniversite mücadelesinin gelişim koşulu da yaratılmak istenen bu iklimi güçlendirmekle değil, onun karşısında öğrencilerin birliğinden gelen gücüne güvenmekten ve hareketin ihtiyaçlarına kafa yormaktan geçiyor. Tek adam iktidarının “öğrencisiz üniversite” tasavvurunun karşısında fakültelerde daha fazla var olmak, öğrencilerin bir araya gelerek sorunlarını konuşup çözüm yolları bulacağı alanları yaratmaktan geçiyor. Mücadelenin “meşruiyetini” de başka yerlerde değil bu alanlarda aramak, bu alanlarda biriktirerek kazanmak gerekiyor.