13 Aralık 2024 05:55

Sevda Karaca: Bütçeyi mücadele değiştirir

EMEP Gaziantep Milletvekili Karaca, bütçe görüşmelerini değerlendirdi: "Emekçilerin her ay vergi diliminde kuş kadar ücreti iyice un ufak olurken; devasa banka ve şirketler sadece yüzde 12.78 ödüyor"

Fotoğraf: EMEP

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerine dair sorularımızı yanıtladı. Bütçelerin devletlerin sınıfsal karakteri net bir şekilde gösterdiğini dikkat çeken Karaca, ücret artışlarından daha fazla artan vergi yükünün emekçilerin sırtında olduğunu anlattı. İşçi ve emekçilerin taleplerini iktidarın dinlemediğini söyleyen Karaca, “İşçi sınıfının koşullarının bir nebze de olsa iyileştirildiği, bir bütçe için sınıflar mücadelesi tayin edicidir” diyor.

Bütçe görüşmelerinde muhalefetten gelen tepki ve eleştirilere iktidarın yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bütçeler, rastgele hazırlanmış, rakamlardan oluşan ve sadece bir döneme etki eden belgeler değil, iktidarın ekonomi politikasının belgesi olarak halkın karşısına çıkartılıyor. Özetle kamu kaynaklarının nasıl yaratılacağı ve nereye harcanacağını belirleme yetkisine sahip olan iktidarın sınıfsal tercihini en somut haliyle görebildiğimiz bir süreç bütçe görüşmeleri. Bu haliyle devletin sınıfsal karakterini de ortaya koyuyor. Bu nedenle 2025 bütçe görüşmelerini, yalnızca 2025 yılının ekonomik kalemleri olarak değil, iktidarın muhalefete ve bütün bir topluma, ekonomik ve politik tercihlerini açıkladığı ve buna karşı muhalefetin de kendi politikalarını sunduğu tartışmalar süreci olarak görmeliyiz.

AKP iktidarının kapitalist karakteri, tartışmasız bir şekilde kaynakların vergi yoluyla halktan toplanması ve kapitalistlere çeşitli yollarla aktarılmasından başka bir yol izlemesini olanaksız kılıyor. Bütçenin de öncülü ve belirleyicisi olan Orta Vadeli Program (OVP) ile ilan edilen politikalar, 2025 yılı bütçesi ile ete kemiğe büründürülmüş durumda.

Halkın günden güne yoksullaştığı, satın alma gücünün gerilediği, işsizliğin büyük bir kriz haline geldiği gerçeği karşısında “büyüme ve istikrar” maskesiyle sunulan 2025 bütçesi, muhalefetin bütün kesimleri tarafından da elbette çeşitli yönleriyle eleştiriliyor. İktidarın ekonomi politikalarından özü itibarıyla çok da ayrışmayan muhalefet kanadı dahi, iktidarın çizdiği pembe tabloya inancı olmayan halk kesimlerinin takdirini almak adına bile olsa tepkisiz kalamıyor. Tam da bu noktada, muhalefetin tek bir ses olmadığını hatırlamak gerekiyor. Tıpkı iktidar partisinin özünü belirleyen şeyin ekonomi politikası olduğu gibi muhalefet partilerinin de karakterini belirleyen temel unsurun ekonomi politikaları olduğunu bilmek gerekiyor. Buradan hareketler, muhalefet partileri dediğimiz topluluğun büyük bir kısmının burjuva muhalefeti olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor.  Haliyle muhalefetten gelen itirazların dozajı ve esasını da bu çizgi belirliyor.

Fakat hangi esasla olursa olsun, muhalefetten bütçeye dönük gelen tepki ve eleştiriler, iktidar tarafından yalnızca “usulen” dinleniyor ve hatta bazen dinlenmiyor. Meclisin diğer bütün işleyişleri gibi usulen bir demokrasi görüntüsü çizmenin bütçedeki yolu da bu. Küçük bir salonda toplanmış bir kalabalığın, bakanların kağıttan okuduğu samimiyetsiz bir sunuma karşı verilen sınırlı sürede dert anlatma çabası. Gerçek anlamda bir tartışma ve müzakere söz konusu değil. İktidarın karakterine dair analiz, gerçek bir müzakerenin olmasını da olanaksız kılıyor. Aksi taktirde zaten bu bütçenin en önce halk tarafından tartışılıp kararlaştırılması gerekirdi.

AKP’nin pratikte en görünür karakteri olan “ben yaptım, olduculuk” bütçe için de geçerli. Muhalefetin eleştiri ve önerilerine iktidar cephesinden bir müzakere derdi olmadığı gibi basından da görüldüğü üzere büyük bir kibir ve ukalalıkla saldırıdan başka bir şey gelmiyor. Örneğin bütün bir muhalefetin birleştiği, somut ve yadsınamaz bir ihtiyaca denk düşen “okullarda bir öğün ücretsiz yemek” için bütçe ayrılması tartışmalarını hatırlayalım. İktidarın yaklaşımı kulak kapatmaktan ibaretti. Çünkü tercihini baştan ortaya koyan iktidarın, çocukların beslenmesine tercih ettiği başka öncelikleri vardı. Dolayısıyla muhalefetin ya da halkın ne istediğin iktidar nezdinde bir önemi yok.

VERGİDE ARTIŞ, ÜCRET ARTIŞLARINDAN FAZLA

Erdoğan-Şimşek programı, özellikle halkın sırtındaki vergi yüküyle çokça tartışıldı. Peki sermayeden alınmayan vergiler uygulansa, servet vergisi konulsa neler yapılabilir? Emekçilerin vergi yükü ne kadar hafifler?

Ekonomik gidişatın ağır faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkan iktidar, halkı zamlarla ve vergilerle daha da zorlu bir sürece hazırlıyor. Ocak ayı itibariyle de yeni zamlar, vergi artışları ve yoğun sömürü ile işçi ve emekçileri daha da zor koşullar bekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlandı. Ocak ayından itibaren ehliyet, pasaport, Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV), telefon harcı ve trafik cezalarına %43,94 oranında zam yapılacak. Geçtiğimiz yıl meclise gelen “Milli Dayanışma Paketi” adı altında %300’e varan ÖTV zamlarını hatırlarsak, bugün de “Türkiye Yüzyılı” ve “iç cephe” propagandası eşliğinde, emekçilerin cebinden alınanı bir avuç yerli-yabancı sermayedara aktarmaya devam edecekler.

Bu nedenle, iktidarın her fırsatta vurguladığı OVP’deki "kararlılık," aslında fabrika ve işyerlerinde daha yoğun sömürü, sendikasızlaştırma ve emekçilerin kırıntı olarak kalmış en ufak anayasal haklarını dahi tanımama kararlılığıdır. Emekçiler nezdinde meşruiyeti günden güne azalan iktidarın bu ağır sömürü politikalarını hayata geçirebilmesi için baskıyı ve anti-demokratik uygulamaları artıracağı da aşikâr. Çünkü, işçilerin huzursuzluğu daha da artıyor, çalışma ve yaşam koşulları günden güne daha da zorlaşıyor ve artık tevekkül, sabır istemenin de vadesi doluyor.

Gelinen durumda, emekçilerin sıktığı kemer yine onlara yöneltilen bir kırbaca da dönmüş durumda. “Kaynak yok” denilerek işçi ve emekçilerden, memurlardan, emeklilerden, kadınların ihtiyaçlarından tırpanlanan her kuruş, yerli ve yabancı tekellerin kasasına ve saray iktidarının kendi iktidarını güçlendirme politikalarına ayrılıyor. Sosyal harcamalar, sosyal yardım-destekler kısılıyor, muafiyet, istisna, teşvik gibi adlarla sermayeye kıyak üstüne kıyaklar yapılıyor. Borçları siliniyor, müteahhide, yandaşa devasa kaynaklar aktarılıyor.

Rakamlar, yalandan da olsa emekçilere vaat bile veremeyen iktidarın sermaye seviciliğini açıkça ortaya koyuyor. 2025 bütçesinde vergi geliri hedefi, ücret zamlarının üzerinde, yüzde 46.5 artışla 11.1 trilyon lira olacak. 2024 rakamlarına göre vergi, payı yüzde 19’u bulan doğrudan ve yüzde 70’leri bulan dolaylı vergilerle emekçilerden karşılanıyor.

Emekçilerin her ay vergi diliminde zaten kuş kadar ücreti iyice un ufak olurken; devasa banka ve şirketleri yalnızca yüzde 12.78 ödüyor. Mülkiyet ve servet üzerinden alınan vergilerin oranı ise yüzde 1’i ancak buluyor. Yani, bir avuç kapitalist, milyonlarca emekçinin emeği ve alın terini sömürmekle yetinmiyor; üstüne bir de dilim dilim vergilerle işçileri yeniden soyuyor. Emekliler, açlıktan ölmemek ve bir tencere daha fazla kaynatabilmek için ek işlere yöneliyor. Kamu emekçileri, kesintileri telafi edebilmek adına yaz döneminde bağ-bahçe işleriyle uğraşıyor. Metal, petrokimya işçileri ise fazla mesailerinden kırpılan vergileri dengelemek için boş vardiyalarında dinlenmek yerine ek işler yapmak zorunda kalıyor. Bu esnada sermaye cephesinde ise işler tıkırında, her şey güllük gülistanlık ilerliyor.

Muafiyet, istisna, teşvik gibi adlarla sermayeden alınmayacak verginin toplamı 2 trilyon lira civarında. Kıyak torbasında neler var: 536 milyar TL’lik yatırım teşviki, 877 milyar lira prim desteği, 147 milyar lira ARGE teşviki, 817 milyar TL yatırımların artırılması teşviki, diğer kalemler için 169 milyar TL…Buradaki tablo çok açık. Yerli ve yabancı sömürücüler, ülkenin yer altı-üstü tüm kaynaklarını, ucuz emek gücünü tepe tepe kullansın, biz onlara yatırım için gerekli her kapıyı sonuna kadar açarız! diyorlar.

Başta söylediğimize geri dönelim. Erdoğan’ın tek bir imzasıyla nasıl vergi ve zam yağmuru yağıyorsa; tek bir imzasıyla da gayet servet vergisi de alınır, sermayeden alınmaktan vazgeçilen 2 trilyon da alınır. Yani tüm bu alınmayan vergilerin alındığı adil bir vergi sistemi elbette işçi ve emekçilerin yaşamını bir nebze olsun rahatlatır. Tabi işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirecek her satırda Erdoğan’ın kaleminin mürekkebi de bitiyor.

Çünkü ucuz emek sömürüsüne dayalı ihracat, istihdam ve yatırım reçetesi bırakın servet vergisi almayı, işçi ve emekçilerin boğazına daha da yapışmayı gerektiriyor. Bu reçeteyi yırtıp atmak, servet vergisinin alınmasını ve sermayeden vazgeçilen vergilerin alınmasını sağlamak, yani adil bir vergi sistemi getirmek ancak emekçilerin mücadelesi ve birliğini büyütmesiyle olabilecek.

AKP DÖNEMİNDE ÖZELLEŞTİRME REKORU

Peki kamusal hizmetlerde kaynakların kullanımına dair 2025 bütçesinin gösterdikleri nedir?

Yalnızca 2025 bütçesiyle değil, Türkiye’nin kapitalizmin uluslararası arenasında aktör olma çabasıyla da birlikte uzun yıllardır ekonomi programı ya da bütçe hazırlığında halkın ihtiyaçlarını değil, yerli ve yabancı sermayedarların ihtiyaçları önceleniyor. Bu anlamda kamu kaynakları özelleştiriliyor, kamusal hizmetler de günden günde ticarileşiyor. Bütçenin bütün kaynakları halktan toplanırken, kaynak dağıtımında başta eğitim ve sağlık gibi temel hizmetler olmak üzere kamu hizmetlerinin halka sunulmasına bütçe ayrılmıyor.

AKP iktidarı yıllardır aslan payını eğitime ayırdığını söylüyor. Bu dönem de eğitime ne kadar büyük bir pay ayrıldığı ile övündü. Oysa ki hem eğitim hem de sağlık bütçesi kalemlerine bakıldığında, zorunlu personel gideri dışında neredeyse bir harcama kalemi yok. Tam tersine, genel kamu hizmetlerine ayrılan payın yıldan yıla düştüğü görülüyor. Örneğin 2025 yılı bütçesinde bütçe giderlerinde tüm kalemler geçen yıla oranla ortalama yüzde 40-45 artarken geçtiğimiz yıl 1 trilyon 593 milyar lira olan yatırım harcamaları tutarı bu yıl 1 trilyon 569 milyar liraya indiriliyor. Bu açıkça eğitime, sağlığa yatırım olmayacağı, yeni hastane ve okul yapılmayacağı anlamına geliyor.

2002’de 271 özel hastane sayısı 2023’te 565 olmuş ve özel sektör 20 yılda 2 kattan fazla büyüyerek sağlık sektörünün üçte birini kontrol eder hale gelmiş. Buna karşılık aynı süre zarfında kamu hastanelerinde böylesi bir artış yok. Bilakis bugün köklü hastaneler kapatılıyor. Buna karşılık, yabancı tekellere hasta garantisi verilen ve kamu-özel işbirliği modeli olan Şehir Hastanelerine kaynak aktarılıyor. Benzer şekilde özel okul sayısı AKP iktidarı döneminde rekor seviyelere ulaştı. Kamu okullarında temizlik ve güvenlik görevlisine dahi bütçe ayrılmazken özel okul patronlarına teşvikler, vergi ve prim afları getiriliyor. Özel sektör palazlanırken kamusal hizmetler hem nicel hem de nitel anlamda geriletiliyor. Bu haliyle emekçi sınıflar yine bütçeden payını alamıyor.

"SAVAŞ SANAYİSİNDE BEKA DA REFAH DA YALAN"

Savaş sanayine yatırımların artması halkın ekonomisini nasıl etkiliyor? İktidarın silahlanma yarışındaki tutumu bütçeye yansıyor mu?

Türkiye ekonomisinde savunma sanayinin payı, silah tüccarlarına verilen teşvikler, imtiyazlar, destekler ve bütçeden ayrılan devasa kaynaklarla her geçen yıl artıyor. 2025 yılı bütçesinde Millî Savunma Bakanlığı (MSB) bütçesi ile Cumhurbaşkanlığı kontrolündeki Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF) için ayrılan kaynak toplamı 1.6 trilyon TL’yi buluyor. Böylece, savaş örgütü NATO’nun üye ülkelere dayattığı talimatlar, saray iktidarı tarafından harfiyen uygulanmış oluyor. Bu da her 100 liranın 6’sının savaşa harcanacağı; emekçilerin cebinden çıkan kaynakla silah baronlarının ve tekellerinin daha da büyüyeceği anlamına geliyor. Dış politikada ise savaş kışkırtıcı ve yayılmacı politikalar, halkların barış içinde yaşama arzusunun bir kez daha görmezden gelinmesine yol açıyor.

Savunma sanayi, iç politikada "yerlilik ve millilik" ve "beka" propagandasını diri tutmak için kullanılan işlevli bir aparata dönüşmüş durumda. Sektör, sözde "refah" getirecek bir büyüme motoru olarak lanse ediliyor. Savunma sanayi büyüdükçe ekonomik kalkınma sağlanacağı ve işçi-emekçilerin de bundan pay alacağı aldatmacası bir süredir sürdürülüyor. Ancak gerçekte büyüyen yalnızca bir avuç silah tüccarı ve Cumhurbaşkanının açılışlarına koşturduğu “Teknofest”lerde cilalanan “yerli-milli savunma sanayi”nin baronları. Üniversitelerde ve fuarlarda gençliğe "teknoloji ve savunma sanayi yıldızı" olarak tanıtılan Bayraktar; Türkiye’nin vergi rekortmenleri listesine giren, en büyük 500 firma sıralamalarında yer alan TUSAŞ ve ASELSAN gibi şirketler ve onlara bağlı bir avuç saray bürokratı büyüyor.

Mehmet Şimşek de savunma sanayii projeleri için ciddi kaynak gerektiğini söylemişti. Son icraatları, limiti 100 bin lira üzeri kredi kartlarından 750 liralık katkı payı alınması teklifi oldu ve halkın tepkisiyle geri çekildi. Bu şu yüzden önemli, bir avuç savunma sanayi baronunun cebinin dolmasına yarayan bir “yerli ve millilik” propagandası artık işçilerin gözünü boyamaya yetmiyor artık. Özellikle de savunma sanayisinde çalışan işçilerin gözünü. Hem projeler için ayrılan kaynaklardan hem savunma sanayisi şirketlerine tanınan çeşitli muafiyetlerden çeşitli teşviklere kadar; yerli silah tüccarlarına kaynak aktarılırken, savunma işçisi günden güne küçülüyor. İşçilerin taleplerine kulak tıkayanlar, savunma sanayiye yapılan övgülerle, alkışlarla, tebriklerle doyun diyorlar!

Dolayısıyla, uluslararası tekellerden aldığı pay ve komisyon oranında "yerli ve milli" olan bu iktidar, sınır ötesi operasyonlara ve silahlanmaya milyarlarca dolar harcayıp silah şirketlerinin kasasını doldurmak, ardından da “vatanseverlik” oyunu oynuyor.  Bütçe görüşmelerinde de söyledik. Özünde büyük sermayenin, kapitalist sömürü düzeninin ve onun egemenlerinin çıkarlarını korumak olan bu savunma ve güvenlik anlayışı değişmelidir! Ancak o şekilde bu ülkenin ezilen halkları, işçi ve emekçileri refah ve güven içinde yaşayabilir!

EMEP’E GÖRE BÜTÇE NASIL HAZIRLANMALI?

Saraydan hazırlanan bütçe, neredeyse virgül değişmeden Meclisten geçiyor. Bütçe görüşmelerinin bileşimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Emek Partisi bütçenin nasıl hazırlanmasını öneriyor?

Plan bütçe komisyonu tartışmaları muhalefet partilerinin “halkın bütçe hakkının ihlal edildiği” yönünde tartışmalarla başladı. Biliyoruz ki bütçeler iktidar hangi sınıfın elindeyse o sınıfın ihtiyaçları temelinde oluşturulan ekonomi politik belgelerdir. Sermayenin iktidarında halkın bütçe hakkı zaten olamaz. Yaşandığı üzere sarayda hazırlanıp, hızlıca komisyonlardan ve genel kuruldan geçirilerek resmileştirilen ve adına resmi devlet bütçesi denilen büyük soygunlar el çabukluğu marifet ayarında hızla çıkarılır. Halkın bütçe hakkı ancak mücadeleyle olabilir. İşyerlerinden başlayıp, birleşerek büyüyen grevler, mitingler ve mücadeleler olmadan işçi ve ve emekçiler lehine tek bir değişikliğin mümkün olmayacağı ortadadır.

Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40’ını alıyor ama servet vergilendirilmiyor, işçi ve emekçi halkın üstündeki ağır vergi yükü her geçen gün daha da arttırılıyor. Halkın ödediği dolaylı dolaysız vergiler ile gelir vergisi kesintilerinden elde edilen kaynaklar, vergi ödemeyen tekellerin kasasına bir de teşvikler, destekler adı altında aktarılıyor. İşte bu büyük tekellerin iktidarının sınıfsal, politik bir tercihidir.

Sarayın Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın OVP’yi güncellemek için TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TİSK temsilcileriyle toplantılar yaparken aynı zamanda 2025 bütçesini de bu çalışmalar sırasında hazırladıklarını açıkladığını biliyoruz. Cevdet Yılmaz’ın yanı sıra bakanların, vergi dairesi başkanlarının bu sermaye çevrelerinin karşısında boncuk gibi dizildiği toplantılarda tekellerin çıkarı için talepler alındı, OVP ve bütçe planlandı. Sarayda sonuçlandırılan bu bütçe plan bütçe komisyonu tartışmalarından sonra genel kurulda da noktasına, virgülüne dokunulmadan geçecektir. Çünkü halkın dahlinin olmadığı bir bütçede TBMM’nin de bir dahli olamaz.

“Emek Partisi bütçenin nasıl hazırlanmasını önerir?​” sorusuna gelince... Katıldığımız her bir bakanlığın plan bütçe komisyonu toplantılarında işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin çocukların en acil taleplerini ortaya koyarken aynı zamanda tek adam yönetiminin sınıfsal politik tercihlerini de teşhir ettik. Bütçenin tamamı üzerine ise Partimiz tarafından 5 Kasım 2024 tarihinde bir basın açıklaması yapıldı.

Bu açıklamada da görüleceği üzere Emek Partisi ağır vergi yükünün işçi sınıfı ve emekçiler üstüne yıkıldığı değil sermaye sınıfının ve servetin vergilendirildiği bir bütçeyi öneriyor. Yoksulluk sınırı ve altındaki ücret gelirleri vergiden muaf tutulmalı, ÖTV, KDV gibi tüm dolaylı vergiler de kaldırılmalıdır diyoruz. Elektrik, su, ulaşım ve ısınma yoksulluk sınırının altında yaşayan tüm emekçiler için ücretsiz olmalı, bunun için bütçeden pay ayrılmalıdır. Sağlık, eğitim başta olmak üzere halkın ortak ihtiyaçları parasız, nitelikli kamu hizmetleri olarak sunulmalıdır. Çocuk, hasta, engelli, yaşlı bakımları, kreş ve etütler güvenli, ücretsiz ve nitelikli bir kamu hizmeti olmalıdır. Kısaca bütçe gelirleri büyük tekellere, faize, savaşa ve ranta değil halkın acil taleplerinin karşılanmasına ayrılmalıdır. Bütçe hazırlık sürecine astronomik gelirlere sahip tekellerin değil, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü olduğu sendikaların, meslek örgütleri ve kadın örgütlerinin, lise, üniversite gençlik örgütleri temsilcilerinin katılması, onların taleplerinin ve ortaya koydukları acil ihtiyaçların ele alınması gerekir. İşçi sınıfının koşullarının bir nebze de olsa iyileştirildiği, sermaye sınıfının vahşi sömürüsünün biraz da olsa sınırlandırılabildiği bir bütçe için sınıflar mücadelesi tayin edicidir. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesi ne kadar düşükse, bütçe üzerindeki etkisi de o kadar zayıftır. Tekellerin artan kar oranlarına rağmen üstüne bir de ellerindeki iktidarın yaptığı bütçeler yoluyla kendi lehlerine kaynak aktarmalarındaki fütursuzluğun nedeni ülkemizdeki sınıf mücadelesinin yetersizliğindendir. 2024 yılı itibarıyla bir avuç tekelin MG den aldığı pay %56 ya ulaşmış, milyonlarca emekçinin MG den aldığı toplam pay ise %40’e düşmüştür. 2025 yılı bütçesi vergi ve gelir adaletsizliği ile bu tabloyu halk için daha da ağırlaştıracaktır.

Gerçek anlamda halk için bütçe ise ancak işçi sınıfı iktidarı ile mümkündür. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler için bir bütçenin nasıl hazırlanabildiğinin halk için bütçe uygulamasının işçi sınıfının kendi iktidarında nasıl mümkün olduğunun yaşanmış deneyimi için ise Sovyet iktidarının halk için bütçe süreçlerine bakmak yeterlidir.

ÖNCEKİ HABER

Trabzon'da inşaatta çökme: 1 işçi öldü, 3 işçi yaralandı

SONRAKİ HABER

Erdoğan, Macaristan Başbakanı Orban ve Cumhurbaşkanı Sulyok ile görüştü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa