Diktatörler yenilecek, Erdallar yaşayacak, sosyalizm kazanacak
Erdal'ın yaşamı 17 yıldan fazlası, Bilimsel sosyalizmin bayrağı altında buluşan gençliğin hafızasının en militanlarından, hayalini masa başında değil hayatının her anına uygulamanın başlıca örneğidir.
Fotoğraf: AA
Berivan ÖZKARA
Eskişehir
“Ve düşün ki
Seni
Yıldızların karanlığında
Yaşamaya tutsak ettiler
Ve sen
Siyahın ne kadar siyah
Beyazın ne kadar beyaz
Olduğunu
Görmeden öleceksin
Oysaki ben
Güneş aydınlığını gördüm
Güneşin hapsedildiği yeri biliyorum.
Hazır ol
Ordu ordu
Bölük bölük
Teker teker
Geliyorum.’’*
Bundan 44 yıl önce 12 Eylül 1980 yılında tüm hak ve özgürlükler ayaklar altına alınarak faşist devlet biçimi ABD ve NATO destekli darbeyle örgütlendi. Bu darbe emek sömürüsüne, yoksulluğa, eşitsizliğe karşı bir araya gelen işçi emekçilerin yükselen sesine ve parasız, bilimsel, demokratik eğitim talebiyle bir araya gelen gençliğin mücadelesinin 70’lerine karşı bir açık bir cevaptı.
Bu açık mektup yükselen toplumsal hareketi bastırmakla yetinmeyip uluslararası sermayenin ve ülke içindeki işbirlikçi egemen sınıfların çıkarlarını gözeten Neoliberal kapitalist ekonomi politikalarını bir bir hayata geçirdi. Bir yandan 24 Ocak kararları ile sermayenin bugüne dek sürecek sömürü yol haritasını çiziyor diğer yandan ise 12 Eylül Anayasası ile grev ve sendikal faaliyetleri askıya alıyordu. Ardı ardına gelen yasaklar ve tutuklamalarla baskı en üst boyutlara ulaşırken, dönemin patron örgütlerinden Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu, “bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” diyordu. Vehbi Koç darbenin lideri Kenan Evren’e, “emrinize amadeyim” diyerek selamlıyordu.
ERDAL EREN’LER CUNTACILARIN KORKULU RÜYASILARDI
30 Ocak 1980 akşamı ODTÜ Elektrik-Elektronik öğrencisi ve aynı zamanda Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi Sinan Suner kurşunlara hedef oldu ve öldürüldü. Daha sonra bu cinayeti protesto etmek isteyen devrimci öğrenciler arasında Erdal Eren de vardı. Erdal Eren 13 Aralık’ta, işçi emekçilere ve gençlik yığınlarına korku salmak için hukuksuz gerekçelerle idam edildi. 12 Aralık gecesi zindan karanlığı susuyor, urganın yağlanmasını izliyordu. Sessizliği görev edinen sadece karanlık değil, gülümseyen kirli yüzlerdi. Henüz 17 yaşında Erdal, suçsuzluğu birçok kez kanıtlanmasına, yaşı idam cezası için küçük olmasına rağmen parasız eğitim ve özgür bir gelecek istediği için katledildi. Onun idamını protesto eden Ercan Koca (17’sinde) ise “Erdal Eren’in hesabını faşist cuntadan soralım YDGF” yazılı pankartı asarken vahşice dövülerek ve kafasına tabanca kabzasıyla vurularak katledilmişti.
Erdal’ın idamının üzerinden 44 yıl geçti. Erdoğan ve cumhur ittifakı, gerici faşist bir rejim inşa etmek için hızla çalışıyor. Uyguladığı tüm politikalar gençliğe açlık, yoksulluk ve geleceksizlik olarak geri dönüyor. Artan döviz kurları nedeniyle Türkiye ucuz işgücü cennetine dönüşürken, temel ihtiyaçlarımız dahi ulaşılamaz hale geliyor. Artan kiralar, yurt kapasitelerin yetersizliği karşısında gençlik kalacak yer bulamıyor. Sağlıklı ve nitelikli beslenemiyor. Kahve içmek, istediği kitabı almak için bile kılı kırk yarıyor. Eğitim tamamıyla ticarileşmiş bir hale bürünürken, lise gençliği oldukça eşitsiz koşullarda, bilimsel olmayan bir öğrenim süreciyle geleceklerini inşa etmek için rekabete zorlanıyor. MESEM ve ÇEDES projesiyle, bir yandan ucuz iş gücü olmaları hedefiyle eğitimden koparılan gençler, öte yandan iktidarın dinci gerici kuşatması altında bilimsel ve laik eğitimden mahrum ediliyor. Üniversitelerde ise demokratik kazanımlar atanmış rektörlerle eziliyor. Bölümler, sadece sermaye için nitelikli işgücü ve proje üreten alanlara dönüştürülmeye çalışılıyor. Eğitimini sürdürebilmek için çalışmak zorunda kalan arkadaşlarımızın sayısı günden güne artıyor. Barınma sorunundan ders materyallerine erişime kadar parasız eğitim talebinin yakıcılığı ayyuka çıkarken, yaşam koşullarımız geleceksizliğin hem fragmanı hem de habercisi haline geliyor. Türkiye gençliği ilk defa böylesine zor koşullardan geçmiyor. Ama bu koşullar karşısında nasıl bir tutum aldığı ise hayati bir önem taşıyor.
Bizler tüm bu yaşadıklarımız ile sermaye temsilcisi AKP iktidarının bugün hayatlarımızı her yönden kuşatmaya çalıştığının farkındayız. Ancak yaşadıklarımıza yalnızca münferit olaylar gözüyle bakmamak gerekir. En basitinden yaşadığımız ekonomik kriz, kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden doğan içsel ve zorunlu bir ögedir. Kapitalizmin çelişkilerini görmemek, bunu teşhir etmemek, uygulanan baskı ve zoru yalnızca iktidara bağlamak gençliğin eşit ve özgür bir gelecek mücadelesinin önüne geçer ve çözümü yalnızca seçimlerde arar. Unutulmamalıdır ki işçi sınıfının siyaseti ekseninde kurulan bir mücadele, sorunlarımızın gerçek neden-sonuç ilişkilerini kuran ve sorumluları yargılayarak bunları çözebilecek tek ilişki kurma ve değiştirme metodudur. Barınma, beslenme, giyinme gibi en temel ihtiyaçlarımıza dahi ulaşamazken bizlerin, bu düzeni yıkacak olan ve yerine eşit, özgür bir düzeni, sosyalizmi kuracak olan işçi sınıfının yanında olmaktan başka çaremiz yok.
Erdal Eren de kendisi gibi binlerce gencin yaşadığı ortak sorunların çözümü için örgütlü mücadeleye atılan, bu sorunların kaynağı olan kapitalist sistemi ortadan kaldırmayı nihai hedef bilerek yaşamını işçi sınıfıyla birleştirmiş genç bir komünistti. Bizler bugün Erdal Eren’i yaşamın her alanında, başımızı hangi yöne çevirsek 44 yıl önce bıraktığı sesi duyuyoruz.
HER MÜCADELE ALANINDA ERDAL’IN SESİNİ DUYUYORUZ
Bugün Erdal Eren MKB Rondo işçileri, belediye işçileri, Mersen işçileri, Hitachi Energy, Çayırhan maden işçileri için bildiri dağıtan bir gencin “iş, ekmek, özgürlük” diyen sesinde yaşıyor. Türkiye’nin dört bir yanında parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim talebiyle bir araya gelen öğrencilerin mücadelesinde yaşıyor. Tarikatlara, cemaatlere milyonlar akıtan ancak çocuklara günde bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek vermeyi çok gören sermaye düzenine karşı “bütçeden hakkımız olanı istiyoruz” diyen anne babaların meşru talebinde yaşıyor. Kürt gençliğinin hak eşitliğine dayalı demokratik barışçıl çözüm için yürüttüğü mücadelede yaşıyor.
Erdal Eren’in bıraktığı sesi yükseltmek, onu anlamak ve yaşatmak demek; ölümler üzerinden egemenliklerini garanti altına almaya çalışan İsrail ya da Türkiye burjuvazisinin, halklara kurşun yağmurları yağdıran savaş tekellerine karşı işçi emekçilerin genç kuşaklarının kendi örgütlülüğünü büyüterek barış mücadelesinde bir araya gelmesi demektir. Üniversiteleri Erdoğan-Şimşek programına teslim etmeyen, eğitime ayrılan bütçenin arttırılması, bütçenin üniversite bileşenlerinin ihtiyaçları için kullanılmasını isteyen öğrencilerin eğitime bütçe, demokratik ÖTK için mücadeleyi yükseltmesi demektir. Sendikalaştıkları için işten atılan kadınların önüne her türlü zor gücü ve bürokrasiyle çıkan devletin karşısında işçilerin birbirleriyle gösterdiği dayanışma demektir. İkbal, Ayşenur, Narin, Rojin ve adını sayamayacağımız yüzlerce kadın katledildiğinde üniversitelerde, liselerde haklarına ve hayatlarına sahip çıkmak için eylemler düzenleyen kadınların birlikteliğidir bugün Erdal’ı anlamak ve yaşatmak.
Onlar; Sinan Suner, Ercan Koca ve Erdal Eren işçi sınıfı iktidarı ve Sosyalizm davasında işkencelere, idamlara boyun eğmediler. Darbecilere karşı milyonlarca gencin sembolü oldular ve Denizlerden aldıkları mücadele bayrağını bizlere uzattılar.
Erdal Eren’in yaşamı 17 yıldan fazlasıdır. Etrafındaki sorunlara karşı bir mücadele rotasında, hele de bilimsel sosyalizmin bayrağı altında buluşan gençliğin toplumsal hafızasının en militanlarından, dünya görüşünü masa başında değil hayatının her anına uygulamanın başlıca örneğidir.
Erdal Eren’in şu sözlerini hatırlayalım: “Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir.”
Bu inanç,
“Eğilmez başların
Bükülmez bileklerin
Yani tarihin
Durdurulmaz emridir.’’*
*Necati Siyahkan Nataşa şiiri