11 Aralık 2024 03:43

Suriye’de olan bitenin iktisadi kökenleri

“Mezhepler” veya “uluslar” arası çıktığı düşünülen savaşın sınıfsal ilişkiler ve iktisadi koşullar üzerinden şekillenişini saptamak, olanı biteni doğru yorumlamak adına önemli.

Suriye’de olan bitenin iktisadi kökenleri

Fotoğraf: Mohammed Nammoor/AA

Ege ALKAN

İstanbul Üniversitesi

Suriye İç Savaşı’nı tarihsel bütünlüğüyle analiz edebilmek için öncelikle savaşın gerisine bir bakış atmak gerekiyor. Tarım ağırlıklı ekonominin bulunduğu 60’lı dönemlerde Baas partisi; kapitalist ekonominin temellerini, sanayi ve finans sektörlerini güçlendirebilmek için devletçi bir gelişim modelini benimsiyordu. Uzun bir darbeler silsilesinin ardından Baas Partisi, 1970’de Hafız Esad ile nihai olarak iktidara geldi ve Türkiye’deki burjuva gelişim sürecine benzer biçimde kamu teşebbüslerinin, özellikle finans sektöründe, önderlik ettiği bir ekonomi kuruldu ve zaman içerisinde tarım önemini kaybetti. 90’lardan itibaren yurt dışından gelen yatırımları içeren serbestleşme merkezli bir ekonomi politikası başladı.

Hafız Esad’ın oğlu Başar Esad döneminde 2000 yılında entelektüel tartışma ve siyasi açıklığı öne çıkarma amaçlı “Şam Baharı” ile beraber Neoliberal reformlar, çeşitli sektörlerde özelleştirmeler başladı. İktisadi anlamda finans sektöründe 2001’de özel bankacılığın yasal hale getirilmesi ve 2009’da ulusal bir borsanın kurulması gibi kökten değişiklikler yapıldı. Ülkenin en önemli kaynağı olan petrol, Shell ve Total gibi şirketlerin de yatırımlarıyla İç Savaş öncesi Suriye ekonomisinin %20-25’ini oluşturuyordu.[1] Şirketler için vergiler önemli oranda azaltılırken [2] 2005 yılında tüketiciyi, yani halkı etkileyen “genel tüketim vergisi” uygulanmaya başlandı. Bu reformların sosyal adalet ve gelirdeki bozulmayı, işsizliği beraberinde getirmesi tabii ki kaçınılmazdı. İç Savaş süresinde Esad rejiminin bölgedeki en büyük müttefikleriyse Lazkiye Limanıyla özel olarak ilgilenen, askeri teçhizat destekleriyle Rusya ve Hizbullah’ın bölgedeki varlığıyla beraber yoğun ticari ilişkiler kurduğu İran.

İÇ SAVAŞI DOĞURAN KOŞULLAR

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı sarsan “Arap Baharı” protestoları Suriye’de de yoğun bir biçimde etki gösterdi. 2011 Mart’ta barışçıl gösteriler ve kitlesel protestolar seyrinde ilerleyen süreç, rejimin eylemcilere düzenli olarak ateş açması ve sert müdahale etmesiyle beraber halkın daha da radikal bir biçimde kitlesel eylemlere katılmasıyla devam etti. 29 Haziran 2011’de ordudan iltica eden Riad al-Asaad ve bir grup komutan, silahsız protestocuları rejime karşı mücadelelerinde koruyacakları iddiasıyla Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kurdu. Birkaç ay sonrasında çeşitli rejim karşıtı “ılımlı” İslamcı milislerin tek çatı altında toplandıkları İstanbul merkezli Suriye Ulusal Konseyi kuruldu. Homs, Hama ve Daraa gibi şehirlerde mücadele silahlı bir hal almıştı. Türkiye’nin muhaliflere Hatay üzerinden sağladığı aktif destek ve sağladığı siyasi platform, NATO ülkelerinin sağladığı finansman desteği ile muhalifler savaşın erken safhasında önemli ölçüde güç kazandı. 2013 yılında ÖSO, kendisinin öncülük ettiği Geçici Suriye Hükumeti’nin kurulmasıyla uluslararası diplomatik ölçekte meşrutiyet kazandı. Sonradan SMO olarak yeniden yapılanan ÖSO, yapı olarak çeşitli milisler için ademi merkezi bir çatı niteliğindedir. Geçici Suriye Hükümeti, 2012-2013’te Suriye’de önemli ölçüde toprak kontrol etmiş olsa da daha sonrasında etkisini önemli ölçüde yitirmişti. Başta hükumet karşıtı protestolarla halkta yankı bulan bu örgüt, Türkiye’nin Suriye ve Rojava’da yürüttüğü savaş politikalarının bir aparatı haline geldi ve Türkiye dışında hiç destekçisi kalmadığı söylenebilir. Burada Türkiye’nin Katar-Türkiye arası bir doğal gaz hattı planı doğrultusunda da hareket ettiği, hatta Rusya’nın 2016’da müdahalenin aynı zamanda bunu engellemeye yönelik olacağı hakkındaki yorumlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. [3]

2012’de El-Nusra ve 2013’de Irak asıllı İslam Devleti gibi cihatçı örgütler de aktif olarak savaşmaya başladılar. El-Nusra başta İslam Devleti ile iş birliği içerisindeyken, El Kaide’nin lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin iki örgütün birleşerek Irak ve Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) kuracağı yönünde açıklamaları El Nusra lideri Muhammed Golani’nin reddetmesiyle iki ayrı fraksiyon oluşmuş oldu. IŞİD 2014-2015 yıllarında en güçlü dönemindeydi, Irak’ta Bağdat’a çok yaklaşmış, Suriye’de en fazla toprağı kontrol ediyordu. IŞİD, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerdeki varlıklı şahıslardan önemli ölçüde destek alıyor iddialara göre Türkiye ve hatta Esad rejimi gibi ülkelerle petrol üzerinden ticaret yapıyordu [3]. IŞİD, 2016 ve sonrasında hem Irak cephesi hem de Suriye cephesinde yoğun askeri harekatlar sonucu neredeyse bütün kontrol ettiği toprakları ve desteği kaybetti. El-Nusra’ysa IŞİD’den sonra kendilerini El-Kaide’den de ayırdı ve 2017’de Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ) adı altında yeniden yapılandı. HTŞ başta Türkiye destekli Suriye Geçici Hükümeti’ne karşı İdlib çevresinde saldırılar yürütüp bölgeyi ele geçirse de sonrasında Esad’a karşı Türkiye’yle yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler içerisinde oldu. Bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra Suriye Kurtuluş Hükümeti olarak idari bir yapı oluşturdu. Halep, Hama gibi bölgelerdeki burjuvazisinin çıkarlarını korumacı politikalarla desteklerlerken kontrol ettikleri bölgelerde resmi para birimi olarak TL kullanmaktadırlar. Türkiye’yle petrol ticaretinin yanında aynı zamanda Türk bir elektrik şirketi olan “Yeşil Enerji”, bölgede tekel konumundadır.[4] Esad rejiminin önemli ölçüde güç kaybetmesiyle beraber Türkiye’nin askeri teçhizat ve personel desteğinde bulunduğu iddia edilen HTŞ ile beraber ÖSO; Halep, El-Bab, Hama, Humus gibi bölgelerde önemli ölçüde toprak ele geçirdi.

Erken 2000’lerden beri yeraltı faaliyeti yürüten PYD ve YPG gibi örgütler de 2012-2013 yıllarında Kobani, Afrin ve Kamışlı gibi şehirlerde otorite kurmaya başladılar. Bu bölgede Rojava olarak da bilinen otonom bir örgütlenme kurdular. Sonrasında 2016-2017’de IŞİD gibi örgütlere karşı verilen savaşlarda ele geçirilen toprakları da göz önünde bulundurarak “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” olarak ademi merkeziyetçi bir konfederasyon biçiminde örgütlendiler. Rojava bölgesi çoğunlukla taşralar ve küçük kasabalardan oluşan, kooperatiflerin diğer yerlere göre daha fazla olduğu bir ekonomiye sahip. Bu bölgedeki cılız Kürt burjuvazisi, Irak’taki köklü liberal sanayi burjuvazisinden farklı bir biçimde demokratik konfederalist, bölgedeki kabileleri de içeren kooperatif mülkiyetini merkezileştiren bir siyaseti savunuyor. Buna karşılık kooperatiflerin, tarım dışında, bölge ekonomisine etkisi hala oldukça sınırlı seviyede. Suriye genelinden farklı olmayarak Rojava’nın kontrol ettiği topraklardaki en önemli kaynaklardan olan petrol, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinden Amerika’ya ve Batılı ülkelere ulaştırılıyor ve bu sayede siyasi-iktisadi-askeri destek görüyor. Esad rejiminin gerilemesiyle bağlantılı olarak Rojava da rejime karşı Deyrizor gibi önemli bölgeleri ele geçirmekte. Aynı zamanda Türkiye destekli güçlerle de yıllardır yaşandığı gibi çatışmalar mevcut durumda.

Bu yıl 27 Kasım’da başlayan ve 1,5 hafta süren SMO ve HTŞ’nin koordine ettiği taarruz sonucunda önce Halep, Hama ve Humus ele geçirilmiş; en sonunda 8 Aralık tarihinde Şam’ın ele geçirilmesiyle Esad rejimi yıkılmıştı. Esad’ın Rusya’ya sığınması ve Suriye Başbakanı Muhammed Gazi el-Celali’nin hükumeti devretme açıklamalarının ardından savaş, Türkiye destekli muhalifler karşısında Rojava ve bölgeye baskınlar düzenleyen İsrail arasında bir duruma evrildi. Rejimin çöküşünü değerlendirirken İsrail’de Lübnan Hizbullahı ve İran destekli Hamas’a karşı sürdürdüğü savaşlar ve Rusya’nın Ukrayna’da sürdürdüğü savaşı en önemli faktörler olarak ele almalıyız. Zira Suriye, son dönemlerinde müttefiklerinin yardımı olmadan hareket edemeyecek duruma gelmişti.

Bütün bu incelemeler bize gerçekte “mezhepler” veya “uluslar” arası çıkan savaşın tamamen sınıfsal ilişkiler ve iktisadi koşullar üzerinden şekillendiğini, tarihsel bağlamda bir arka planı olduğunu gösteriyor. Suriye’deki yıllardan beri süregelen burjuvazinin/toprak sahiplerinin fraksiyonları arasındaki kutuplaşma, bölgeden bölgeye değişen bütün bu “kutsal davaların” ne kadar yüksek duyulduğu, gerçekleşen siyasi değişimler kökeninde en basit biçimde toplumun yeniden üretiminin; verili koşullardaki mülkiyetli sınıfların iktisadi gücünün ve ilişkilerinin bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

KAYNAKÇA:

[1]https://www.eia.gov/international/content/analysis/countries_long/Syria/syria.pdf

[2]https://gordonua.com/news/worldnews/rossiyskiy-general-priznal-chto-rf-voyuet-v-sirii-chtoby-obespechit-sbyt-gazpromu-v-evropu-153498.html

[3]https://www.academia.edu/29217920/Hacked_Emails_Link_Turkish_Minister_to_Illicit_Oil

[4]https://english.aawsat.com/home/article/3067306/turkish-electricity-company-expands-rapidly-northwest-syria

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

Toplu sözleşme sürecinde olan kamu işçilerinin, Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin üzerinde anlaştığı sözleşme taslağının kendilerinden gizlenmesine tepkisi büyüyor. Bu hafta hükümete sunulması beklenen taslağın onayları alınmadan masaya konmamasını isteyen işçiler, “Biz mücadele etmezsek sözleşmenin sonu belli” diyor.

72 bin 88 TL: Türk-İş’in yoksulluk sınırı

30 bin TL: Kamuda ortalama ücret

58 bin 200 TL: Türk-İş ve Hak-İş’in istediği zamlı ücret

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et